Metallica’nın son albümü 72 Seasons, 14 Nisan’da yayımlandı. Albümden çıkan teklileri dinlediğimde albümle ilgili bir fikir edinmiştim. Tamamını dinledikten sonra da yanılmadığımı anladım. Şimdi hem albüme bir göz atıp onu değerlendirmek hem de Metallica’nın nereden nereye geldiği hakkında fikirlerimi paylaşmak istiyorum.

Metallica  | Fotoğraf: NME

Albümün kadrosuna baktığımızda vokalde James Hetfield, gitarda Kirk Hammett, davulda Lars Ulrich ve basta Robert Trujillo’lu son 15 senenin klasik üyelerini görüyoruz. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sinema salonlarında düzenlenen dinleme partisiyle tanıtılan albüm, benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Aslında hayal kırıklığı yanlış bir kelime. Normalde bir şey için beklentiye sahip olursunuz fakat istediğiniz gibi olmayınca hayal kırıklığına uğrarsınız ama benim bu albümden zaten pek bir beklentim yoktu. Öncesinde çıkan teklileri de dinledikten sonra  beklentim sıfıra indi ama buna rağmen albümün geneli kötü olsa bile belki bir iki parça yakalarım umudu vardı. Ama gelin görün ki o da olmadı.

youtube play youtube play

Müzik konusunda hiç tutucu olmadım. Albümü beğenmememin sebebi “gerçek Metallica bu değil” gibi kalıplarla 72 Seasons’ı eski albümlerle karşılaştırmam falan değil. Grupların zaman içinde sound, hatta tarz değiştirmelerini bile normal karşılıyorum. Örneğin Arctic Monkey’in The Car albümü hakkındaki yazımı okuyanların hatırlayacağı üzere albüm hakkında, AM ve öncesi gibi bir rock albümü bekleyenler hayal kırıklığına uğrar, grup artık farklı bir yönde ilerliyor demiş ama albümü çok beğendiğimi söylemiştim. Sonuç olarak; Metallica güzel bir pop albümü dahi yapsa, buna Metallica ismiyle bakmazsanız başarılı bir albüm olmuş derdim. Fakat bu albümde akılda kalacak hiçbir şey göremedim. Tekdüze riffler, yine birbirinin aynı hiçbir özelliği olmayan pata küte davullar. Bir vokal melodisi, nakarat falan düşünüyorum güzel diyeceğim, aklıma bir parça gelmiyor. İlla bir şeyler bulmak istersem, “Sleepwalk My Life Away”in girişindeki baslar, “If Darkness Had A Son”ın da gaz bir şekilde başlayıp umut vermesi. Tüm albümden aklımda kalanlar bunlar. Çok basite indirgersem, albüm aslında bir partide, konserde atlayıp zıplayarak eğlenmek için yapılmış gibi. Eğer öyle bakarsanız başarılı. 

youtube play youtube play

Grup üyeleri 60 yaşına geldiler, yaşlanma dolayısıyla James Hetfield’in sesindeki bozulmadan daha önce bahsetmiştim. Dolayısıyla fiziksel olarak geçmişteki gibi albümler beklememek lazım ama gene de bir iki parçayı sevmeyi bekliyordum. Benim için gerçek Metallica ilk beş albümden oluşuyor. Hatta bazı eski Metallica fanları, grubun 1991 tarihli beşinci albümleri olan Metallica’ya piyasa albüm gözüyle bakarlar. Bu albüm gerçekten Metallica’yı sadece metal, thrash severlerin grubu olmaktan çıkarmıştır. “The Unforgiven”, “Nothing Else Matters” gibi parçalar müzikle ilgili hemen herkes tarafından bilinir. Albümün tamamı güzeldir ama bu parçalar dışında mesela “My Friend Of Misery” gelmiş geçmiş en güzel bas introsuna sahip parçalardan biridir, muhteşem de bir solosu vardır. Bas demişken James Newsted’i de analım. Yine “Wherever I may Roam” melodisiyle herkesin aklında kalmıştır. Bu albüm bence son muhteşem Metallica albümü olsa bile sonraki albümlerde de çok güzel şarkılar yakalamıştım. Mesala Load albümünden “Until It Sleeps”, Hardwired …To Self-Destruct albümünden “Spit Out The Bone” ya da Death Magnetic’ten “The Day That Never Comes” gibi.

youtube play youtube play

Grubun “One”, “Master Of Puppets”, “Seek And Destroy”, “Orion” gibi efsanevi parçaları yerine başka şarkılardan biraz bahsetmek istiyorum. Bence gelmiş geçmiş en iyi Metallica parçası, 1988 tarihli …And Justice For All albümündeki “To Live Is To Die”dır. Parça bir kaza sonucu hayatını kaybeden grubun eski basçısı Cliff Burton’a adanmıştır. Enstrümantal parça tam bir progresif metal örneğidir. Hüznü bir tıbbi işleme benzetirsem, derinden yavaşça yükselerek gelen çok sakinleştirici bir melodi sedasyon gibi sizi işleme hazırlar. Sonra sert bir şekilde kafanıza vura vura işlem başlar ve şarkının ortasında öyle bir melodi gelir ki hüzün tüm hücrelerinize işlemeye başlar. Baştaki sedasyon sağlayan bölüm sonda tekrar girer ve sizi hüzün naklinin başarıyla tamamlandığını hatırlatarak uyandırır. Bir başka muhteşem depresif parça, Boston’da bir konser sonrası grubun ekipmanlarının çalınması sonrası yazılan “Fade to Black”tir. 

youtube play youtube play

Benim için grubun enerji içeceği gibi üç tane parçası vardır. Ride The Lightning albümünden “Fight Fire With Fire”, Kill’Em All albümünden “Motorbreath” ve Master Of Puppets’dan “Disposable Heroes”. “Motorbreath” ultra hızlı şarj istasyonu gibidir. Kısa süresine rağmen komada bile olsanız sizi bir anda ayağa kaldırır. Bu tarz etki yapan bir başka şarkı ise Scorpions grubunun “Dynamite” parçasıdır. “Disposable Heroes”’un ise öyle bir temposu vardır ki, ünlü çizgi film karakteri The Road Runner gibi geçer gider. Böyle bir tempoya sahip bir başka şarkıyı aklıma getirir bu parça. O da, S.O.D grubuna ait olan “Milk (Ode To Billy)” parçasının hem orjinal hem de Anthrax yorumudur. 

youtube play youtube play

Sonuç olarak her ne kadar Metallica’nın bu albümünü hiç beğenmesem de ve bundan sonraki yapacakları albümler -eğer yaparlarsa- kötü bile olsa, grup bugüne kadar müzik dünyasına kattıklarıyla thrash ve metal dünyasının gelmiş geçmiş en iyi gruplarından biri olmaya devam edecek. Görüşmek üzere…

Kapak Fotoğrafı: Metallica- 72 Seasons

İlginizi çekebilir: Gürkan Sonat’tan Ayın Yeni Çıkan Albümleri