Geçtiğimiz Cumartesi günü Pilevneli Gallery’de muhteşem bir kalabalık vardı. Yıllar önce elim ayağıma dolanarak heyecan içinde ilk röportajımı yaptığım Ali Elmacı’nın “Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle” sergisi içindi bu kalabalık. Bu defa serginin sanatçı için bir sürü ilk barındırdığını biliyorum. İlk yönetmenliği ve Pilevneli’deki ilk kişisel sergisi olması sebebiyle heyecan sırası Elmacı’daydı. İki senedir üzerine çalıştığı dünyayı görmek için Dolapdere’ye doğru yola çıktım ve bilin ne oldu? Yine ben izlediklerimden sonra ilk röportajımmış gibi heyecanlandım ve yine kafasının içindekilere hayranlık duyduğum Elmacı beni sakinleştiren taraf oldu. Sözü kendisine bırakırken sevmediği, çirkin bulduğu ve bağırarak söylemek istediği her şeyi olabilecek en büyülü biçimde sergilediği için teşekkür ederim. Keyifli okumalar!

Ceren Kandemir ve Ali Elmacı | Fotoğraf: İrem Çakır

Önce serginin ismiyle başlamak istiyorum, bugüne kadar isim seçimlerini hep çok çarpıcı bulmuş ve arkasındaki hikayeyi merak etmiştim. Neden “Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle”?

Pandemi sonrası ilk seyahat izni çıktığında Çeşme’ye gitmiştik bir arkadaşımızın evine, orada Karamazov Kardeşler’i okuyordum kitapta bir cümleye rastladım ve dönüştürdüm biraz. Kitapta da ikiyüzlülüğü tanımlıyordu aynı şekilde. Bu benim sergiyi ne kadar iyi tanımlar dedim ve daha resimleri yapmadan serginin ismini bulmuş oldum.

Ali Elmacı sergisine giderken bu sefer hangi kalıbın yıkılmasına renklerin arasında şahit olacağını düşünüyor insan. Ben de o merakla geldim ve göreceğimi gördüm! Senin açından öncekilerden farkı ne oldu?

Bir önceki sergimle konu itibariyle bambaşka yerdeydi biliyorsun. Bu defa bireysel / toplumsal / politik her yerden ele aldım. Genel olarak sergiyi tanımlayacak olsam, bu sergi düello gibi gösterilen bir cinayetin anatomisi diyebilirim.

“Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle” | Fotoğraf: İrem Çakır

Sürecin tamamı seyirciye geçmeden önce sende nasıl bir yüzleşme yarattı?

Bu sergi iki yıllık bir çalışmanın ürünü oldu, iki yıldır üzerinde durmaksızın çalışıyorum. Benim açımdan sürecin en önemli farkı burada bir ekip işinin devreye girmesi oldu mesela. 3 kısa metraj film devreye girdiği için bazen 50 kişi olduk sette, yoğun ve hızlı çalışmamız gerekiyordu üstelik. Oldukça yoğun ve imece usulü bir çalışma yaşandı. Benim için epey öğretici bir süreçti.

Film demişken, ilk defa yönetmen koltuğunda görüyoruz seni bu sergi için. Daha önce hep kendin ile baş başaydın şimdi ciddi bir prodüksiyona bakıyoruz hep birlikte.

Bu hep yapmak istediğim şeydi, film yapmak. Fitili ilk ateşleyen Murat Pilevneli oldu. Birlikte oturup değişik bir şey yapmaya karar verdik ve ne yapabiliriz diye düşünürken “ben aslında film yapmak istiyorum” noktasına geldim. Hemen çalışmaya başladık ama süreç zordu, birini görünce yolumuzu değiştirdiğimiz pandemi sürecinde başladık ve gördüğün gibi filmler yakınlık gerektiriyordu. Aksadı, uzadı ve sonra Elif Dürüst ile Bulut Reyhanoğlu’nun dahil olmasıyla film hikayemiz hayat bulmuş oldu.

“Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle” | Fotoğraf: İrem Çakır

Ben filmleri izlediğimde ilk reaksiyon olarak “Ali Elmacı karakterleri canlanmış, yaşıyorlar!” hissiyle doldum.

Mesela ilk filmi burada çektik, Pilevneli’de. Burayı duvar kağıtlarıyla kapladık, yer çimenle kaplandı, toprak döküldü ve burası olmaktan çıktı başka bir dünyaya dönüştü. İlk defa oyuncuları kostümleriyle, makyajlarıyla etrafta dolaşırken gördüğümde bana da tuhaf geldi. Hakan geliyor, Hatice, Melisa, Gülnara, Ömer, Barış… Hepsi bir resimden çıkmış gibilerdi gerçekten.

Ben bile “Bu ne şimdi! Ben neredeyim?” duygusuna kapıldım.

Bana sorarsan bir şeye inanmam için onu illa görmem gerekmiyordu zaten ama bu süreçte ben çizerken inandığım şeyi, gözlerimle de görmüş oldum.

Üç filme de değinmek isterim, “Bahçeye de Çıkarız”dan başlayalım mı?

Bahçeye de Çıkarız’da canım arkadaşlarım Rıfat ve Onur oynuyorlar. İki türlü okumaya müsait bir film, konfor alanından ayrılmak istemeyen birinin oradan sürüklenişini anlatıyor. Bizi mahkum eden şeye daha fazla tutunarak bu durumdan kurtulmaya çalışıyoruz. Bir şeyleri biz tutturuyoruz, biz kurtulmak istemiyoruz. Filmdeki koltuğun ayrılmaması da bunu anlatıyor. O koltuk her şey olabilir; sadece iktidar, makam, mevki olarak ele almamak lazım. Saplantılı bir aşk da olabilir, hayatımızdaki değerler de. Aynı zamanda o koltuktan alıp sürükleyen bir kurtarıcı da olabilir, beterin beterine götüren de.

Bahçeye de Çıkarız filmi bana baba-çocuk ilişkisini de çağrıştırdı. Baba terliği, baba koltuğu, meyve tabağı. Sonuçta hepimiz bir nebze içimizdeki baba figürünü veya sesini yok etmeye çalışırız.

Karakterin sürekli dirilmesi de bu hissimi destekledi, içimizdeki zor susan didaktik ses gibi.

Evet kesinlikle orada da büyük bir iktidar ilişkisi var. Bir şeyin var olabilmesi için, başka bir ilişkinin yıkılması gerekiyor. Yenilenmenin gerçekleşmesi için. Hiç baba-oğul bağlantısını düşünmemiştim ama ilginç geldi, çok hoşuma gitti.

Bu arada filmin müziğinde de Gaye Su Akyol imzası görüyoruz. Hikayesi nedir?

Gerçekten inanılmaz bir iş çıkardı, beni çağırdı hadi hazır diye. Dinlemeye gittik ve hatta o anı da kayıt altına aldık, serginin bütün sürecini anlatan bir belgesel hazırlanıyor şu anda. Şok oldum diyebilirim dinlediğim anda. Bu kadar iyi anlamak ve anlatmak. Dedim ki Gaye ben kendimce iyi bir film yaptığımı zannediyordum, şimdi müziğini dinleyince eksikliğini fark etmiş oldum.

“Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle” | Fotoğraf: İrem Çakır

Üç film de müziğinden ayrı düşünülemez durumda zaten. Aleyna Tilki’nin oynadığı “Beni Kendinden Fazla Sev” filmi de müziğiyle bütünleşiyor.

O filmi anlatmadan önce girişteki Davut heykeli olan resimden bahsetmem gerek. Oradaki Davut Michelangelo’nun Davut’u. Eser, bir iktidar figürünü sembolize eden Michelangelo’nun Davut heykelinin gölgesinde piknik yaparcasına oturan bir çifti betimliyor. Davut burada, heykelin orijinalinde olduğu gibi Golyat’ı gözleriyle tartıyor, inceliyor. Henüz taşını savurmamış, devi vurmamış, kafasını kesmemiş fakat onunla başa çıkabileceğine emin olmuş anda dondurulmuş. Golyat ise iktidarların, devletlerin ve elbette toplumların en büyük korkusu olan terörü sembolize ediyor. Ben Davut heykelinin üzerini post-it kağıtlarla kaplayarak onu bir dilek ağacına çevirdim.

Post-it kağıtlar, kitlelerin ikonlaşmış iktidar figürlerine bağladığı umutları, onlardan beklentilerini tasvir ediyor.

Aleyna Tilki’nin canlandırdığı karakter bir nevi dilek ağacı mı oldu?

Beklenti oldu. Üretimi geniş kitlelere hitap eden herkesin karşılaşacağı bir tehlike olan beklenti. Üretiminiz yalnızca beklentiye cevap verir yönde oldukça tek tipleşip yok olmaya mahkum. Hep aynı şeyi yapar bir hale getiriyor o beklentiler. Ben de burada Aleyna’yı tüm o beklentilerle kapladım ve o da bütün o beklentileri üzerinden söküp atarak kendi öz benliğine doğru çırpınışını sergiliyor.

Filmin şarkı sözünü de Aleyna yazdı ve besteledi. Orkestrasıyla beraber bir single olarak da seslendirecek, biz burada akapella gibi kullandık.

Üçüncü film, “Tadına Bakınca Kokusunu da Aldım”. İştahı izledik burada.

Aslanların ortak bir stratejiyle avlanıp, hiyerarşik düzenle avı tüketmelerinden referansla bir aile hikayesi. Talan üzerine. İştah evet ama doymak için değil, daha fazla şeyi yutmak ve kendi aslan payını almak buradaki his diyebilirim. Herkes kendi aslan payını almak istiyor ve bunu aynı anda isteyince ortaya bir talan çıkıyor. Kurulu düzen yok oluyor, bu düzeni koruyacak kişi olarak da Saint Sebastian var filmde. Onu seçmemdeki sebep, Aziz Sebastian’ın ikili bir hayatı var. Birincisi Romalı muhafızların komutanı ve imparatorun koruyucusu. Çok nüfuzlu biri ama bir taraftan da ilk Hıristiyanlardan ve bu ölümcül bir suç. Tabii ki anlaşılıyor ve Sebastian’ı oklayarak ölüme terk ediyorlar. Filmde de bir kurban olması gerekiyordu ve Aziz Sebastian’ı seçtim.

“Dudaklarımı Öp, Kalbimi Hançerle” | Fotoğraf: İrem Çakır

Magger Soruları!

En son etkilendiğin film: All Quiet on the Western Front

Sergi hazırlığına eşlik eden müzik: İyi, Kötü ve Çirkin’in film müziği

Sırada ne var?: Bir film projesi ve sürpriz bir iş birliği.  

Bir dileğin var mı?: İşlerimin Avrupa’ya doğru yolculuğunu görmek isterim.

Teşekkürler!