photo (9)Barselona’dan Cannes’a Doğru Yolculuk

Neyse, yeniden konumuza dönecek olursak; Katalunya’dan sonraki durağımız yaklaşık 600 km doğuda bulunan Cannes’dı. Biz de yolun uzun süreceğini göze alarak sabah 8-9 sularında yola çıktık. Barcelona sokakları bomboş olunca daha da bir güzel oluyor, bu da ayrı bir not olsun… Biraz oyalanarak aldığımız yolda bir benzin istasyonunda panini ve portakal suyundan oluşan kahvaltımızı ettikten sonra, kafamıza koyduğumuz bir “ara-durağa” doğru pedala bastık. Bu ara-durak da, Figueres’te bulunan Salvador Dali’nin evinden başkası değildi.. Her ne kadar bir gece önce, 3 gün sonrasına kadar bilet kalmadığını görsek de, Türk gücüyle şansımızı kapıda da denemeye karar verdik. Ve Figueres sapağından girdik, fakat navigasyon da sağolsun, o küçük kasabada kaybolduk 🙂 Sonunda da yolculuğun daha da uzayacağını öngörerek, bu az olan ihtimali zorlama gazımızı rafa kaldırarak, tatildeki son tapasımızı yemek üzere Sireria Txot‘s isimli cafe/restorana girdik. Özellikle burayı seçmeyeyebilirsiniz, ama yolunuz Dali için Figueres’e düşerse, tavsiye edilir. Çok fazla alternatifin olmadığı bu kasaba için oldukça lezizdi.

Sabah erkenden yola çıkarken planladığımız, daha doğrusu yaklaşık 6-7 saat sürecek yolculuğu rahatlatmak adına benim planladığım bir diğer mola yeri, bulacağımız bir koydu. Bunu direk gözümüze çarpan bir sapaktan içeri dalıp da yapabilirdik, fakat biz bunu kısmen hayata geçirdik. Önceden not aldığım birkaç plajdan bir tanesine doğru kırdık direksiyonu. Adı Lloret de Mar olan plaja doğru giderken, marketlerin mağazaların pansiyonların arasından geçerken kendinizi ölü sezonda Marmaris’e, Kuşadası’na gitmiş gibi hissediyorsunuz. Hatta bu tablo plaj ve deniz konusunda sizi karamsarlığa da itiyor, ama taa ki… İnanılmaz denizi görene kadar. Sanırım 12 gün boyunca girdiğimiz en güzel deniz ve sahil orasıydı. Makul bir kalabalık, nefis su, harika bir kumsal. Rotamızın devamında bir daha denk gelemeyeceğimiz ücretsiz bir plaj. Benim not ettiğim bir diğer plaj da Tossa de Mar’dı, oraya da bakılabilir.

Burada yaklaşık 45 dakika dinlendikten sonra yeniden yola çıktık. Avrupa’da şehirlerarası otobanda daha önce araba kullanmayan varsa şunu söyleyebilirim, yollar çok ferah ve genelde geniş. Nadiren ya da şehir sınırları içerisindeyseniz şerit sayısı 2’ye düşüyor. Onun dışında araba kullanmak Avrupa’da başlıbaşına keyif. Fakat bizler Türk insanı olarak fazla kamikaze kullandığımız için, trafikte çok daha çevik çok daha pratik olabiliyoruz, bunu diğer araçlardan beklemeyin 🙂 Ayrıca otobanlarla ilgili bir diğer, hatta en önemli not da, mutlaka yanınızda nakit para bulundurmak gerekliliği. Çünkü her şehirden şehire geçişte gişeye ödeme yapıyorsunuz. Bu da 21,50€ ile 1,90€ arasında değişiyor. Bu alt ve üst miktarlar bizim ödediklerimiz ama totalde Barcelona’dan Cannes’a gidişimizde sadece gişelere ödediğimiz toplam para yaklaşık 50-60€.

Cannes’da Nerede Konakladık?

Tüm bu detayların arasında akşam saatlerinde Cannes’a vardık ve otelimize yerleştik. Zeynep nefis bir otel bulmuş, Cannes’ın ünlü plajı La Croisette’in hemen bir arka paralelinde, adı da Hotel Moliere. Odaları çok geniş değil, evet, ama balkonlu odalar, özellikle 5. katı kapınca çok keyifli oluyor. Hele bir de La Croisette’te yapılan havai fişek gösterisine denk gelirseniz, balkonda şarap eşliğinde enteresan bir deneyim yaşayabilirsiniz.

Cannes’da Neler Yaptık? Cannes’da Yemek

Cannes’dan bahsetmek gerekirse, seyahat boyunca gördüğümüz en entesan yerlerden biriydi. Bir yerleşim biriminden ziyade daha çok, çok büyük bir film stüdyosu gibiydi. Cafelerin restoranların önünde dizilmiş Ferrari’ler, Porsche’ler, Lamborgini’ler kafa karıştırıcıydı 🙂 Zira esnaf da fiyat politikasını ona göre yaratmış. Özellikle sahil tarafında bir restoranın menüsüne göz atınca sadece başlangıçların ortalama 25-30€, main dish’lerin yani ana yemeklerin de 40€ olduğu bir gıda sektöründen bahsediyoruz. Çok güzeldi, ama biz sahil şeridine ait miydik bilemedik. Özellikle bir cafede nargile fiyatını merak edip sorduktan sonra 80€ cevabını aldıktan sonra daha çok sorguladık durumu 🙂 Fakat Cannes’ın en işlek ve mağazalarından dolayı turist yoğunluğunun en fazla olduğu Rue D’Antibes ve onun bir arka paraleli olan Rue Hoche’da çok hoş cafeler ve restoranlar var, fiyatları da daha makul. Oralara göz atın mutlaka.

Zeynep Uslu Kazuk“Croque madame” gazıyla uyandığımız bir sabah kendimizi yine Rue Hoche’a attık, ama işin enteresanı bir sürü restoran/cafeye sorduk ve hep aynı cevabı aldık: “Croque Madame buralarda yapılmaz, çünkü bir spesiyal” Sizi bilmem ama bu cevap bizim bayağı garibimize gitti. Fakat yılmadık ve sonunda bulduk! Cote Jardin isimli cafe Rue Hoche’un en başında, köşede, küçük sempatik bir işletme. Mükemmel olmasa da, gazımızı aldı.

photo (5)

Tatlı için de, ya da vaktiniz varsa gerçekten güzel bir yemek, yada spesiyallerden oluşan bir menüden seçim yaparak güzel bir yemek istiyorsanız La Notre’u da şiddetle tavsiye ediyoruz. Biz vakitsizliğimizden dolayı sadece tatlı seçeneklerine bakmak durumunda kaldık. Fakat “tatlı seçenekleri” ifadesi algınızı köreltmesin, çünkü burada tatlılar bile spesiyal. Hansel ve Gretel masalı o yaşlar için biraz ürkütücü olsa da (en azından bana öyle gelirdi), tatlı yemeyi çok seven beni, o şekerlemeden yapılan ev tanımıyla hayaller alemine götürürdü. Ve bazı pastaneler vardır, vitriniyle, yaptığı sunumla bende o algıyı yaratır. İşte La Notre’un bendeki algısı o oldu. Her biri müthiş sunulan tatlılar, pastalar, kekler, makaronlar… Uğramadan gelmeyin! Pişman olmayacaksınız…

Cannes’da karnımızı doyurmak için uğradığımız restoranlardan bir tanesi çok hoş sohbet bir işletmecisi olan Sarl Yvan’s Pizzeria… Pizzası güzeldi, önden gelen Caprese hoştu, fakat beni bu İtalyan adam ve fransız eşi Aperol Spritz ile yakaladı. Şampanya, Aperol ve limon karışımında yapılan Aperol Spritz’i ben en azından ilk defa orada denedim ve birkaç tane de devirdim 🙂

Cannes ve Nice birbirine yakın olduğu için, biz konaklama planımızı, otel de daha hoşumuza gittiği için Cannes’da yapmıştık. Zira arabayla 15 dk sürüyor iki şehir arası. Eğer arabanız yoksa, ki yoksa hiçbir kaybınız olmaz, turistler için müthiş bir toplu taşıma hizmeti var iki yerleşim birimi arasında. 10-15 dakikada bir geçen otobüslerden sadece 1,5€ karşılığında faydalanabiliyorsunuz. Ve yine aynı sürede nereye gidiyorsanız oradasınız.

Nice’te Akşam Yemeği (Nice’te Nerede Yenir?)

photo 3

Hal böyle olunca, biz 2 akşam yemeğimizi Nice’te yemeye karar verdik. Birinde adresimiz yine bir italyandı. Yine mi italyan diyeceksniz ama Nice’in italyan restoranlarını da çok duyduk ne yapalım 🙂 Pasta Basta adındaki bu küçük italyan restoranında da standart, yani yeterli doyuma ulaştık, onun da altını çizmeden etmeyelim 🙂

photo (4)

Diğer durağımız hemen Pasta Basta’nın sol çaprazında olan restorandı. İsmini not etmeyi unuttuğum için bu restoranda sadece tarif yazabildim. Ama sırtınızı Pasta Basta’ya verdiğinizde gerçekten de tam sol çaprazınızda kalıyor, turistik, dikkat çekici bir yer. Genel fransız esnafı ortalamasının çok üzerinde güler yüzlülükle hizmet veren bu restorandaki tercihimiz o kadar hamur tüketiminin ardından artık kırmızı etti. Artık çanlar antrikot ve biftek için çalıyordu. Her ne kadar güleryüzlülük oranının altında kalan bir hizmet hızı olsa da, et ve sunum çok çok iyiydi. Fakat bana Nice’in yani Fransa’nın son gününde gelen profiterol krizini sonlandıramadm, kalmamıştı. Ama benim yerime gidin ve yiyin!

İnanılmaz Bir Dondurmacı: Fenocchio

Fakat, bizim Nice’e, İtalya’ya, San Remo’ya geçerken otobandan çıkarak şehire girmemize neden olan bir yer var ki olacak iş değil. Efsane dondurmacı Fenocchio. Adı Phenomeno olsa yeriymiş. 3 ayrı büyük dondurucuya dağılmış, her bir dondurucuda 25’er çeşitin bulunduğu bu masalsı dondurmacıda haliyle her çeşit dondurmayı bulmak mümkün. Belki daha bile fazla…

Bunun dışında Fransa’nın, burnu havada insanlarının aksine en güzel yanlarından biri, şüphesiz her markette harika şaraplardan bulabilmeniz ve onları çok komik fiyatlara alabilmeniz. Biz de bir öğünümüzü bir süper marketten düzdük. Sımsıcak çıtır bir baget ekmek, mozarella, cherry domates ve kırmızı şarap. Hepsi üstelik neredeyse 15€!

Cannes Yerine Nice’te Denize Girdik! Nice’te Plajlar Nice Beachleri

Peki işin asıl keyif kısmı nerede? Yani hangi Cote D’Azur plajlarından denize girdik? Öncelikle peşinen söyleyeyim, Cannes’da denize girmedik. Tabii o bölgede her yer turistik, ama özellikle Cannes biraz fazla turistik ve kalabalık olduğu için onun yerine Nice, Antibes bölgesini tercih ettik. Şunu söylemek lazım, heryerde olduğu gibi mutlaka buralarda da ücretsiz halk plajları vardı, ama biz biraz denize girdiğimizde aklımız çantamızda kalmasın psikolojisinden, biraz da “Gecikmeli de olsa balayındayız kardeşim” düşüncesinden dolayı ücretli olanları seçtik. Ücretlerden de bahsedelim, gittiğiniz saate göre değişiyor. Ve yere göre.. Ortalama 17-18€ civarı. Size şezlong ve şemsiye temin ediliyor, ve daha hoş bir yerden denize giriyorsunuz. Nice’teki plajlarda saat 13:00’e kadar daha ucuzken, Cannes’da Antibes’deyse bu durum tam tersiydi. Yani öğleden sonra daha ucuzdu.

photo (7)

Biz denize ilk olarak Antibes/Juan Les Pins’den girmeye karar verdiğimiz gün, Rue Des Anglais’de bakınırken, bize işletmecisi en sıcak olanı seçtik. Fiyat olarak da 2-3 € oynasa da yine en mantıklısı burasıydı aslında. Adı Epi Beach. Çalışanlar oldukça sıcak ve ilgili, ama komşu işletmeler için aynısını söyleyemeyeceğim. Hatta o kadar hoşumuza gitti ki buraya 2 kez gittik:) Denizi gayet güzel, kumsaldan giriyorsunuz, denizin hemen önünde ilk sırada oturmak isterseniz farklı, 2. sırada oturmak isterseniz farklı fiyat ödüyorsunuz. Ama tam dalgaların vurduğu yere 2 şemsiye dikmişler, insanın canı rakı & karpuz çekmiyor değil:)

Nice’te de yine çok fazla araştırma yapmadan, sadece gidip görüp beğenerek seçtiğimiz Florida Beach’ten girdik denize. Burası Epi Beach kadar konforlu olmasa da, fiyat politikası aşağı yukarı aynıydı, ve plaj çakıl taşlarından oluşuyor. Denize girmekten öte, denizden çıkmak bir macera:) Ama burası da çok huzurlu bir yerdi. Çünkü Antibes’deki gibi arka arkaya dizilmiş bir sürü plaj yok burada. Daha geniş alana yayılmış, ferah plajlar var.

Nice’e doyamadıysanız, theMagger’da Cote D’Azur’un Başkenti: Nice adlı yazıyı okuyabilirsiniz.

St. Paul du Vence  St. Paul du Vence’te Ne Yapılır?

photo (1)

Zeynep Uslu Irmak KazukSeyahatimizin Fransa ayağında en öne çıkan bir yer var ki, buraya sayfalarca anlatmaya çalışsam, şiirler yazıp sizi hayal alemine götürsem bile olmaz. St. Paul du Vence. Çok sevgili Serra Okumuş Onay’ın tavsiyesiyle gittiğimiz, ve aşık olduğumuz bir yerleşim birimi. Bir dağın tepesindeki kale… İşin enteresanlığı da burada başlıyor, çünkü yüzyıllar öncesinden kalan bu kalenin içini doğallığına dokunmadan restore etmişler ve içine dükkanlar, restoranlar, birbirinden etkileyici sanat galerileri, cafeler, dondurmacılar koymuşlar.. Tüm bunların yanında içerisinde oturan bir sürü de insan var. Akıl alır değildi gerçekten. Yolu o taraflara düşüp de St. Paul du Vence’e uğramayan, görmeyen Nice’e gittim demesin. En azından bana…

Zira o kadar kopamadık ki, bir akşam yemeğimizi de kale içinde yedik. Antalya Kaleiçi gibi oldu ama gerçek “kaleiçi” buydu benim gördüğüm kimse kusura bakmasın. Yemek yediğimiz cafe de, tipik amerikan burgercisi konseptiyle dekore edilen bir cafe’ydi. Zeynep et konusunda hassas olsa da ve heryerden et yemiyor olsa da antrikot çok başarılıydı. Geçirdiğimiz en keyifli akşamlardan biriydi. Ama gecenin yıldızı burgercinin 30 metre ilerisinde olan dondurmacıydı. İtalyadan gelip kalenin içine dondurma açan, dükkanda müşteri yokken bağıra bağıra şarkı söyleyen bu italyan dondurmacıda tüm seçenekler denenesiydi, ve büyük kafa karışıklığı sonrasında benim de, Zeynep’in de seçimleri mükemmel oldu. Yanılma payımız zaten az gözüküyordu, öyle de oldu…

Yine hayal gibi bir 4 gece 5 günü geride bıraktıktan sonra, daha da “sıcak” bir destinasyona doğru yola çıktık.. Son durak, San Remo… Nefis pizzalar, dondurmalar, makarnalar, daracık sokaklar bir sonraki yazıda! Au revoir!