Captive State: Karaktersiz Bilimkurgu
Captive State, dünyanın sömürülmek üzere uzaylılar tarafından işgal edildiği, büyük şehirlerde insanların girmesi yasak kapalı alanların oluşturulduğu ve insanlığın ‘yasa koyucu’ adı verilen uzaylı bir yönetim tarafından kontrol altında tutulduğu yakın bir gelecekte geçiyor. Hikâyenin merkezinde ise bu düzene isyan eden ve büyük fedâkarlıklar gerektiren planlarını hayata geçirmeye çalışan Chicagolu bir grup isyancı var.
Birçokları gibi benim de bilimkurgu türünü sevmemin öncelikli nedeni, kurgusal bir gelecek tasviri üzerinden günümüz dünyasının politik ve toplumsal atmosferine dair simgesel yansımalar görüyor ve bu filmlere eleştirel bir gözle baktığımda bugüne dair bir farkındalık artışı yaşıyor olmam. (Aynı şeyi fantastik türü için de söylemek mümkün.) Son yıllarda hem sınırlı bütçeleri hem de sessiz sedasız vizyona girişleri (veya festival programlarında karşıma çıkışları) nedeniyle düşük beklentiyle izlediğim ve yılın en iyileri arasında saydığım minimalist bilimkurgu filmlerinin sayısı oldukça fazla: 10 Cloverfield Lane (2016), Ex Machina (2015), Edge of Tomorrow (2014), Chronicle (2012), Moon (2009), District 9 (2009) ilk aklıma gelenler. İşte Captive State‘in adını duyduğumda ve hakkında birkaç olumlu yorum okuduğumda 2019’un o filmi olduğunu düşündüm ve sinemaya koştum. Üstelik Rise of the Planet of the Apes (2011) ile muhteşem bir üçlemenin temelini atan Rupert Wyatt yönetmen koltuğundaydı. Captive State‘i izlediğime asla pişman olmasam da, olduğunu düşündüğüm film olmadığını söylemeden de geçemeyeceğim ne yazık ki.
Dünya, filmdeki olayların geçtiği zaman diliminden yaklaşık 10 yıl önce uzaylılar tarafından işgal edilmiş. Fakat bu işgal agresif bir saldırı ya da bir toplu katliam şeklinde olmamış. Özellikle ekonomik olarak alt tabakadaki insanların sömürüldüğü, zenginlerin, politikacıların ve emniyet güçlerinin uzaylılarla işbirliği içinde çalışarak dünyanın sahip olduğu kaynakları sömürmelerine yardımcı olduğu, büyük şehirlerin merkezlerinin insanlara kapalı bölgeler haline geldiği bir düzenin kurulduğu bir gelecek tasviri söz konusu. ‘Yasa koyucu’ olarak adlandırılan, dünyayı yöneten uzaylılar çoğunluk tarafından kovulması ve yenilmesi gereken bir düşman olarak görülürken, güçlü azınlık onların varlığından ve eylemlerinden memnun bir şekilde dünyaya geliş yıldönümlerini kutlamaya, onlara sevdalı olmaya ve yaşadıkları düzeni yüceltmeye, korumaya fazlasıyla hevesli. Captive State‘te Rupert Wyatt‘ın vizyonuyla tüm bu kurgusal tarihin yazılışı da, sinemasal ve görsel olarak tasviri de kusursuza yakın. İnsanların nasıl gözlendiği, nasıl kontrol edildiği, düzenin nasıl işlediği, teknolojinin ne durumda olduğu, sınırların ve sınırlamaların ne olduğu, en ufak detaya varıncaya kadar anlaşılır bir şekilde filmin geneline yedirilmiş ve neredeyse hiçbir soru işareti oluşturmadan kendini kabul ettiriyor. Fakat o dünyanın içinde yaşayan karakterler ve o karakterlerin motivasyonlarına gelince Captive State tahmin edilemeyecek kadar düşük bir notla sınıfta kalıyor. John Goodman, Vera Farmiga ve (Moonlight‘ın Chiron’u olarak tanıdığımız) Ashton Sanders‘ın da aralarında olduğu oyuncu kadrosu hiç de fena performanslar ortaya koymuyor halbuki. Karakterler ve motivasyonlarındaki belirsizliklerin bir sürpriz finalin habercisi olduğu aşikar, fakat bu yeterli bir bahane olarak kalmıyor. Kimin hangi eylemi ne amaçlayarak ya da ne hissederek yaptığını anlamak kesinlikle mümkün değil, herhangi bir karakterin başarmaya çalıştığının ne olduğunu ve amacına ulaşmakta olup olmadığını kestirmek de. Filmdeki simgesel dünyanın gücü ve tarihe referans veren büyük repliklerin bu eksiği kapatacağını ve izleyicinin odağını kötü yazılmış karakterlerden uzaklaştıracağı düşünülmüş belli ki. (Ben yemedim.)
Captive State‘in eksiği bol karakterlerin filmi empati yoksunluğuna mahkum edişi bir yana, o güçlü simgesel dünyasının beni yeterince etkileyebildiğini de eklemeliyim. Bunda 2 yıla yakındır yaşadığım şehir Chicago’yu yeterince tanıyor olmanın verdiği avantajın da etkisi var tabii: Filmin geçtiği zaman diliminden 10 yıl önce, Chicago’un son yıllarda soylulaştırılan mahallelerinden Wicker Park’ta başlayan isyan, bu mahellenin yok edilmesiyle sonuçlanmış. Filmin geçtiği zaman diliminde ise aynı isyan Chicago’nun bugün yavaş yavaş soylulaştırılmaya başlayan bir diğer mahallesi Pilsen’de yeniden doğuyor. Captive State‘i sadece Chicago’daki değil, dünyanın tüm büyül şehirlerindeki, ayrıcalıklı ve varlıklı kesimin toplumun ekonomik anlamda daha dezavantajlı kesimini mahalelerinden edişi, sömürüşü, kiraları arttırarak onları şehirlerden sürüşü üzerinden okumak kaçınılmaz. Ama keşke bu okuma sadece kurgu ve tasarım odaklı bir yaratıcılıkla değil, karakter odaklı olarak da zenginleştirilebilseymiş.
Eğer bilimkurgu türünün sıkı ve sadık bir takipçisiyseniz, en azından özündeki yaratıcılık ve yarattığı ilginç yakın gelecek tasviriyle yılın kaçırılmaması gereken bilimkurgularından biri Captive State. Fakat tüm bunlara ve başarılı performanslarına rağmen, ortalama izleyici için, içine girmekte ve karakterleri ya da motivasyonlarıyla empati kurmakta zorlanacağı bir film olarak kalması muhtemel.
IMDb Puanı: 5.7/10
İlk yorumu siz yazın!