77. Cannes Film Festivali’nde, Fransız Eleştirmenler Sendikası tarafından yeni yeteneklerin ödüllendirildiği Semainde de la Critique bölümünde dünya prömiyerini gerçekleştiren ve Canal+ ödülüne layık görülen kısa film Noksan, lunaparkta çalışırken farklı insanlarla ve varlıklarla etkileşime giren Mert adındaki bir adamın içsel bunalımını anlatıyor. Bu seneki festivalde ülkemizin tek temsilcisi olan Noksan’ın yönetmeni Cem Demirer’le gerçekleştirdiğimiz röportajda, filmin ortaya çıkış hikâyesi ve sinematografik yetkinlikleri gibi konulara değindik. 

noksan
Noksan 2024, Cem Demirer

Öncelikle Noksan isimli kısa filminizin Cannes Film Festivali – Semainde de la Critique bölümüne seçilmesinden ötürü tebrik ederim. Dünyanın en prestijli film festivalinde yer almanın ve uluslararası seyirciyle buluşmanın hissini nasıl tarif edersiniz?

Teşekkür ederim, çok heyecan verici bir gelişme gerçekten. Bu tür bir platformda filmimi gösterme fırsatını elde etmek benim için çok önemli. Özellikle nasıl sonuçlanacağından tam olarak emin olamadığım bir filmle girmek beni umutlandırdı.

İlk uzun metrajınız Mendirek (2022), Adana Altın Koza ve Atlanta gibi önemli festivallerde gösterim yapmış başarılı bir yapımdı. Peki, Mendirek sonrası yeniden kısa film evrenine dönmenizde etken olan unsurlar nelerdir?

Mendirek filmi, aslında Londra Film Okulu’nun bitirme projesi için yazdığım kısa bir hikayenin uzantısı. Muhtemelen fikir aşaması ve yarattığım dünyanın ilk tohumları 2016 gibi çok eskiye dayanan bir tarihte atıldı. Bu süreç boyunca sinemayla olan ilişkim ve anlayışım biraz değişti. Bu yüzden denemek istediğim birkaç şey vardı ve bunları gerçekleştirmek için en iyi yolun bir kısa film olduğunu düşündüm. Zaten bana sorarsanız, kısa filmleri yönetmenlerin denemek için kullandığı bir tahta olarak görüyorum. Yapmak istediklerimi uzun metrajda denemek çok fazla risk taşıyordu.

noksan-2
Noksan 2024, Cem Demirer

Birçok kısa filmin yanı sıra Siyabonga (2018) isimli yine ödüllü bir filmde çalışmış başarılı bir görüntü yönetmeni olarak yönetmen koltuğuna oturduğunuzda, sinematografi alanındaki bu teknik bilgi ve deneyimlerinizin getirdiği kazanımlar olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, görüntü yönetmeni bilgi ve deneyimlerimin yönetmenliğime getirdiği kazanımlar olduğunu düşünüyorum. Sinema sonuçta görsel bir sanat ve sahneleri yazarken görüntüler ile düşünmek yarattığım dünyanın zenginleşmesine ve hikâyenin aktarılmasına çok yardım ediyor. Bunun en büyük tehlikesi bazen fark etmeden görüntünün, asıl anlatılmak istenenin önüne geçtiği durumlar yaratması. Ama bu tehlikenin farkındayım. O yüzden bu tuzağa düşmemek için gayret ediyorum.

Zihninin derinliklerde anlam çabasına giren bir adamın hikâyesini anlatma fikri ilk nasıl ortaya çıktı? Noksan’ın hikâyesini yazarken kafanızda canlanan imajlar filmde nasıl karşılık buluyor?

Noksan‘ı yazmaya başlamadan önce hedeflediğim şeylerin başında, filmin sahnelerinin yer değişse bile anlam bütünlüğünü koruması gerektiği geliyordu. Bir nevi sıvı gibi. Hikâyedeki olay örgüsünü dallı budaklı bir yapı üzerine değil de, ince bir iplik gibi düşündüm ki montaj sırasında istediğim gibi eğip bükebileyim. Filmin kaset sahneleri, aslında yaklaşık 15 yıl önce gördüğüm bir rüyadan ilham alıyor. Senaryonun ilk fikri de buradan geldi ancak düşündükçe farklı boyutlara evrildi. Filmde kasetler, hafızalarımızın bir metaforu olarak işlev görüyor. İnsan, yaptığı her şeyi geçmiş tecrübelerinden, okuduğu kitaplardan, izlediği filmlerden vb. alarak yapar. Anılar, kim olduğumuzu şekillendiren verilerdir ve hafızamızda bir eksiklik varsa, bu durum kimliğimizde bir çatlak yaratabilir. Mert, bu çatlağın nedenini ararken çevresindeki insanlar, hayvan ve yaratıkla farklı tarzlarla iletişim halinde. Bazılarıyla diyalog kuruyor, bazılarıyla sadece aynı ortamda bulunuyor, bazılarıyla ise telepatik bir biçimde anlaşıyor. Aradığı soruların cevaplarına yaklaşsa da, daha derine gitmekten çekiniyor.

Hikâyenin arka plan mekânı olarak bir lunaparkı seçmenizde özel bir sebep var mıydı? Kişisel olarak lunaparklarla ilgili nasıl bir deneyiminiz ve hissiniz var ve sizce bu mekân tercihi, filmin anlatısına nasıl bir katkıda bulunuyor?

Mekân seçimleri, sahnelerin ruhunu yansıtmak için son derece önemliydi. Mert karakteri sakin gözükse de, zihni durmadan çalışıyor . Onu, bu içsel çalkantısını yansıtan agresif ve hareketli lunapark makinelerinin arasına yerleştirmek, görsel ve duygusal olarak karakteriyle bağdaşmaya dolaylı yoldan katkı sağlıyordu. Anneannenin evi ise nostaljiyi ve tanıdıklığı temsil ediyor. İç mekânın dokuları ve anneannenin kendisi, atmosferi ve bağlamı oluşturuyor. Mert, anneannesinin evini ziyaret ederek yaratığın ona getirdiği kasetleri (anıları) izliyor. Kasetlerin görsel tarzı ve anneanne evinin dokusu, birbirine zıt gibi görünse de aslında aynı madalyonun farklı iki yüzü gibi. Ve montajın olanakları sayesinde aynı zaman içinde var olmaları, birbirlerinin etkisini güçlendiriyor. Kişisel olarak lunaparklar ile hiçbir bağım yok. Açıkçası o tarz aletlere binmekten hiçbir zaman haz almamışımdır.

Filmin görsel ve işitsel dünyasını yaratırken referans aldığınız sinemacılar ya da filmler oldu mu? Eğer ki olduysa, bu referansların Noksan’ın deneysel olarak nitelendirilebilecek sinematik yapısına etkileri nelerdir?

Muhtemelen bu referansların başında Carlos Reygadas vardır. Özellikle Post Tenebrus Lux’ı (2012) izledikten sonra aslında sahnelerin arasındaki neden ve sonuç ilişkisinin o kadar önemli olmadığını fark ettim. Sinema size bir şeyi anlatmak için bir sürü araç sağlıyor. Bunlar doğru kullanıldığında hissel ve anlamsal bir bütünlüğe ulaşmak mümkün. Bence bu tarz bir yaklaşım insanı özgürleştiriyor. Apichatpong Weerasethakul’un filmlerindeki sıradanlık ve olağanlığın içteki ruhsal ve gerçeküstü elementlerin filmimin atmosferinde etkili olduğunu düşünüyorum. Tam olarak direkt bir referans diyebilir miyiz emin değilim ama, Tarkovski’nin zaman kontrolü ve ritim anlayışı her zaman aklımda olan konseptlerdir.

Kapak Fotoğrafı Kaynağı: Noksan 2024, Cem Demirer

İlginizi çekebilir: Ali Kavas’tan Yönetmen Can Merdan Doğan ile: “Stiletto” Üzerine