Tarih boyunca birçok sanat dalı yok olup yerini yenisi alırken bazıları da şekil değiştirerek günümüze kadar gelmeyi başardı. Bu değişimler kimilerini memnun, kimlerini de rahatsız etti. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın başlarında ise dijitalleşme ayyuka çıkarken sanatın da bundan nasibini alması kaçınılmaz oluyor. E biz sanatseverlere de bu konuyu enine boyuna tartışmak düşüyor.

makine-hatiralari-uzay-fotograf
Makine Hatıraları: Uzay | Fotoğraf : kültür.istanbul

Aslında çoğumuzun bildiği gibi koronadan çok önce dijitalleşme ve teknoloji sanat ile iç içe geçmişti. Fakat bu entegrasyon genelde bizim ziyaret ettiğimiz sergilerde ve benzeri projelerde karşımıza çıkıyordu. Refik Anadol’un son kişisel sergisi ‘Makine Hatıraları: Uzay’ da bunlara verilebilecek yakın zamanlı ve en takdir edilesi örneklerden biri. Bu tür çalışmalar sanata dokunabilmekten, eserin içinde hissetmekten öte gerçek manada sanatın içinde olmamızı sağlıyor. Peki dijitalleşme bu gibi örneklerle daha düne kadar sanatla aramızdaki mesafeyi kaldırıyorken nasıl oldu da işler değişmeye başladı? Tablolarla, heykellerle aramıza giren mavi ekranlar pandemi döneminde bir ilaç mı oldu yoksa sanata ruhunu mu kaybettirdi? Bu sorularla kendi kendime cebelleştikten sonra bu yeniliklerin pandemiden önce ve şimdi olmak üzere ortaya çıkardığı avantajları fark etmem uzun sürmedi.

Dijitalleşen Sanat | Fotoğraf: Cottonbro (pexels.com)

Galiba bizi asıl meraka düşüren bundan sonrası için olacaklar olmalı. Örneğin internet sitesi üzerinden müze, sergi gezmek ulaşılabilirlik açısından mükemmel bir avantaj evet ama “ev konforunda sanatı keşfetmek” alışkanlık haline gelirse bu noktada kaygı başlamalı diye düşünüyorum. Gidip ziyaret edebilecek imkan varken Göbekli Tepe’nin sanal gerçeklik gözlüğü ile gezilmesi o yaşanmışlığı hissetmek için ne kadar yeterli olabilir ki? Tarihi yerler, sergiler ziyaret edilmeye devam ederler, öyle olmaz demeyin. Bundan 5 yıl öncesinde sinemalarda yer bulunamazken şimdi birçoğumuz korona olsa da olmasa da filmleri evde izlemekten oldukça memnun gibi değil miyiz? Zaten birçok film sinema için değil hızlıca evde tüketebilelim diye üretiliyor artık. Mekanların değişmesiyle amacın da değişmesi çok uzun sürmedi. Kısa bir zaman öncesine kadar sinemalar için verilen savaşın yakında müzeler, sergiler veya tiyatrolar için verilmesi uzak bir ihtimal değil gibi görünüyor. Çünkü görüyoruz ki değişim gelmiş veya gelecek olan değil, değişim tam şu an içinde olduğumuz süreçte yaşanıyor.

zorlu-psm
Dijital Sahne: Nora-Bir Bebek Evi | Fotoğraf: Zorlu PSM

Eklemek isterim ki; bu yazıya ilham veren Zorlu PSM’nin başlattığı “Dijital Sahne” projesi ve tabi ki tatsız belamız pandemi oldu. Zorlu PSM, William Shakespeare’den Anton Çehov’a kadar uzanan değerli yazarların kült tiyatro eserlerini dijitale uyarlayarak YouTube kanalında sergiliyor. Perdeler açılıp oyun başladığında ise çoğunu yakından tanıdığımız değerli oyuncular sahneden bizi karşılıyor. Bunca zaman sonra tiyatro sahnesinde, Öykü Karayel’den Nilperi Şahinkaya’ya dek uzanan bir sürü yetenekli oyuncuyu gördüğümde kim beni daha çok heyecanlandırdı karar bile veremiyorum. Evet yeni şeyler denenmesi için sonsuz bir davet sunan sahne sanatlarında bu tür girişimlerin çok değerli olduğu kanısındayım.

İtiraf etmeliyim ki benim son zamanlarda sanata dair en büyük endişem tiyatronun akıbeti üzerineydi ve açıkçası Dijital Sahne‘yi ilk gördüğümde bu endişem iyice körüklendi. “Şimdi kanlı canlı şahitlik etmek istediğimiz tragedyalarla aramıza bilgisayar ekranımız mı girecek?” diye hayıflandım. Fakat projeyi izlediğim zaman korktuğum gibi olmadığını gördüm ve sonrasında haz silsilesi gecikmedi. İbrahim Çiçek yorumuyla karşımıza çıkan eserler “tiyatroyu artık ekranlardan izleyeceksiniz” şeklinde değil, “bir de böyle izlemenizi istedik” gibi bir tavırla yeniliği kucaklama derdinde. Gerçek anlamda sahne düzeni, ışıklar, kamera açıları ve tabii ki diyaloglar tamamen dijitali hedefleyen bir tiyatro üslubuyla kurulmuş. Proje bu özellikleriyle ön yargılarımı kırarken, bu sefer de sahnelerin ortalama 20 dakika kısalığında oluşuna takıldım. Hızlı tüketme alışkanlığımızın her yeri ele geçirdiği bu dönemde tiyatroyu da içine çekme ihtimalini pek hoş karşıladığım söylenemez. Fakat 10. sırada yer verdikleri ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ eserini 40 dakika süreyle uyarlamaları yeniden gülümsememe neden oldu. Dijital Sahne projesi hakkını vermeliyim ki; pozitif anlamda bir kırılma yaşamamı sağladı ancak bildiğimiz tiyatro kültürümüze olan hasretimi tamamen söndürmedi. Zaten az önce de söylediğim gibi ekibin amacı alışılagelmiş tiyatronun yerini almak değil, bizlere yeni bir şeyler tattırmak. Benim amacım ise evlere kapandığımız bu dönemde pandemi öncesi sanata dair bir arayış. Dram veya komedi, her ne izliyorsak, duygularına dokunabilecek kadar yakın olduğumuz tiyatro oyuncularını canlı izleyebilmenin ayrıcalığını kaybetmek sadece büyük bir hüsran olur bana kalırsa.

youtube play youtube play

Evet dijitalleşme günümüzün yadsınamaz bir gerçeği ve biz de bu sürece şahitlik ediyoruz. Sanatta, bu dijitalleşmenin ve beraberinde gelen değişimin parçası olmaya devam edecek tabii ki. Pandeminin de etkisiyle sanat eseriyle aramıza mesafe koyan bir değişimi kabullenmek başka birçok şeyden mahrum kalmayı kabullenmek gibi. Gittiğimiz sergide eserler üzerinden yeni tanıştığımız insanlarla konuşmak, izlediğimiz tiyatroda oyuncuyla birlikte aynı salonda ağlamak… Hepsinin yok oluşuna göz göre göre izin vermek adeta. Ben evlerimizden çıktığımızda da yeniliği kucaklamaya ve dijital formatta eserleri bulup keyfini sürmeye devam edeceğim. Sizlerin de dijital ile uyumuna bayıldığınız ilaç gibi eserleri merak ediyorum. Biz sanatseverler bu konuyu daha uzun süre konuşmaya devam edecek gibiyiz, ne dersiniz?

Kapak Fotoğrafı: Cottonbro (pexels.com)

İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi