Aralık ayından beri Çin’in Wuhan kentinden tüm dünyaya yayılan Koronavirüs hepimizin hayatlarını etkiledi, kaygı dolu anlar yaşamamıza sebep oldu. Kendimizi, sevdiklerimizi bu salgından koruyabilmek, ülkelerin ekonomik ve sosyal kaygıları, en az zararla bu süreci yönetme çabaları gibi sorunlar birden dünyalarımıza düşüverdi ve aslında kimse hazır değildi, bir anda bilinmezliğin içine düşüverdik. Sanki yıllardır insanlar olarak, biz doğadan üstünmüşüz gibi sonrasını hiç düşünmeden tüketiyor ve zarar vererek yaşıyorduk. Aslında karılaştığımız durum şu: Doğa ve hayat bize tokat gibi bir cevap verdi. Virüs birçok insandan daha adaletli davranarak bize hepiniz eşitsiniz; ırk, din, cinsiyet ve sosyal statü fark etmez, hepiniz aynısız dedi.

Geçtiğimiz günlerde hiç görmemiş olmayı dileyeceğimiz bir haberle karşılaştık. ABD’nin Minneapolis şehrinde bir polis George Floyd adlı bir siyahi vatandası gözaltına alırken onu boğarak öldürdü. Olay gerçekleştiğinden beri Minneapolis’te olayların ardı arkası kesilmiyor.

Tarihe baktığımızda da; dünya ne olaylar, savaşlar, devrimler gördü ve çoğunun sebebi insanların bir şekilde hak arayışıydı, bizlerse nerdeyse hiçbirine tanıklık etmedik. Hep bize anlatılanları dinledik, yaşananları kitaplardan okuduk ve bunlar belki bugünümüze yön verdi. Bu olaylar yaşandıkları zaman büyük yankı uyandırdığı gibi bugün dinlerken bile tüylerimizi diken diken ediyorlar ve şüphesiz, en yaygını: yıllardır verilen ırkçılık mücadelesi.

Tarihin farkı sayfalarında, birbirlerini hiç tanımayan insanlar bunun mücadelesini vermiş diyebiliriz. Mesela, Amerikalı insan hakları savunucusu Rosa Parks. 1950’li yıllarda otobüslerde ön tarafta beyazlar, arka koltuklarda siyahi vatandaşlar oturabiliyordu. Bir gün beyaz bir vatandaş, beyazların oturduğu yerde yer bulamayınca, siyahların oturduğu koltuklara gidip Rosa’dan kalkmasını istemiş, otobüs şoförü de beyaz vatandaşı desteklemişti. O gün Rosa verdiği tepki dolayısıyla tutuklandı, bu olay büyük bir direnişin başlangıcı olmuştu.

Ten rengi, konuştuğu dil ve ait olduğu etnik köken dolayısıyla kendini değerli görürken karşındakini aynı değere layık görmemek… Bunca yıldır bir arpa boyu yol alamadık mı?

Tanıklık edemediğimiz yıllar oldu belki ama tarihten bugüne eşitlikle ilgili yaşananları izlemek ve daha iyi anlamak isteyenler için birkaç dizi ve filmden bahsetmek istiyorum.

Duyguların Rengi

youtube play youtube play

Aynı isimli kitabından uyarlanan Duyguların Rengi isimli film, 1960’lı yılların Mississippi eyaletinde geçiyor. Filmin karakterlerinin uçlardan seçilmesi sebebiyle o yılları ve ırkçılığa maruz bırakılan insanları en iyi anlayabileceğimiz filmlerden biri. Filmin konusuysa şöyle: Skeeter isimli bir genç gazeteci kadın, evlerde temizlikçi olarak çalışan siyahi kadınların hikayesini dinler ve kitap yazmayı hayal eder. Kadınlar önceleri cesaret edemese de, seslerini duyurmanın en iyi yollarından biri olduğuna karar verirler ve bu duruma maruz kalan bir kadın grubunu bir araya getirmeye başlarlar.

Self Made

youtube play youtube play

Self Made, gerçek bir hikayeden uyarlanmış Netflix yapımı bir mini dizi. Başrolde ise Duyguların Rengi’nde de başrolde gördüğümüz Octavia Spencer ile tekrar karşılaşıyoruz. Dizi içerisinde hem kadın hem de siyahi olduğu için yıllar boyunca zorluklar yaşayan Madame C.J. Walker’ın kendi saç bakım ürününü tasarlayarak ilk milyoner siyahi kadın oluşu anlatılıyor. Walker’ın tek amacıysa; Hiç kimseye ihtiyaç duymadan kendi ayakları üzeride durabilmek ve saygı duyulmak.

“Her zaman kendi fırsatlarımı yaratmak zorunda kaldım. Fakat bunda başarılı oldum. Orada öylece oturarak fırsatların size gelmesini beklemeyin. Kalkın ve fırsatları yaratın.” Madam C. J. Walker

Cinsiyet eşitsizliğinden, ırkçılık kavramından bahsetmişken LGBTİ+’den bahsetmemek olmaz. POSE isimli dizi sanırım ilk kez bu kadar çok trans oyuncuya kadrosuna yer veren yapım. İlk bölümü izler izlemez dizide Ryan Murphy dokunuşu olduğunu anlamamak elde değil, Murphy bu diziyi çekerek adeta izleyen herkesi düşündürmek ve tabuları yıkmak istemiş. Diziyle beraber 1987 yılının New York’una gidiyor ve beyaz Amerikalı olmadıkları için toplumda sosyal kabul görmeyen, cinsel yönelimleri dolayısıyla aileleri tarafından yok sayılan bir grup topluluğun hayallerinin peşinden koşma ve kendi içlerinde bir aile yaratma mücadelesine tanık oluyoruz.

Kapak fotoğrafı: Unsplash / Priscilla Du Preez