Bir sergiyi gezerken özellikle önünde uzun bir süre durduğum, beni düşündüren, bazen ise kafamı karıştıran eserlerin görünmeyen kısmındaki yaratıcı emeği ve fikirleri hep merak ederim. Bugün, kendine özgü tarzını yakından tanımak için heyecan duyduğum Gülten İmamoğlu ile bir sohbete dalıyoruz. Kendisi sanata yaklaşımı, deneyimlerin getirdiği değişimler ve doğanın hareketliliğine dair yeni kapıları aralarken hepimizin kendine özgü gerçekliklerine de satır aralarında göz kırpıyor.

Gülten İmamoğlu

Gülten İmamoğlu ile sanata dair yaklaşımları üzerinden gerçekleştireceğimiz sohbetten önce ilk kendisinden bahsetmek istiyorum. Sanatçı ve akademisyen kimlikleri ile tanıdığımız Gülten İmamoğlu, Türkiye ve yurtdışı arasında üretimlerini gerçekleştiriyor. Üretimlerinde metafiziksel düşüncelerin iz düşümlerine rastlayabileceğimiz ve bakarken kendimize dair gerçeklikleri bulabileceğimiz İmamoğlu’na ait Metastrata tekniğinin London International Creative Competition (LICC)’da, 95 ülke ve 5000’den fazla aday arasından seçilen “Professional Painting” ödülü bulunuyor. Ayrıca kendisi American Biographical Institude tarafından verilen “WOMAN OF THE YEAR 2011” unvanına da sahip. En yakın zamanda Gülten İmamoğlu’nun yeni eserlerini keşfetmeyi beklerken sanata yaklaşımını kendisinden dinlemek adına sorulara geçiyorum.

Gülten İmamoğlu – Sarmalar Aşkın

Merhaba! Sormak için heyecanlı olduğum birçok soru olsa da tabii ki ilk olarak size İngiltere’den ödül getiren ve tamamen kendinize özgü olan metastrata tekniğiniz ile başlamak istiyorum. Metastrata tekniğini yakından incelediğimiz zaman felsefi bir düşüncenin sanatınızdaki iz düşümüymüş hissini uyandırıyor. Bu teknik ve düşünce sanat hayatınızda nasıl kendisini şekillendirmeye başladı?

Doğadaki tüm canlılar yaşadıkları çevreyi, şeyleri duyuları aracılığıyla tanımlar. Diğer tüm canlılardan farklı olarak insan; duyuları dışında duygu, düşünce ve deneyimlerini de sürece dahil eder. Böylece insan için fiziksel olduğu kadar kavramsal ve duygusal gerçeklikler de vardır. Günlük hayatın karmaşasında çoğu zaman farkında olmasak da duygu ve kavramlar yaşamlarımızı inşa etmekte, fiziksel olandan çok daha etkilidir. Ben eserlerimde yaşamın bu yönüyle ilgileniyorum. Fiziksel gerçeklik kabuğunun ardında, insan için çok daha önemli ve anlamlı bulduğum hakikatleri mesele ediniyorum. Buna yönelik düşünsel araştırmalardan edindiğim deneyimleri eserlerim aracılığıyla izleyenlerle paylaşmaya çalışıyorum. Deneyimlediğim ve buna yönelik olarak şekillendirdiğim dünyaları eserlerim aracılığıyla izleyenlerin deneyimine sunmaya çabalıyorum.

Siz üretimlerinizde özellikle renkler ile oynuyorsunuz. Soyut üretimler gerçekleştiren bir sanatçı olarak sizi renklere yakınlaştıran ne oldu?

Kendimi bildim bileli biçimlere ve renklere özel bir ilgi duyuyorum. Daha çok küçük yaşlarımda doğadaki kimi biçimleri inceler onları kağıda yeniden çizmeye ya da çamurla kopyalarını yapmaya çalışırdım. Diğer yandan doğduğum ve yetiştiğim bölgedeki farklı etnik ve inanç gruplarına özgü çok renklilik beni derinden etkilemiştir. Bu hatıratlarıma sanat eğitimim ve yaşam deneyimlerim de eklendiğinde idrak etmeye başladım ki renkler, kimi biçim ve motifler bir işlevden öte insanın dünyayı anlama ve anlamlandırma süreçlerinin önemli bir parçası. Ben renkler aracılığıyla duyularımızla algıladığımızdan farklı dünyalar yaratmaya çalışıyorum.  Meydana getirdiğim eserler aracılığıyla izleyenlerin de bu dünyaları deneyimlemesi için yolculuklara teşvik etmeye çabalıyorum. Çalışmalarımla gözle görünen gerçekliğin ardındaki olası gerçekleri hep birlikte deneyimleyebilmenin hayal ve umudunu taşıyorum. 

Gülten İmamoğlu – Bengi…

Üretimlerinizde yarattığınız soyut figürlerde hiçbir figürün başka bir figür üzerinde tahakküm kurmadığı dikkat çekiyor. Kendinizi, ruhunuzu ifade etmek adına özellikle yüzeyin her noktasında aynı canlılık ile kuruyan akrilik boyayı tercih etme sebebiniz de tahakkümleri kırma isteğinizden mi geliyor? Yoksa akrilik boyayı kendinize daha yakın hissetmenizin farklı sebepleri var mı?

Görünen gerçekliği sorguladığınızda gerçek olan tek şeyin değişim olduğunu duyumsarsınız. Ama değişimin kaçınılmaz olduğunu bilseniz de tanımlayabilmek için şeyleri var olarak kabul etmesinin insan için en azından bir dil, bir yöntem olarak şart olduğunu anlayabiliriz. Var olarak kabul ettiklerimizin hakikatin üzerini bir kabuk gibi örtmemesi için seyrelmesi, geçirgen olması gerekiyor belki de. Akrilik boyayı, diğerlerine göre çok daha geçirgen olması nedeniyle tercih ediyorum. Akrilik, olmasını istediğinizde şeffaf kalabilen, ışığı fazlasıyla geçirebilen bir boyadır. Boyadığınız bir alanın üzerine daha birçok alan yaratabilirsiniz. Öncelik sonralık sıralaması veya hiyerarşisini ortadan kaldıracak biçimde alanlar arasında geçişi mümkün kılabilirsiniz. Böylece birçok varoluşu aynı anda gözlemleyerek değişim ve dönüşümü aynı anda deneyimleyebilirsiniz. Ben akrilik boya kullanarak eserlerimde böyle bir dünya yaratmaya çabalıyorum.

Hem yüzeyde oluşturduğunuz figürler adeta resmin içerisinden fırlayan bir heykelmiş hissiyatı veriyor hem de her eserinizin bir şiiri olduğunu da biliyoruz. Sizin sanat görüşünüzde farklı medyumlar birbiri ile nasıl bir iletişim kuruyorlar ve birbirlerini nasıl tamamlıyorlar?

Eserlerimde renklerle yarattığım farklı dünyaları izleyenlerin de en az benim kadar deneyimlemelerini adeta içinde yaşamalarını amaçlıyorum. Bu deneyimi çok daha etkili kılmak adına renk alanları arasında derinlik etkisi yaratmaya çalışıyorum. Son dönemde sadece ışık ve renkle değil tekstil gibi kimi farklı malzemelerle üç boyutlu eserler meydana getiriyorum. Böylece ışık ve renklerle yaptığım derinlik etkisi sadece görsel değil fiziksel olarak da yer alıyor. Bu eserleri meydana getirirken hissettiğim düşünce ve duygu yoğunluğu kimi zaman medyumu aşarak dudaklarımdan dökülen sözlere dönüşüyor. Bu sözleri şiir olarak birleştiriyorum. Kimi zamansa dile gelen kimi sözlerin duygu ve düşünce coşkusu renklere dönüşerek kendilerini eserlerimde gösteriyor. Dolayısıyla anlatmak istediklerimi, izleyenlere yaşatmak istediğim deneyimi kimi zaman kelimelerle de destekliyorum.

Üretimlerinizi İstanbul, Samsun ve Washington olmak üzere üç birbirinden farklı şehirde sürdürüyorsunuz. Özellikle bu atölyeler arasında gidip gelirken kendinizde ve üretimlerinizde bir değişim fark ediyor musunuz?

İfade ettiğim gibi, dünyada değişmeyen tek şey değişimin kendisi. Farklı yaşamları, coğrafyaları deneyimlemek, değişimleri sadece düşünsel değil hayat pratiklerinde de duyumsamak insanı besliyor. Öte yandan uzun süredir yapmayı planladığım bazı projeleri hayata getirebilmek adına akademisyenliğe bir süre ara verdim. Şimdilerde İstanbul’daki atölyemde çok daha fazla zaman geçiriyorum. Planladığım projeleri tamamladıktan sonra farklı şehirlerdeki dönüşümlü çalışma tempoma geri döneceğim. Ne kadar planlasanız da hayatın neler getireceğini bilememek belki de yaşamın hem en zor hem de en eşsiz özelliği. İsteseniz de istemeseniz de değişimin bir parçasısınız, o da sizin bir parçanız.

Gülten İmamoğlu

Bir eserin zihninizde başlamasından fiziksel olarak var olmasına kadar neler yaşıyorsunuz? Özellikle eseriniz başka birinin koleksiyonuna veya evine dahil olmak üzere sizden ayrıldığında o vedalaşmada neler hissediyorsunuz? Bugün, bir eserinizin belki yolunuzun gerçek hayatta hiç kesişmeyeceği birinin evinde her gün o eve uğrayan başka kişiler ile yepyeni bir varoluşa bürünmesi sizde neler uyandırıyor?

Eserlerim yaşadıklarımın, duygu, düşünce ve deneyimlerimin yansımaları. Bunlar neticesinde renk, ışık ya da farklı malzemelerle dünyanın, yaşamın ve insanın aslında ne olduğu, ne olabileceğiyle ilgili önermeleri eserlerim aracılığıyla diğer insanlarla paylaşıyorum. Bunu paylaşırken biliyorum ki her bir insan eserlerime baktığında kendine özgü bir deneyim, farklı bir dünya tasavvuru yaşayacak. Eserlerime bakanların yüzlerinde bu deneyime tanıklık ettiğimde mutluluk duyuyorum. Eserlerimi seviyorum, onlarla ayrı düşmek üzücü olsa da onların yaşayan farklı mekânlarda başkalarının hayatına dokunuyor olduklarını bilerek mutlu oluyorum. Benim meydana getirdiğim çeşitli dünyaların başkalarının zihninde ve kalbinde bambaşka yeni dünyalar yaratmaya başladığını düşündüğümde heyecanlanıyorum.

Uluslararası birçok iş yapıyor olsanız da yoğunluklu olarak Türkiye’de yaşayan ve üreten bir sanatçısınız. Ülkemizde kadına atfedilen rollere baktığımızda sanatçı kimliğiniz içerisinde bir kadın olarak zorluklar yaşıyor musunuz? Ayrıca, otuz yılı aşkın bir süredir üretiyorsunuz. Bu süreç boyunca sanatçı ve kadın kimliğiniz üzerinden deneyimlerinizde sizce neler değişti?

Kariyerimin ilk yıllarından itibaren sanatçı, akademisyen ve anne sorumluluklarıyla tanıştım. O yıllarda tüm bu sorumlulukları aynı anda yerine getirmek oldukça zorlayıcıydı. Bugünlerde iki yetişkin kızımın iyi eğitimli ve topluma yararlı bireyler olduğunu görebilmiş olmak bir anne olarak gurur ve mutluluk verici. Neyse ki tüm bu zorlu süreçler boyunca ne sanat çalışmalarım ne de akademik görevlerim kesintiye uğramak zorunda kalmadı. Oldukça genç yaşta profesör oldum, sayısız sergi ve proje gerçekleştirdim. Annelik zorlu bir sorumluluk olsa da dünyanın en eşsiz duygusu. Şimdi geriye dönüp baktığımda o çok zorlandığım, çok yorulduğum yıllara rağmen tüm bunları elimden geldiği en iyi şekilde yapabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Gülten İmamoğlu

Öğrencilik yıllarımda sizin gibi kendine özgü güçlü dili olan sanatçı akademisyenlerden eğitim almış biri olarak bazen rol modellerimizden aldığımız ilhamı kendi özümüze dönüştürmenin zorluğuna tanıklık ettim. Öğrencileriniz ile sınıfta buluştuğunuz zamanlarda sanatçı ve akademisyen kimliklerinizi birbirine nasıl dönüştürüyorsunuz?

Aslında akademisyenlik ve sanat sürekli bir öğrencilik durumudur. Her ikisi de dünyaya, yaşama gözlerinizi hiçbir zaman kapamamanız, sürekli kendinizi güncellemenizi gerektiren misyonlardır. Düşüncelerinizi izleyenlerle, bilgi ve becerilerinizi öğrencilerle paylaşırken her defasında yeni deneyimlere kavuşur ve anlamaya, anlamlandırmaya devam edersiniz. Dolayısıyla sanatseverler de, öğrencileriniz de sizin asıl öğretmenlerinizdir. Zaten dünyanın, yaşamın kendisi bir okul. Eğer artık her şeyi öğrendiğinizi, anladığınızı düşünüyorsanız aslında hiçbir şey öğrenmemişsiniz demektir.

Kişisel bir merak ile bitirmek istiyorum. Hiç tamamen kendinize sakladığınız ve bizimle kolay kolay paylaşmayı düşünmediğiniz bir eseriniz oldu mu? Eğer olduysa daha sonra bu eserinizi paylaşmaya veya paylaşmamaya iten güç sizin için neydi?

Geçmişte yaşadığım bazı olaylara, dönemin psikolojisine bağlı olarak ürettiğim ve sergilemediğim eserler var. Bu eserler iyi veya kötü bu dönemleri hatırlamama, gerekiyorsa çıkardığım dersleri unutmamaya ya da baktıkça mutlu anıları yeniden yaşamama imkan veriyor. Öte yandan bir süredir üzerinde çalıştığım hala bitmediğini düşündüğüm, zaman zaman üzerinde çalışmaya devam ettiğim eserlerim de var. Kimi zaman meydana getirdiğiniz eserler tıpkı bir fotoğraf karesi gibi yaşadığınız deneyimlerin izlerini taşırken kimi zamansa hiç bitmeyen değişimlerin, dönüşümlerin yansımaları halini alıyor.

Kapak Fotoğrafı: Gülten İmamoğlu

İlginizi çekebilir: Başak Aydın’dan Kumru Eren ile Sohbet