Kişisel sınırlarımız temelde kim olduğumuzu gösterir. Fakat birçok insan sadece bir başkasını kırılmamak için kişisel sınırlarının ihlal edilmesine göz yummak zorunda olduğuna inanıyor. Duygularını bastırıyor, kendisini istemediği durumlar içerisine sokuyor çünkü; Hayır diyemiyor. Peki hayır diyememek gerçekten önemli mi? Bu yazıda hayır demenin önemini Gabor Mate’nin “Vücudunuz Hayır Diyorsa: Duygusal Stresin Bedelleri” kitabını baz alarak anlatmaya çalıştım. Gelin birlikte hayır demezsek neler olabileceğini inceleyelim!

1-277
Gloomy View | Fotoğraf: Flickr

Zar zor işten çıkıp kendinizi eve atmışsınızdır. Tek isteğiniz sıcak bir çay ve sonrasında uykudur ama tam o sırada bir mesaj gelir en yakın arkadaşınızdan “Hazırlan dışarı çıkıyoruz!” Kendinizi hazırlanırken bulursunuz bir anda istemediğiniz halde. Ya da bütün işlerinizi bitirmişsinizdir “Bugün on dakika erken çıkacağım!” diye sevinirken patronunuz yeni bir iş verir. Kendinizi mesaide bulursunuz, veriminiz azaldığı halde söyleyemezsiniz. Bunlar ve benzeri senaryolar eminim birçoğumuza tanıdık geliyordur. Çünkü çoğu zaman hayır demekte zorlanırız. Bazen en yakınlarımıza bile hayır diyemeyiz. Bazen de yeni tanıştığımız, hatta markette sıra beklerken önümüze geçen kişiye bile rahatsızlığımızı belirtemeyiz.

Hayır diyememenin altında yalnız kalma korkusu, yargılanma ihtimali, suçluluk, kaba algılanma veya kimseyi kırmak istememe gibi birçok farklı neden yatıyor olabilir. Fakat bu davranışın da çoğunlukla çocuklukta edinildiğini söylemek mümkün. Çocukluğumuzda bize bakım veren kişilerin bizleri “korumak” adına hayatlarımıza fazlasıyla müdahale olması farkında olmadan zarar vermektedir.

Hayır Diyememek: Bu Eğilim Nereden Geliyor?

Duygusal Stres

Duygusal Stres | Fotoğraf: Scientific American

Bakım veren kişi çocuğun yaşamına fazla müdahale olduğu takdirde çocuğun özgünlüğü zamanla kaybolmaya başlar. Burada özgünlüğü interesepsiyon yani iç referans veya içgüdü olarak düşünebiliriz. Sistematik olarak ne zaman yemek yiyeceğini, ne zaman uyuyacağını, ne giyeceğini, nasıl davranacağını belirleyen bir büyük varsa, çocuk zaman içerisinde iç referansını kaybeder. Bu hem bağ kurma problemleri yaratır hem de beden – beyin bağlantısını dengesizleştirir. Kişi beden ile bağlantısı koptuğu zaman duygularını bastırmaya başlar. Duyguları sürekli bastırmak vücutta doğal olmayan bir biyokimyasal ortam yaratır bu da kronik strese neden olur.

Kronik stres sonucu sinir sisteminin dengesi bozulmuş bir beden, tehlike altında olmadığı durumlarda bile kaç-savaş tepkisi vermeye devam eder. Aslında bu durum çocuklukta özgünlüğü kaybetmiş olmanın bir sonucudur. Yani içgüdülerimizle temasımızı yitirdiğimiz anlamına gelir. Dolayısıyla hem mental hem de fiziksel problemler oluşmaya başlar.

Duygusal Stres: Peki Ne Olacak?

Sınırlar | Fotoğraf: Unsplash/@hjrc33

Duyguları bastırmak, sistematik olarak hayır diyememek bir karakter bozukluğu veya psikolojik rahatsızlık değildir fakat hastalıklara neden olabilir. Gabor Mate’nin söylemiyle, “hastalık sadece dıştan gelen bir saldırının sonucu değildir; iç ortamı bozulmuş savunmasız bir konakta gerçekleşir.”

“İç ortamı bozulmuş savunmasız bir konak” günlük yaşantımızda sinir sisteminin dengesizliği ile kendisini gösterir. Sağlıklı bir sinir sistemi, içinde bulunduğu duruma göre tepki gösterir. Örneğin yolda yürürken freni bozulmuş bir arabanın hızlıca üzerimize geldiğini gördüğümüz zaman bedenimiz adrenalin salgılar ve kaç-savaş tepkisi verir. Bu sayede arabadan kaçabiliriz. Ya da duruma göre bedenimiz kendisini tamamen kitler. Kanımız organlarda toplanır, kalp ritminiz yavaşlar çünkü; sinir sitemininiz don tepkisi vermiştir. Kısaca, tehlike anında ya kaçarız ya savaşırız ya da donakalırız. Günlük yaşantımızda ise arkadaşlarımızla oturup sohbet ettiğiniz zaman kendimizi güvende hissederiz. Böylece sinir sistemimiz sosyalizasyon, sosyal iletişim, tepkisi verir.

Hayır Diyememek
Hayır Diyememek | Fotoğraf: Harvard Business Review

Sağlıklı bir sosyal ortama ve sağlıklı sinir sistemine sahip olan bir birey duruma göre bu üç tepkiyi verir. Fakat sinir sisteminiz disregüle olduğu zaman sosyalleşmemiz gereken yerde kaç-savaş tepkisi verebiliriz. Bizimle sohbet etmeye çalışan birisini düşman olarak algılayabilir, endişe duyabilir veya saldırganlaşabiliriz.

Otonom sinir sistemimizin içinde yer alan bu mekanizmalar 0-6 yaş arası gibi erken dönemde şekillenir. Kronik stres, anksiyete bozuklukları ve hatta ALS gibi rahatsızlıkların kökeni de sinir sisteminin gereksiz aktif olmasıdır. Sinir sisteminin gereksiz aktif olması, güvenli ortamdayken bile kendimizi tehlike altında hissetmemize neden olur. Beden – beyin bağlantısı dengesizleşmiştir. Böylece kişi sağlıklı tepki verememeye başlar.

İç Ortamı Bozulmuş Bir Konak Olarak Bedenimiz

Hayır Diyememek
Hayır Diyememek | Fotoğraf: Unsplash/@stayandroam

Dr. Gabor Mate “Ciddi bir hastalıkla boğuşan hastaların hemen hemen hepsi yaşamlarının önemli bir alanında hayır demeyi öğrenememiş kişilerdir.” der. Mate ve ekibinin yaptığı bir araştırma gösteriyor ki, ALS hastalarının tümü “melek gibi”, kimseyi kırmayan, hayır diyemeyen ve kendilerinden sürekli ödün veren aşırı “kibar” insanlar. Yine ALS hastalarını inceledikleri zaman görüyorlar ki, bu insanlar için bir başkasını reddetmek büyük bir suçluluk duygusuna neden oluyor. Bu nedenle birçok ALS hastası suçluluk duygusundan kaçınmak için mutsuz olma pahasına kendi taleplerini en son sıraya alıyor.

Başkalarının duygularının sorumluluğunu almak, hayır diyememek, duyguları bastırmak ve sonucunda iç referansımızı kaybetmek yalnızca ALS’ye değil başka birçok rahatsızlığa neden olabiliyor. Örneğin sempatik sinir sistemi (kaç – savaş modu) çok aktif durumda olan kişilerde anksiyete, panik atak, öfke problemleri, yüksek tansiyon, baş ağrısı, hastalıklara yatkınlık, uyku bozuklukları, boyun omuz ve sırtta gerginlik görülme ihtimali artar. Aynı şekilde parasempatik sinir sistemi (teslim modu) çok aktif olan kişilerde ise bellek problemleri, depresyon, yorgunluk, mide sorunları, umutsuzluk, fibromiyalji, düşük kan basıncı ve tip 2 diyabet görülme ihtimali artıyor.

4-166
Duygusal Stres | Fotoğraf: npr

Kronik bel ağrıları, geçmeyen baş ve sırt ağrıları, boşluk hissi, sistematik olarak endişe içinde olmak aslında boşuna değil. Bedenimizin bize anlatmak istediği bir şey var. Geçmeyen bir ağrı veya kötü bir his varsa haberci aslında bir şeylerin değişmesi gerektiğine dair. Bunu ancak öz farkındalığımız arttıkça görebilmeye başlıyoruz. Biz ise oto pilotta yaşadığımız, anlık çözümler aradığımız, mutlak haz ve mutluluk peşinde koştuğumuz için göremiyoruz çoğu zaman bu mesajları. Çoğunlukla zihnimizde yaşıyoruz. Biraz olsun kafamızdan çıksak ve bedenimize girsek, beden – beyin bağlantımızı geliştirsek, sinir sistemimizi tekrar regüle etsek hayatımızın da değişmeye başladığını göreceğiz.

Kişisel sınırlarımız temelde kim olduğumuzu gösterir. Fakat sistematik olarak duygularını bastıran ve bu nedenle sınırlarının bir başkası tarafından ihlal edilmesine göz yuman bir kişi, kendisine ait olan duyguları kendisine ait olmayandan ayırt etme kapasitesini de yitirmeye başlar. Bu karmaşa yalnızca psikolojik düzeyde değil aynı zamanda hücreler, dokular ve organlarda da kedisini göstermeye başlar çünkü esas görevi vücudu korumak olan bağışıklık sisteminin kafası karışır. Kendisine ait olmayanı ayırt edemez ve vücudu tehlikelere karşı koruyamaz.

Hayır Diyememek
Hayır Diyememek | Fotoğraf: Unsplash/@kevin_butz

Özetle, sistematik olarak sınırlarımızın bir başkası tarafından ihlal edilmesine göz yumduğumuz zaman bedenimiz hayır demeye başlıyor, bizim aksimize. Temelinde ise yaşanan duygusal baskı yatıyor. Eğer sizde birçok insan gibi hayır demekte zorlandığınızı fark ediyorsanız, belki bu kararınızı tekrar gözden geçirmenin zamanı gelmiştir. Bugünden itibaren yavaş yavaş “hayır” demeyi pratik etmeye ne dersiniz?

Kapak Fotoğrafı: Unsplash/@erinlarsonphotography

İlginizi çekebilir: Ezgi Şengel’den İkna 101