Histeri, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip ve belki de tarih boyunca en çok araştırılan, hakkında en çok tartışma yapılan konulardan birisi. Histeri, Antik Mısır’dan Hipokrat’a dek birçok medeniyetin ve döneminin önde gelen kişilerinin ilgisini çeken bir konu. Histerinin bu kadar ilgi çekip tartışma yaratmasının nedeni ise daha önce hiçbir hastalığın sadece ruhsal nedenlerle oluşabileceğinin düşünülmemesiydi. Histeri yaşayan kişilerin fizyolojik olarak bir probleminin olmamasına rağmen bayılma, yürüyememe, konuşamama, körlük gibi semptomlar gösteriyor olması tıp dünyasında bu kişilerin rol yaparak ilgi çekmeye çalıştıklarının düşünülmesine neden oldu. Ancak histeri yaşayan kişiler rol yapmıyordu. Onların konuşamaması, bayılması hatta yürüyememesi bile gerçekti. Üstelik bu sadece ruhsal çatışmalardan kaynaklanıyordu. 

Histeri | Fotoğraf: Elina Krima (pexels.com)

Histerinin tarihine baktığımızda ilk olarak Hipokrat’ın yazılarında bahsedildiğini görüyoruz. Histeri, Antik Yunan’da rahim anlamına gelen bir kelime ve bu rahatsızlığın yalnızca kadınlarda görüldüğü düşünülüyordu. Hipokrat’a göre histerinin nedeni rahmin vücut içinde hareket etmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle histeri sırasında yaşanan sıkışma, boğulma gibi semptomlar rahmin bu bölgelere hareket ederek geldiği şeklinde yorumlanıyordu. Hipokrat, kadın bedeninin yeterli cinsel ilişkiye girmemesinin histeriye neden olduğunu düşünmekteydi. Tedavide ise hareketli rahmi sabitlemek için çeşitli karışımlar kullanmak ve cinsel ilişkiye girmek yöntemleri kullanılıyordu.

galens
Galen | Fotoğraf: Pinterest.com

Hipokrat’tan sonra MÖ 2. yüzyılda Soranos ve Galen rahmin vücutta dolaşamayacağını ileri sürmüş ve histerinin erkeklerde de görülebileceğini ortaya atmıştı. Galen’e göre kadınlarda da erkeklerde olduğu gibi meni benzeri bir vücut sıvısı yer alıyordu ve bunun dışarı atılmaması histeriye neden olmaktaydı. Orta Çağ’da ise histeri nöbeti geçiren kadınlar cadılıkla suçlanmaktaydı. Cadı avlamak için yazılan kitaplarda histeri nöbeti sırasında görülen titreme, kasılma, boğulma semptomları cadılık ya da kişinin içine şeytan kaçması şeklinde yorumlanıyordu ve bu kişiler yakılıyordu. 

Histeri’nin tedavisi için denenen yöntemlere baktığımızda ise oldukça sıra dışı metodların kullanılmakta olduğu görülüyor. Bunlar arasında rahmin alınması, rahmin yakılması gibi yöntemler denense de daha çok Hipokrat’ın görüşüne dayanan cinsel birleşmeyle ilgili yöntemler referans alınıyordu. Bunlardan bazıları doktorlar tarafından vajinaya masaj yapılması, tazyikli sular ve çeşitli objelerin denenmesi gibi yöntemlerden oluşuyordu.

histeri-tedavi-masaj
Histeri Tedavisinde Masaj

Daha sonra ise doktorların el bölgesinde çeşitli hastalıkların oluşmaya başlaması ve hijyen koşulları yeni yöntemler gelişmesinin önünü açtı. 19. yüzyılda icat edilen masaj aletleri (vibratör) histerinin tedavisinde kullanılmaya başlandı. Yani günümüzde kullanılmakta olan vibratörlerin tarihi histeri tedavisine dayanıyor. 

histeri-tedavi-aletler
Histeri Tedavisinde Kullanılan Aletler ve Vibratör | Fotoğraf: Pinterest.com

Histeri hakkındaki görüşlere dönecek olursak, 16. yüzyıldan itibaren histerinin ruhsal kökenli olabileceği düşünülmeye başladı. Bu konuda en önemli adım 19. yüzyılda Charcot ve Freud’un çalışmaları olarak gösteriliyor. Charcot, histeriyi organik kökenli olan felç ve inme gibi nörolojik hastalıklardan ayırmıştı. Hipnoz ve telkinle histerinin tedavi edileceğini savunuyordu. 1882 yılında Sigmund Freud ve Josef Breuer hipnoz ve histeri üzerine çalışmalar yapmaya başladı. Dönüm noktası olay ise Breuer’ın Anna O. takma isimli vakası oldu. Anna, babasının ölümü üzerine histeri krizleri geçirmeye başlamıştı. Transa girerek çeşitli imgeler görüyordu daha sonra bu duruma konuşamama ve yürüyememe eklenmişti. Ana dili olan Almanca’yı dahi unutup İngilizce ve Fransızca konuşmaya başlamıştı. Breuer, Anna’ya hipnoz ve ‘’konuşma kürü’’ uyguladı ancak tedavi sırasında Anna’nın Breuer’e karşı duygusal bir bağ geliştirmesi nedeniyle Breuer bu vakayı Freud’a devretti. 

histerik-kadin-1-paragraf
Anna O. Vakası | Fotoğraf: Pinterest.com

Anna O.’nun göstermiş olduğu fiziksel semptomları, Anna’nın babasına karşı hissettiği cinsel arzu ve bu arzunun bastırılmasıyla cinsel bir çatışmaya dönmesi olarak yorumlayan Freud, aslında yaşanamayan cinsel arzuların fiziksel belirtiler şeklinde ortaya çıkabileceğini dünyaya kanıtlamış oldu. Freud, Anna’nın Breuer’e beslediği aşkı babasına duyduğu arzunun Breuer’e aktarılması olarak yorumluyordu. Anna’nın daha sonra kadın hakları aktivisti olmasını ve seks işçilerine yardım etmesini de yaşayamadığı duyguları bu şekilde dışarı yansıtmakta olduğu şeklinde açıklıyordu.  

breuer-anna-o-freud
Breuer, Anna O. ve Freud | Fotoğraf: Pinterest.com

Tarih boyunca kadınlar sadece erkek cinselliğine hizmet eden ve çocuk doğurmaktan ibaret varlıklar olarak algılandı. Toplumda yerleşen bu normlar kadınların cinsel isteklerini bastırmaya ya da bu isteklerinden dolayı kendilerini suçlu hissetmelerine neden oldu. 20.yy’da bile gerek Amerika’da gerekse Avrupa’da kadının cinsel istekte bulunmasının imkansız olduğu düşünülüyordu.

Konu sadece cinsellikle de sınırlı değildi. Birçok alanda geri plana atılıyor, toplumun kendilerine uygun gördüğü yemek pişirme, temizlik yapma, çocuk bakma, iyi bir eş olma gibi rolleri yerine getirmekten başka seçenekleri olmuyordu.  Duygusal olarak da hisleri yok sayılıyordu, fikirleri bir anlam ifade etmiyordu. Bu kadar yoğun şekilde baskı altında kalan kadınlar ise sözel olarak ifade edemedikleri isteklerini fizyolojik belirtiler olarak dışarı yansıtabiliyorlardı. Bugün baktığımızda ise aradan asırlar geçmesine rağmen toplumun kadına yüklediği anlamda büyük bir fark olmadığını görebiliyoruz. Neyse ki rahim anlamına gelmesi ve kadınlara özgü bir sorun olarak kalıplaşmış olması nedeniyle cinsiyetçi bir terim olan histeri günümüzde kullanılmıyor. Değişen ismiyle histeri tanı sisteminde Konversiyon-Somatizasyon bozukluğu olarak yer alıyor. 

Kapak Fotoğrafı: Elina Krima (pexels.com)

İlginizi Çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Sigmund Freud