14. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali yarın başlıyor!
theMagger olarak festivalin en ilham verici, en güzel keşiflerle dolu bölümü Keş!f’i yakından takip ettik ve bu bölümde yarışan filmleri yorumladık. Adı üstünde, festivalin yeni yönetmenler keşfetmeye en elverişli bölümü olan, üstelik ilk ya da ikinci filmlerini çekmiş olan bu yönetmenlerden birini ödüllendiren bir yarışma bölümü olma özelliği taşıyan Keş!f, benim de !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde en sevdiğim bölümlerden biri oldu her zaman. Bu yıl Keş!f’ten izlediğim ilk üç film sırasıyla İsrail, Brezilya ve Türkiye’den oldu…

Haganenet | Nadav Lapid, Fransa, İsrail

haganenet
Haganenet / The Kindergarten Teacher (2015, Nadav Lapid)

Festival programı açıklandığından beri en merak ettiğim filmer arasında yer alan Haganenet, bir anaokulu öğretmeninin yetenekli öğrencisi ile olan ilişkisine odaklanıyor. Söz konusu yetenek şiir. Beş yaşındaki Yoav’ın zaman zaman adeta transa geçerek dikte ettiği dizeler, pek de beş yaşından bir çocuktan duymaya alışkın olduğunuz türde değiller. Anaokulu öğretmeni Nira da bunun farkına vardığı anda, her gün biraz daha saplantıyla, her gün bir parça daha coşkuyla Yoav’ı desteklemek, onun başarılı ve tanınan bir şair olabilmesi için elinden geleni yapmak istiyor. Filmi izlerken kimi zaman bir “altın yumurtlayan tavuk” hikayesi gibi okudum olanları, kimi zamansa sağlam bir sanat ve/veya toplum eleştirisinin karşısında buldum kendimi. Hagananet sanatçının kimliğinin sanat eserinin değeri üzerindeki etkisini, sanatçının toplum içindeki (gittikçe küçülen) değerini ve biraz daha doğrudan bakacak olursak bir çocuğun yeteneğinin nasıl kontrol edilebileceğini (ya da edilip edilemeyeceğini) tartışıyor. Yönetmenin ilk uzun metrajı Policeman‘i izlemedim, fakat hem yönetmen hem de senarist kimliğiyle Nadav Lapid’in hikaye anlatımını ve eleştirisini izleyicinin gözüne sokmadan yapabilişini oldukça takdir ettim.

Ventos de Agosto | Gabriel Mascaro, Brezilya

ventos de agosto
Ventos de Agosto / August Winds (2015, Gabriel Mascaro)

Yaşam ve ölüm… İlk birkaç dakikasında Ventos De Agosto farklı toplumsal sınıflardan bir kadın ve bir erkeğin ilişkisinin hikayesini, inişlerini-çıkışlarını anlatacakmış gibi gelecek size de. Fakat filmin tek derdi var: yaşam ve ölüm. Ana karakterlerin yaşamıyla ilgisi olan ya da olmayan birkaç sahneden Brezilya’nın bu sahil kasabasındaki yerlilerin ölüme olan bakışının çok farklılaşabildiğini ve özellikle ‘denizin’ insanların ölüm ve yaşam algılarında nasıl bir etki yarattığını görüyoruz. Deniz verdiklerini alıyor, deniz aldıklarını vermek istemiyor ve hatta deniz nefes alarak yaşamaya devam ediyor. İnsanlar gelip geçiyor ve zamanı geldiğinde ölüyor; bazen onyıllar sonra tek bir kemik parçasından hatırlanabilecek, bazen birkaç gün sonra tüm hatıralardan silinmiş olabilecek şekilde. Ölüler şekil değiştiriyor; bir noktaya kadar çürüyecek, bir noktadan sonra oldukları gibi kalacak şekilde. Ventos De Agosto‘nun en büyük sürprizi, bir ilk film olmasına rağmen ne kadar güçlü hisler uyandırdığı, doğayı ne kadar güçlü bir şekilde, denizi ve ölümü adeta birer karakter gibi nasıl kullandığı… Yönetmen ve senarist Gariel Mascaro’nun yine kendi elinden çıkan görüntüler ve filmin oldukça başarılı ses tasarımının da bu gücü yaratmadaki etkisinin büyük olduğunu da eklemek gerek.

Toz Ruhu | Nesimi Yetik, Türkiye

toz ruhu
Toz Ruhu (2015, Nesimi Yetik)

Toz Ruhu da bir ilk film. Toplumsal normların kadınlara yüklediği bir mesleği icra eden bir adamın, gündelikçi Metin’in hikayesini anlatıyor. Bu adamın aynı zamanda hayallerinin peşinden İstanbul’a geldiğini ve onların peşini halen bırakmadığını anlıyoruz: arabesk şarkıcısı olmak istiyor Metin. Film boyunca Metin’in mesleği, hayalleri, yaşam tarzı ya da kişiliği nedeniyle yargılanılmasına fakat Metin’in bunlar olmuyormuş gibi renkli ve umut dolu yaşamına devam etmesine tanık oluyoruz. Bir de insanların onu ihtiyaçları olduğu için kullanmalarına, işleri görülene kadar aralarında sıcak bir ilişki olduğu yanılsamasını yaşamasına izin verişine… Geçtiğimiz Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film dahil üç ödül alan bu yerli yapımdan iki önemli replik kaldı aklımda: Biri Metin’e şöhret basamaklarını bu kadar hızlı inmemesi gerektiğinin söylenmesi; diğeri ise ona yöneltilen “Umurlarında mısın sanıyorsun?” sorusu. Fakat Tansu Biçer’in oyunculuk (ve hatta şarkıcılık) yeteneğinin bıraktığı izin yanında bunların lafı bile olmaz. Toz Ruhu Türkiye’deki cinsiyet ve mesleklere biçilen rolleri ve toplumun bu kalıpların dışına çıkıldığındaki tepkilerini iyi gözlemlemiş, fakat bunu çok da yaratıcı bir şekilde anlatamamış bir film. Tansu Biçer ise kesinlikle filmin en büyük şansı olmuş.