Bugünün dünyasında insanlar değil de maymunlar olsaydı nasıl olurdu? Sinemanın beslendiği bir soru bu aslında, başka canlıların da evrimleşip “insanlaşması”.Steve Oram, Aaaaaaaah! filmiyle aynı soruya farklı bir açıdan yaklaşmış. Hayvanların evrimleşmesinden ziyade insanın evrime uğramamasına değinmiş ve bu insan görünümlü maymunları bugünün dünyasına, modern dünyaya yerleştirmiş.

Aaaaaaaah!
Aaaaaaaah!

AAAAAAAAH! | Steve Oram, Birleşik Krallık

İnsanın hala daha maymun olduğu bu dünyada bizim aşina olduğumuz bir dil yok; bir maymundan çıkmasını bekleyeceğimiz sesler var yalnızca. İçgüdüleriyle davranan bu insanımsılar geçmiş için ileri, bugün için ise ilkel bir düzeyde. Yönetmenin göstermeye çalıştığı da bir bakıma bu arada kalmışlık; ne ilkel ne de modern olan [insanlar]. Postmodern Aaaaaaaah! filmi insanın ve insan yaratımı olan dünyanın modernliğini, medeniliğini sorguluyor. Bugünün dünyasında modern olarak tanımlanan ancak yalnızca görüntüden ibaret olanları izleyicinin adeta gözüne sokuyor. İnsanı izlerken rahatsız eden öğeler, yer yer (traji)komik sahneler ile söylemek istediklerinin altını çizmeyi başarıyor. El kamerasıyla çekilen ve bu bağlamda bir belgesel niteliği kazanarak izleyiciyi “gözlemci” konumunda tutan yapım, bu senenin –The Revenant”tan (Diriliş) sonra– en sade intikam filmi. İlk başta sıkıcı ve anlamsız gelebilir, fakat ilk 10 dakikanın ardından ilgi çekmeye ve düşündürtmeye başlıyor. Benim için yarışmanın favorisi.

Notes on Blindness
Notes on Blindness

NOTES ON BLINDNESS | Pete Middleton & James Spinney, Birleşik Krallık – Fransa

Bir teolog olan John Hull görme yetisini yavaş yavaş kaybetmeye başlar. Etrafında olup bitenleri göremediği, eski anılarını unutmaya başladığı, bilincini yitirdiği bu süreci aşmak ve körlüğe yenilmek için sesli günlükler tutmaya karar verir.

Notes On Blindness başlıklı bu günlüğün (ve tabii ki Jonh Hull’un) belgeselleştirilerek bir biyografi haline getirilmesi ilk bakışta pek de anlamlı gelmiyor insanın kulağına. Hatta bağımsız yapım olduğunu bilmesem Hollywood’un zorlama senaryolarından biri olduğunu bile söyleyebilirdim. Fakat Notes On Blindness ilk dakikasından itibaren insanı etkilemeyi başarıyor. Film, biyografinin nasıl çekildiğiyle başlıyor. Sahnelerle ses kayıtlarının nasıl üst üste oturtulduğu, oyuncuların nasıl yalnızca dudaklarını oynattıklarını açıklıyor. Böylesi bir zahmete girilmesi bile oldukça etkileyici, özellikle de bağımsız bir yapım olduğunu göz önünde bulundurursak çok daha değerli.

Fakat filmin asıl önemi bu körlüğün doğuştan olmayışı ve bir anda gelmeyişi. Bir süreç söz konusu. İnsanın önlemler almasına fırsat tanıyan, yaşadıklarını hazmetmesine imkan sunan bir zaman aralığı. Bu süre zarfında Hull yaşamaya başladıklarını idrak ediyor, yorumluyor ve çözüm arayışına giriyor. Bir yandan da yeni hayatını tanımaya ve eskisiyle kıyaslamaya başlıyor. Zihnindeki görsellerin de kaybolmaya başlayan ışıkla birlikte silindiğini gözlemliyor, umut ve umutsuzluk ikilemini yaşıyor, görmeye açlık duyuyor ve günlükleri tutmaktaki amacını unutuyor; körlüğün “anlamına” ilişkin sürdürdüğü düşünsel çalışmayı korkuları ve acıları sebebiyle bırakmanın eşiğine geliyor.

Hull’un mu bahsetmekten kaçındığını yoksa biyografide mi yer verilmediğini bilmiyorum, ancak filmin bir teologun düşünsel sürecine, bulunduğu durumu sorgulamasına değinilmiyor. Durumun şeffaflığını bozup dinsel bir tartışmaya sokacağını ve de bu haliyle Hull’un günlüğünün değerini yitireceğini bilmeme karşın yine de bu sorgulamaya tanık olmak isterdim. Yine de filmi izlerken almış olduğum, sayfalarca süren notlar bile beni fazlasıyla tatmin etti. Son olarak Notes On Blindness’ı iyi ya da kötü İngilizcesi olanların gözünü kapatarak izlemesini tavsiye ederim. Hem kelimelerin vurgusuna odaklanmada hem de anlatılan durumu bir anlamda yaşamaya yardımcı oluyor. Ben öyle yaptım, memnun da kaldım. Senenin muhtemelen en iyi belgeseli/biyografisi olacak bu yapımı kaçırmamanızı da ayrıca öneririm.