Günümüz müziğine yön veren İngiltere hakkında düşündüğümde, aklıma şöyle bir soru geliyor: Başlangıçta hiçbir müzik türünün çıkışında etkisi olmayan bir ülke, nasıl oluyor da sömürdüğü ya da nazik bakış açısı ile kurulmasına yardım ettiği ülke veya ülkelerin kültür değerlerini kendi potasında eriterek kendisine mal etmeyi bu kadar estetik bir şekilde becerebiliyor?

Blues

Blues hakkında dinlerken hissettiğimiz duyguların başında şansızlık, ihanet, pişmanlık ve acı gelir. Aşkını kaybedersin hüzünlenirsin (you get the blues), arkadaşın ölür hüzünlenirsin, akrabalarını kaybedersin hüzünlenirsin, haksızlığa maruz kalırsın hüzünlenirsin, hayal kırıklıkları yaşarsın hüzünlenirsin. Genel olarak blues kişisel meseleler ve kişisel acılardan bahsetse de, özünde kendine acıma duygusundan çok daha öte bir anlam taşır.

Blues, Amerikan tarihi, daha doğrusu Afrikalı Amerikalıların tarihinde derin kökler salmıştır. Blues Amerika’nın güneyindeki çalışma kamplarında 19. yüzyılda kök salmıştır. Onu yaratanlar eski köleler ve kölelerin yaşayan akrabaları olmuştur. Pamuk ve sebze tarlaları kölelerin sahnesi ve acıların beşiği olarak blues müziğinin derin kavramlarını beslemiştir. Önceleri Afrika dinlerinin kısa ilahileri ve yakarışları ile başlamış olsa da, sonraları gerçek hayatın tüm iniş-çıkışlarını derleyen bir antoloji olarak karşımıza çıkmıştır.

Blues, Missisipi deltasında büyümüş ve kendisinden sonra ortaya çıkacak Jazz müziğine ilham kaynağı olmuştur. Blues ve Jazz daima birbiri ile etkileşim halinde olmuş ve birbirini çeşitli açılardan beslemiş ve ilham kaynağı olmuştur.

Blues, Jazz’ın aksine güneyden ortabatıya  1930 ve 1940’larda yayılmıştır. Delta blues’un  Missisipi ve etrafındaki kırsal bölgelere yayılmasından sonra, Chicago blues olarak anılan tür gelişmeye başlamış, Elektrik gitar amfilerinin kullanılması ile blues türünde akustik ortamdan elektronik ortama ince bir geçiş yaşanmıştır.  Birçok bölgesel blues stilinin ortaya çıkmasından sonraki on senelik dönem, Rhythm & Blues ve Blues ‘n Rock ‘n Roll türlerine esin kaynağı olmuş ve bu türlerin temel çatısını oluşturmuştur.

Birçok iddianın aksine blues, bir tek kişi tarafından oluşturulmuş ya da icat edilmiş bir müzik türü değildir. 1800 lerde başlayan 1900’lerde devam eden uzun bir yolculuk içerisinde, yüzlerce kişinin katkısı ile harmanlanarak, efsanevi mitler ve acı gerçekler barındıran gerçek bir tarih kitabı niteliğine kavuşmuştur.

Rock

Rock müzik, 1950 lerde Amerika’da  “rock and roll” türünden esinlenilerek ortaya çıkmıştır.  Temel olarak  electric blues , R&B ve Country tarzlarının bir yorumu olarak gelişmiş ve Amerika üzerinden Avrupaya yayılmıştır.

Punk Rock

Veya kısaca Punk, bir rock müzik türüdür. Ve 1974 ve 1976 yılları arasında Amerika’da ortaya çıkmış ve İngiltere üzerinden Avustralya’ya kadar yayılmıştır. Punk terimi 1970’lerin başlarında ilk defa Amerikalı  müzik eleştirmenleri tarafından ortaya atılmıştır. Kendine has asi ve kural tanımaz tavrı bir döneme damgasını vurmuş, bir bakış açısı bir yaşam felsefesi formuna bürünmüştür.

Elektronik Müzik

II. Dünya Savaşı sonrasında yerle yeksan olan Almanya’nın müzik ve sanatta kaybettiği yolu tekrar bulabilmek için ortaya çıkardığı yeni yol olarak görülebilecek elektronik müzik, disco dönemi  Amerikası ve 70’lerdeki Gay hareketi ile yeşeren bir müzik dalı olarak.. House, techno ve türevlerine yine Amerika’da dönüşmüştür. Detroit otomotiv sanayisinin çöküşü ve buhran dönemlerinde ortaya çıkan techno müziğinin derinliklerine hiç girmiyorum bile…

Tüm bu akımların, Amerika’dan İngiltereye göçü sonrasında ortaya çıkan yeni gruplar, bakış açıları ve anlayışların İngiliz entelijansı ile harmanlanması, taşın yontularak heykele dönüşmesi kadar estetik süreçler ihtiva etmiştir. Burada tüm bu müzik türlerini geliştiren ve tali janrlarını oluşturan mega grupların veya müzisyenlerin herkes tarafından bilinen adlarını, tekrar zikretmenin gereği olmadığını düşünüyorum. 

İngiltere’nin müzik alanında yaptıklarını, diğer birçok alanda yaptığını da görmek mümkün. “İyi olanı al – geliştir – farklı bakış açısı getir – cilala- kendine mal et – pazarla “ formülü ile çalışan bu sistem bugüne kadar hiç sekmeden görevini yerine getirmiştir..

Ülkemiz müziği açısından bu formülün herhangi bir şekilde uygulanabilmişliğini görmüyor olmak gerçekten çok üzücü.  Anadolu medeniyetleri ve kültürel mirası üzerinde kurulu olan ülkemizin kendi medeniyetlerine ait müzik enstrumanlarını bile yaratıcı bir şekilde kullabildiğinden emin değilim. Evrensel  müzik normlarının uygulanamıyor olması ve kendi özgün müzik örgülerimizin dünya pazarına sunulamıyor olması ise ayrı bir fiyasko..

Umarım günün birinde, sahip olduğumuz müzik birikimimiz, ve anlatacak güzel hikayelerimiz İngiliz itinası ile işlenerek özgün eserler ve yepyeni bir sanat anlayışı çerçevesinde geniş kitlelere sunuluyor hale gelir.

Ümidimi kesmeden bekliyorum.