Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ’un Aşk-ı Memnu’nun bittiği günden bu yana süregelen ölümsüzleşmiş bir enerjisi var. Netflix de bu fırsatı değerlendirmek istemiş belli ki. Pek yönetmenlik tecrübesine şahit olmadığımız Gönenç Uyanık’la, neredeyse her görüntü yönetmenliği tecrübesine hakim olduğumuz Gökhan Tiryaki’yi buluşturan bir yapım bu. Filmin fragman ve pazarlama süreçlerinden de anlayacağınız üzere neredeyse tüm hikaye New York’ta geçiyor. İnce işçilikli görüntüler ve güzel müziklerle beraber, kadrosuna güvenen ve seyircisini avcunun içine alabileceğine emin olan bu filmde göze çarpan bazı bariz eksiklikler de yok değil… İzlemek isteyenler için adres Netflix Türkiye.

Fotoğraf: İstanbul İçin Son Çağrı

Hikaye bu ikilinin İstanbul – New York uçuşu sonrasında, havalimanında başlıyor. Kaçamak bakışlarla birbirlerini yokluyorlar ve son derece hızlı bir şekilde bir iletişim kuruluyor. Zira kadının valizi başkası tarafından yanlışlıkla alınmış, kendi valizini bulamayınca bizimkisi hemen bunu fırsat bilip muhabbeti açıyor. Hikaye bu noktada inandırıcılıktan uzak bazı gelişmelerle izleyicisine biraz hakaret ediyor. Mesela kadın meğer cep telefonu ve cüzdanını o kayıp valizin içinde bırakmış. Yani bu tarz bazı eşikler atlanabilirse keyifli anlar da geliyor arkasından ama bu tamamen izleyicinin izlediği filmi ne kadar ciddiye aldığıyla alakalı. Valizin peşine düşen ikili bazı yakınlaşmalarla beraber aynı otelde kalmaya karar veriyor. Ayrı ayrı odalar tutuluyor, beyefendi hanımefendiyi çatı katındaki caz bara davet ediyor. İkisinin de aslında evli barklı insanlar olduğunu öğreniyoruz ki bu yaşananları daha da alengirli hale getiriyor…

Fotoğraf: İstanbul İçin Son Çağrı

Editör Notu: Devamı spoiler içermektedir.

İkilinin birbirlerine Ryan ve Samantha olarak hitap etmeye başlamaları, sadakat vb. konulardaki bazı imalı ve aforizma esanslı konuşmalarından kıllanıyoruz hafiften. Bir ‘roleplay’ konsepti göze çarpıyor en azından. Otelden çıktıkları anlardan itibaren daha çok keyif vermeye başlıyor hikaye. Türkçe küfürlerle harmanlanan bir dayak sahnesi ve fake orgazm yarışması ile elinde yaratıcı sayılabilecek malzemeler olduğunu gösteriyor bize film. Sonrasında ikilinin meğer birbirleriyle evli olduklarını öğreniyoruz ama bu bilginin seyirciye geçiriliş şekli çok kötü. İnandırıcılıktan uzak şekilde valizde unutulmuş olan telefonun duvar kağıdı ile anlıyoruz her şeyi… Yani eldeki malzeme, daha zekice yazılmış bir senaryo ile çok daha farklı bir seviyeye erişebilirmiş. 

Fotoğraf: İstanbul İçin Son Çağrı

Yine flashback’lerle beraber ilgi çekici kılınan bazı konular var. İlişkinin dinamiklerini anlıyoruz. Fakat bu dinamikleri anlarken karakterleri derinlemesine tanıyamıyoruz. Sadece 2 karaktere odaklanan bir filmde bu eksiklik büyük bir kayıp bence. Karakterleri daha iyi tanıyabilsek, onlarla kuracağımız bağ, filmi çok daha kişisel bir yerden ele almamızı sağlayacak ve bu tarz bir hikaye de filmin elini oldukça güçlendirecek halbuki. İlişkinin kurtarılma çabası ve bağlanacağı yeri merak ederek izledim ama bağlandığı yerden de pek tatmin olamadım açıkçası. New York’ta bu işi bu bulmuş Serin’in peşine takılması gereken Mehmet, bir mektup yazıp gidiyor. Yani madem bu kadar seviyorsun eşinin peşinde New York’a gidip onun bu şansı değerlendirdiği süreçte destek olmak çok da zor olmasa gerek… Mutlu sonları severiz ama belli koşullarda hafif tat kaçırabiliyor, eminim çoğu izleyen de bu konuda aynı fikirdedir. Sevgiler.

 Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: İstanbul İçin Son Çağrı

İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Bihter