İstiklal’in İstiklal olduğu zamanlara yetişebilen şanslı kişilerden misiniz? Ben 2011’de üniversite için İstanbul’a geldiğimde, bu güzel şehre alışmak düşündüğümden kolay olmuştu. İstiklal Caddesi’nin o capcanlı, gösterişli, hareketli yıllarının neredeyse sonlarını yakalamış biri olarak sadece binaların tarihi dokusu bile beni büyülemeye yeterdi. Sadece İstiklal değil tabii ki, oradan tünel, sonra Galata, en sonunda da Eminönü.. Şimdi, İstiklal’in eski halinden eser yok belki ama Galata’ya, Karaköy’e uzanan o güzel yollar hala bir hafta sonunuzu ayırmaya değer. Bu yazımda sizinle ufak nostaljik bir yolculuk yapacağız. Hazırsanız başlayalım.

e03362fe6f6cbed9f38fccc0e338b8e3
İstiklal Caddesi | Fotoğraf: Pinterest

İstiklal’e her gittiğimde içimde hafif bir tedirginlik olurdu; kalabalıktan mı yoksa haberlerde gördüklerimiz, gazetelerde okuduklarımızdan mı bilemiyorum. Çoğumuzun ailesi uyarmıştır “Aman dikkatli ol Taksim’de” diye. Yine de çok severdim metroyla taksime gidip, Galata’ya doğru yürümeyi. Sonunda Galata Kulesi’ni görecek olmanın verdiği heyecanla hızlı adımlarla yürürdüm. Şanslıysam, nostaljik tramvay geçerdi yanımdan; İstiklal Caddesi’nin gri binalarına renk katardı kırmızısıyla. Sonra gözlerim sırasıyla takip ederdi; Emek Sineması, Atlas Pasajı, Çiçek Pasajı, meşhur Jadore un sokağı ve tünel geçidi… Peki bir çok insanın hayatına bir noktada dokunmuş olan bu yerlerin özelliği nedir?

İstiklal Caddesi’nin Geçmişine Yolculuk

Emek Sineması

Yeşil Çam sokağında bulunan, Cumhuriyet döneminin en eski sineması olan bu salonun adını telaffuz etmek bile nostalji barındırır. Hikaye, binanın 1884 yılında Osmanlı’nın önde gelenlerinden Abraham Paşa tarafından Levanten Mimar Alexandre Vallaury’e konut olarak inşa ettirilmesiyle başlar. Sinema salonu olmadan önce İstanbul Avcılar Kulübü, Rum Atletik Jimnastikhanesi, 1910’da Yeni Sirk, sonra da Tekerlekli Paten Pisti olarak kullanılılır. 1918de bu bina yıkıldıktan sonra yerine 1924te Yeni Tiyatro inşa edilmiş ve Melek Sineması adıyla film gösterimlerine başlar. Bu bina şu anda birinci sınıf tarihi eser olarak tescillenen Cercle d’Orient’ in (diğer adıyla Büyük Kulüp) arka bahçesine inşa edilmiştir ve dışarıdan görünen bir cephesi yoktur.

Atlas Pasajı

Burası 1877lerin kış köşküdür. Agop Köçeyan adlı Ermeni sarraf tarafından inşa ettirilir. O zaman için alt katlar at ve arabalar için ahır olarak kullanılılır. 1948de ise meşhur Atlas Sineması, Küçük Sahne ve Kulis Bar’ın binaya gelmesiyle eğlence merkezine dönüşür. İçinde ıvır zıvır alınabilecek bir çok dükkan bulunur, sadece bakmaya diye girseniz bile hiç planda olmayan bir şeyler alıp çıkmış olabilirsiniz

Çiçek Pasajı

Bana göre Beyoğlu’ndaki en gösterişli binalardan biridir. Büyük Beyoğlu yangını sonrasında yok olan, Tanzimat döneminde, Sultan Abdülhamit ve Sultan Abdülaziz’in tiyatro seyretmeye gittiği ünlü Naum Tiyatrosu’nun yerine kurulur. Bu yanan arsayı 1876 yılında dönemin en zenginlerinden, Galata Banker’i olarak bilinen Hristaki Zografos Efendi satın alır. 1908’de bina mülkiyeti Sadrazam Sait Paşa’ya geçer ve “Sait Paşa Geçidi” adını alır. Bu dönemde dükkanlara bir çok çiçekçinin açılmasıyla adı “Çiçekçiler Pasajı” olur. 1940larda meyhanelerin açılmasıyla apartman sakinleri ve çiçekçiler başka yerlere taşınır ve adından geriye “çiçek” kalır.

J’adore Chocolatier

Bulunduğu sokağa girince çikolatanın kokusu gelmeye başlar, ya da ben öyle sanıyorum😊  Minik bir dükkan düşünün, her taraf çikolata.. Mekanın spesiyalitesi “Oh la la Beatrice” adında muhteşem bir lezzet. Erimiş çikolatanın içinde pandispanya, etrafında çilek ve muzla servis ediliyor. Şuan bile gidip yemek istedim, siz de denemediyseniz bu tatlı dükkana mutlaka en kısa zamanda uğrayın derim. İçerde çalan Edith Piaf müzikleriyle kendinizi Fransa’da hissetmeniz çok muhtemel.

Tünel Geçidi

Londra’dan sonra dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel, adını 1875’te açılan Tarihi Füniküler Hattı’ndan alır. Fransız mühendis Eugene-Henri Gavand 1867 yılında İstanbul’a turist olarak geldiğinde, insanların Yüksekkaldırım yokuşunu tırmanmakta zorlandığını görmesiyle bu hattın yapılması fikrini bulur ve o dönemin padişahı Sultan Abdülhamit tarafından onaylanıp, metronun inşaatını yapma ayrıcalığı Gavand’a verilir.

Ve Karşımızda Galata Kulesi...

Kaldığımız yerden yürümeye devam… Tünel’den aşağı doğru inerken sağlı sollu meyve suyu satanları görürsünüz. Onları görünce bilin ki az sonra Galata Kulesi’yle karşı karşıya geleceksiniz. Galata Kulesi’nin bana hissettirdikleri bir yana, İstanbul’un karmaşası bir yana diyebilirim. Galata Kulesi demişken, bilir misiniz hakkındaki kulaktan kulağa dolaşan rivayeti? “Galata Kulesi’ne ilk kiminle çıkarsan onunla evlenirsin” derler. Efsanelere inanan biri değilim ama gerçekleştiğini gören varsa bize de söylesin! 🙂

Asıl hikayesi ise 1500 yıl önceye dayanıyor. Gemiciler için fener kulesi olarak Bizans İmparatoru Anastasius tarafından inşa ettirilmiş. Sonrasında Kanuni Sultan Süleyman zamanında esirler için zindan olarak kullanılmış. II. Selim zamanında yangından çok zarar görünce onarılmış. III. Murad zamanında ise astronomik gözlem rasathanesi olarak kullanılmış. IV. Murad döneminde ise Hazerfan Çelebi kanat takıp buradan uçmayı denemiş bir çoğumuzun bildiği gibi.

9 katlı bu kule İstanbul siluetinin gizemli sembolü gibi adeta. Ayrıca Galata Kulesini görebileceğimiz birçok sokak var. Hiç beklemediğimiz bir anda göz kırpar bize o dar sokakların arasından. Yağmurlu bir günde romantiktir, güneşli bir günde ise gününüze neşe katar.

Galata Kulesi’nin havasını aldıktan sonra rotamı Eminönü’ne çevirirdim. Karaköy iskelesine doğru giderken balık tutan onlarca insanı görünce, orada apayrı bir dünya olduğunu düşünürdüm. Sonra da çok sevdiğim Galata Köprüsü’ne… Herkes kendi telaşındayken ben sakince durup biraz denizi, biraz balık tutanları izlerdim. Bir kaç fotoğraf çeker Eminönü İskelesine doğru devam ederdim. Balık ekmeğin hayaliyle tabii😊 Bu yolculukta martı seslerini duyunca Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiiri gelirdi aklıma;

chaoshome
thedistantships.wordpress.com

“İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
bir varmış, bir yokmuş.”

Günün sonunda yorulurdum, eminim bu rotayı denerseniz siz de yorulursunuz, ama buna değeceğine eminim! Güneş batarken, o büyülü hisler yerini gerçeklere bırakırdı. Yazımı tam da bu hislerimi çok iyi ifade eden, Fransız bir karikatüristin çiziminde kullandığı tabirle bitirmek istiyorum. İstanbul’da yaşayanların eminim bir kere duymuş olacağı, yüzümü güldüren oldukça ironik bu söz şöyledir: “They call it chaos, we call it home” bizim evimiz olarak nitelendirdiğimiz İstanbul, onlar için karmaşayı ifade eder..

Kapak Fotoğrafı: Unsplash/@alwinkroon

İlginizi çekebilir: Betül Kerim’den Karaköy Rehberi