Kalbinizi bıraktığınız kitaplar ve şarkılar olur, ve bazen filmler, bazen de mekanlar ve anlar, anlar.. Birinde hissettiğiniz, bir zaman sonra diğerinde vuku bulur hiç ummadığınız anda.. Mesela izlediğiniz bir filmin tadını aylar sonra gittiğin bir mekanda alabilirsiniz… Ya da tattığınız bir yemeğin izlerini, bir an’ ın içinde yeniden hissedebilirsiniz… Literatürde bunun bir tanımı var mı bilmiyorum ama ben kendi deneyimimle anlatacağım bunu… Bir kitap okudum, Kafir, bunu yazmalıyım dedim ama hislerimi bir türlü toparlayamazken, işte tam da bugün Asfur ile dağıldım, düştüm, savruldum, toparlandım, mı emin değilim? E ben bu hisleri zaten bu kitabı okurken de yaşamıştım. Kafamın içinde kocaman perdeler inip kalkıyor, siyah yoğunluklu, karanlığın içinde her açılışta yeni bir perde, ışığı tam görmeye yakın iniyor diğeri yeniden, yeniden… Kalbim bu kadar yoğunken kelimeler toparlanır mı, emin değilim. Bana düşen yazmak. Beynimin içindeki dalga, önce kalbimin en derin kıyısına vuruyor ve sonra ellerime ulaşıyorsa eğer…

Bir kitap ve bir şarkı nasıl örtüşürdü? Bir şarkı bir kitabı nasıl özetlerdi? Asfur’ un içinden bir Kafir çıktı. “Sığınak” kelimesi nasıl böylesine her şeyi kurtaracak güçte olabilirken bir anda içi kocaman bir boşlukla dolup, seni labirentlerinde yok edebilirdi? Bir kadının en yakını bildikleri onu nasıl hayat oyununun içinde tutmaya çabalarken, hislerini, yaralarını, nedenlerini, seçimlerini, boş bakan gözlerini ve çaresizliğini de bir çuvala koyup “yuva” denilen zindana itelerdi. Sığınak mıydı gerçek olan yoksa yuva mı? Yuvaya sahip çıkmaya zorlanırken, kaç kadın en yakını tarafından kimliksizleştirildi? Yok sayıldı, yok edildi? “Terk edilmiş bir tür olarak kadınlar, yasaklarla dolu bir dünyada kasılıp kalmıştı. Örtünün altında her türlü kötülük yapılabilirdi. Örtü düşünce ortaya çıkan ise sadece kimliksiz ve isimsiz kadınlar oluyordu.” 

Siz hiç bir kitabı okurken sinirden köpürdünüz mü? Ya da çaresizliği dibine kadar hissedip gözleriniz dolu bir şekilde mideniz bulandı mı? Bazı satırların gerçek olmamasını dileyerek ve onları yok edermişçesine anlık sinir patlamaları ile kitabı duvarlara vurdunuz mu? Hayatımda bir kitabı ilk kez mütemadiyen titrek bir kalp ile okudum, çoğu kez kapattım kapağını kalbimin hızlanan atışlarını bastırmaya çabaladım. Heer’ i kendi küçük hayatımın derinliklerinde hissettim. Ben bu kitabı duvarlara çarparken zaman zaman, onun da beni yerden yere savurduğunu fark ettim, sarsmak bile değildi bu, boğazımda kocaman bir yumru “Nasıl olur? nasıl olur?” diye isyan ettiğim her satırda, empatinin şaşmaz vurgunuydu yaşadığım. Hassas kalplere iyi gelmeyebilir, din kisvesi altında sömürülen hayatların ve kadın olmanın “hiç”lik olduğu bir yer “Kafir”. Belki de Ortadoğu’ da kadın olmanın minik bir özeti… Tavsiye ediyorum, bazı şeylere daha derin bakmak gerektiğini düşünüp taviz verilmemesi gerektiğinden, bir alt katta aynı paralel düzlemin içinde farklı formlarda fakat aynı yaralarla yaşanırken gerçekler ve bu gerçekleri eğip bükmeden daha görülebilir bir dünya hayal ettiğimden. Tavsiye etmiyorum, ağır geleceğinden, yaşanılanlar ile yüzleşilebileceğinden, kendinden mutlaka birkaç satırda bir şeyler bulacağından belki de… Formlar farklı olsa da altyapının aynılığı ile burun buruna gelineceğinden.

Asfur
Asfur | Fotoğraf: Unsplash/@insolitus

Kitap, kadın ve çocuk hakları aktivisti Pakistanlı Tehmina Durrani tarafından yazılmış hem sürükleyici hem etkileyici bir kitap. Bölgede Allah’ın bir elçisi olduğuna inanılan, ayaklarına kapanılan şeriat lideri Pir Sain’in küçük yaşta evlendiği Heer’in 20 yıllık esaretinin öyküsü. Ama ben bugün bunları oturup bu kadar mekanik yazmanın dışında, hissettiklerime odaklanacağım, kulaklarımda Feyruz’ un o turkuaz sesinden Asfur varken. Asfur Arapça’ da “kuş” demek. Ve ben aylar önce okuduğum bu kitaptaki Heer’ in üstünü bugün dinlediğim Asfur ile örtüyorum. Biraz ısınması ve dinlenmesi lazım…

Siz hiç tuvalete gitmek için bile izin istediniz mi, bir otoriteden. Elleriniz karyola demirlerinin altında sıkışırken, yatağın üstünde uyuyakalan bir “sahibiniz” oldu mu? Korkunun tüm vücudunuza ve benliğinize hakim olduğu bir cehennemin içinde, kendinizden vazgeçtiniz mi? Annenize sığınmak isterken, tek ve tek önemli olanın “evlilik” olduğu bir gerçeklikte görmezden gelindiniz mi? Sığınak bir anda yok oldu mu, içinde bulunduğunuz kocaman bir hiçliğin içinde, saçınızın teline bile hükmedemediğiniz dünyanızda öylece yapmanız gerekeni yapmak zorunda kaldınız mı? Ne çok soru, ne çok… Uzar gider… Gider de gerçekler değişir mi, yaşanılanlar yaşandığıyla mı kalır yoksa uçmaya hazırlığın en acılı yolu mudur bu bir kuş için? Kafir uçar, yaralı bir kuştur artık o..

Asfur! Bir kuş bakar pencereden “nunu” diye seslenir… “Beni yanında sakla, sakla beni ne olursun Lulu” , “Sen neredensin” diye sorarım da ona, “göğün sınırından” der mi? Emin değilim. “Tüylerin nerede” diye sorsam “Zaman uçurdu ” demez umarım. “Kimden korkuyorsun ” desem bir an, “karga kafesinden” derse korkarım..

Heer Gibi
Heer Gibi | Fotoğraf: Unsplash/@mehdisepehri

Ne çok Asfur var bu hayatta… Biraz daha az yaralısı, belki biraz daha az yeniği ama her defasında karga kafesinden uçanı… “Yanlış ve şeytani bir sistemin esirleriyiz. Zehirli bir ahtapot bizi kavramış ve kollarıyla bizleri mümkün olan her şekilde sömürüyor. Bizi kavrayıp sıkıyor ama ölmemize de izin vermiyor.” diyor Heer.

“Ortadoğu’da kadın olmanın zorluğu” demek az kalır. Bu gerçek, öylesine vurucu ki, ağırlığını kaldırmak kendi kanatlarının var olduğuna utanmakla aynı noktada kesişiyor. Özgür olduğuna şükretmeden önce başka bir kadının bir yerlerde dinin beslediği ataerkilliğin altında ezilişi, her şeyi kendinde hak gören, “sadece insan olmanın” ne hafifliğini ne de erdemini tatmamış  “erkek” zihninin bir kadın üzerinde muktedir haliyle yüzleşmek. “Kendi dünyamı da herkesinki gibi yuvarlak yapacağım.” derken Heer, bütün dünyası kare olan bir avluda daireler çiziyordu. “Pencereden çırpınan başka kuşların kanatlarını gördü”.

Sisteme hizmet eden bir düzende sevgi ne kadar mümkün olabilirdi; “Kocamı sevmeyi hayal bile edemiyordum. O bana hükmedendi. Ve ben, sevmeyi ve aynı zamanda da onun uşağı olmayı beceremiyordum.” Bir insandı sadece Heer, insan olmasına izin verilmeyen bir dünyada kuş olmayı seçmek yapabileceği en güzel şeydi belki de.. “Kocam kemiklerimdeki iliği ve içimdeki hayatı kemirirken bile uçmayı, bir yıldızdan diğerine atlamayı, sonsuza dek gökyüzünde süzülmeyi denedim.”

Şimdi gözümün önüne başka bir kare geliyor; günlerce bakıp seyredebileceğim bir kare. Var olmaya dair en güzel tablo olabilir, en değerli yanı dibine kadar gerçek olması. Beyaz pardösünün altında giydiği siyah dar bluzunda, incecik bir kol meydan okuyor dikteye, yuvarlak küpesinin ışıltısında. Çünkü “kadının yeri evi değil, devrimdi! Ve şimdi ne mutlu kendi küçük dünyalarında devrimi gerçekleştiren yaralı Asfurlara…

Kapak Fotoğrafı: runwaypakistan.com

İlginizi çekebilir: Cansu Şengün’den Like a Bird