2015’e tüm dünya olarak hızlı ve felaket bir giriş yaptık… Geçtiğimiz hafta Fransa’da birilerinin “dini değerleri” 12 kişinin hayatına mal oldu. Diğer yandan Türkiye, yeni yıla ‘karanlıktan’ görünmeyen bir anne ve kadınlara kariyer olarak annelik tavsiyeleri [1] ve anaokulundaki küçücük çocuklara cennet-cehennem anlatılması tartışmalarıyla girdi.

SALT Galata’da son haftasında olan Karanlıkta Gökkuşağı, sorgulayıcılığı ve düşündürücülüğü ile çok güzel bir sergi olmasının yanı sıra zamanlama olarak da, (yaşanan olayların üzücülüğü sebebiyle) oldukça tatsız bir tesadüf olarak çok da doğru bir zamanda bu sorgulamayı karşımıza çıkarmış oldu. Bir buçuk yıllık bir çalışmanın sonunda ortaya çıkan Karanlıkta Gökkuşağı, dinî ritüeller, toplumsal cinsiyet politikası ve maneviyata dair meselelere odaklanırken; modernitenin dışında kalan ritüeller, mistisizm ve akıl dışı olanın çekiciliğinin mevcut sanat üretimlerindeki sorgulamasını izleyicilere sunuyor. Tek tanrıcı dinsel uygulamaların, geleneksel din anlayışını tehdit edecek seviyede radikalleştiğine dikkat çeken Karanlıkta Gökkuşağı; güncel sanatın, laik ve dindar topluluklar arasındaki karşıtlığı nasıl sorguladığını araştırıyor.

web_kwiek_1-jpg-460-5000-false

Karanlıkta Gökkuşağı dini ritüeller ve toplulukları incelerken bizlere hiç tanımadığımız bilmediğimiz toplulukların hayatlarına götürerek de yeni bir kapı aralıyor. Serginin küratörlerinden Galit Eliat’ın söylediği gibi, sergi “Meselenin sadece inancın kendisi değil, toplumların bu minvalde kendilerini yeniden nasıl biçimlendirdikleri” olduğunun altını çizerek izleyiciye bir yandan ritüelleri sorgulatırken, bir yandan bu toplulukları tanıtarak bir yakınlaşma sağlıyor. Bu çerçevedeki işlerden Zofia Rydet’in Sosyolojik Kayıt serisinden seçilen fotoğraflar ile 1970-1990 arası bir dönemde Lehlerin evlerine konuk olarak ev ortamında dini inanç ve ritüellerin önemine tanık oluyorsunuz. Benzer bir etki yaratan bir başka iş, birçok İstanbullu izleyiciyi İstanbul’da hiç tanımadıkları bilmedikleri bir mahalle ve ritüel ile tanıştıran, Aşura. Serginin en etkileyici olan işlerinden biri olan Köken Ergun’un Aşura adlı video enstalasyonunda ismini de dini referanstan alan Zeynebiye mahallesinde oturan Caferi cemaatinin Aşura günü ağlama ritüellerini izliyorsunuz. İzleyiciyi yoğunluğu ile şok eden Aşura hakkında yapılan röportajlarda, sanatçı Köken Ergun, amacının “Steril hayat yaşayan insanlara alışılmışın dışında hayatlar olduğunu göstermek,” olduğunu söylüyor. Ergun, Caferilerin kendisine aktardığı, Hz. Ömer’in “İnsan bilmediğinin düşmanıdır,” sözünden yola çıkarak bu enstalasyon ile seyirciyi bu hayatlara yakınlaştırmış oluyor.

karanz

Din, Kadın, ve Toplumsal Cinsiyet

Karanlıkta Gökkuşağı, din ve dini yorumlamalarla meydana gelen toplulukları sorgularken geleneksel dini toplulukların gündelik yaşama ve toplumsal cinsiyet anlayışına getirdiği kısıtlamaları da sorgulayan çok güzel işler içeriyor.

FullSizeRender

Cennetin Irmakları

Eserlerinde kadın kimlik rolleri üzerine eğilen Nilbar Güreş’in Cennetin Irmakları işinde Güreş, kadın el sanatlarında kullanılan materyalleri kullanarak toplumsal görüşte “müstehcen” sayılacak imgeler ile Kuran’ın bir suresine göndermede bulunuyor. Güreş’in sergide yer alan diğer işi TrabZONE ise, kamusal mekânda toplumsal olarak kabul gören davranış kurallarını ihlal eden kadınları fotoğraflıyor.

FullSizeRender copy

  

Fayçal Baghriche, Aile Dostu

Dubai’de bulunmuş sanat dergilerinden alınma, üstü karalı imgelerle üretilmiş diptik koleksiyon

IMG_9541

Fatma Bucak, Melancholia II

Kadının İncil ve Kuran’da betimlenen türden güçlü ve korkulan baba figürüyle “arkaik” ilişkisi

Nilbar Güreş’in Kuran’a gönderme yapan işinin yanı sıra, Arjantinli feminist, aktivist sanatçı topluluğu Mujeres Publicas da sergideki Küçük Kibrit Kutusu ile Katolik kilisesine gönderme yapıyor. Bir Rus düşünürün sözü olan ve İspanyol İç Savaşı’nda slogan haline gelen “Aydınlatan yegane kilise, yanan kilisedir,” cümlesini üzerinde barındıran Küçük Kibrit Kutusu, kilisenin kürtaj yasağına bir tepki olarak Madrid’in en önemli sanat müzesi Arte Reina Sofia sergilenmiş ve tepkiler, müze direktörünün istifaya çağrılmasına kadar uzanmış. Bu küçük fakat etkili kutu, şimdi SALT izleyicilerinin huzurunda.

IMG_9879

Gökkuşağı Ne Zaman Çıkar? 

Peki ya insanları farklı gruplara ayıran hatta gruplar içinde mezheplere bölen, toplumsal kurallar, dayatmalar yaratan kaosun içinde bir bütünlük var mı? Sonunda bu bütünlükten bir gökkuşağı çıkabilir mi? 

Gülsün Karamustafa, sergide yer alan Zihnimin Kafesi frizinde, İslami, Hristiyan ve Yahudi el yazmalarının asetat üzerine fotokopilerini üst üste bindirerek üç tek tanrılı dinin benzer noktalarına ve etkileşimlerine dikkat çekiyor. Karamustafa’nın ortaya koyduğu tarihsel ortak özellikler, maalesef her zaman olumlu olmuyor. Bugün tanık olduğumuz Charlie Hebdo katliamında din adına dökülen kan, yüzyıllar önce Wael Shawky’nin ülkemizde de oldukça iyi tanınan yazar Amin Maalouf’un Arapların Gözünden Haçlı Seferleri kitabından faydalanarak kuklalarla çektiği, sergide yer alan, Kabare Haçlı Seferleri: Kahire’ye Giden Yol filminde de görülüyor. Yüzyıllardır farklı dinlerden insanlar zaman geçtikçe katliamın şekli değişse de aynı amaçla, din uğruna, kan döküyor.

cabaret

Wael Shawky

Charlie Hebdo katliamı ile ilgili yayınladığı yazıda, The Economist dergisi, “blasphemy” yani, tanrı ve kutsal değerler hakkında kötü bir dil kullanma ve bu konuda tek tanrılı dinlerdeki tabular ve aşırı hassasiyetten bahsediyor. Yazı biterken, “Önemli olan, tanrının kendi hakkında kötü söz söylenip söylenmemesini önemsemesi değil,” deniyor. Paris’i kan ve göz yaşına boğan bu vahim olayın gerçekleşmesi tanrının ilahi kararı ile değil, sadece dünyadaki birkaç fanatiğin gözünün dönmesi ile oldu. Konuyla alakalı liberal demokrat sistemimizi sorgulamamız gerektiğini söyleyen ünlü düşünür Slavoj Žižek [2], bu ve benzer katliamları gerçekleştiren fanatiklerin uzağımızda olanlar değil; tam da aramızda olan, fakat kendini uzak, dışlanmış hisseden ve aslında derin bir korku duyduğu için kızgın olanlar olduğunu savunuyor. Karanlıkta Gökkuşağı, belki de Ergun Köken’in söylediği gibi ya da Gülsün Karamustafa’nın gösterdiği gibi yabancı değil de aynı olduğumuzu anladıkça, birbirimizi tanıdıkça doğar…

 

***Son günlerdeki alevli tartışmalar sebebiyle bu küçük notu düşmeden geçemiyorum. İçimizde doğacak gökkuşağı için umut beslerken, karanlığa beraber karşı koymak da gerekiyor.Charlie Hebdo katliamından 2-3 sonra ortaya çıkan, #jesuischarlie hashtagine karşı yazılmış, Charlie Hebdo karikatürlerinin ırkçı olduğunu söyleyen “Neden Charlie Hebdo Değilim?” [3] yazısı gibi ‘savunmalar’ ise sadece içinde bulunduğumuz karanlığı derinleştiriyor. Herkes düşündüğünü yazmak, çizmek ve söylemekte özgür ve hiçbir şey ölümü meşru kılamaz. Bu yüzden, Karanlıkta Gökkuşağı için:

Je-suis-Charlie