Son dönemde kitapseverlerden sıkça adını duyduğumuz İspanyol yazar Javier Marias’ın Karasevdalılar’ını okuduktan sonra bu kitap hakkında bir şeyler yazmalıyım ki aklımdan silinip gitmesin diye düşündüm. İnsan dünyasını psikolojik çözümlemelerle ele alan, aynı zamanda çok sürükleyici olan bu kitabın pek çok kısmında kendi düşüncelerinizle yazarınkini kıyaslarken buluyorsunuz. İnsana dair o kadar farklı düşünce ve bakış açılarını ele alıyor ki kitabın teması ölüm, yas, gerçeklik veya siz içinden kendinize ne pay bulursanız o...

Karasevdalılar
Karasevdalılar | Fotoğraf: Sirel Toma

Kitabın arka kapağında da yer alan konusundan biraz bahsetmek lazım ki beni gerçekten içine çeken çözümlemelerinden birkaçına değinebileyim: Maria Dolz her sabah işe gitmeden önce kahvaltı ettiği kafede adeta onun için bir mutluluk timsaline dönüşen evil bir çifti gözlemlemeye başlar. Bu, onun için, sabahlara neredeyse daha kolay başlamanın bir yolu olmuştur. Ta ki uzun bir süre bu gözlemlerine ara vermek zorunda kalıp adamın bir meczub tarafından öldürüldüğünü öğrendiği güne kadar… Derken kendiliğinden gelişen bir ilişki Maria’nın cinayetin ayrıntılarından haberdar olmasını sağlar.”

Maria‘nın hiç tanımadığı ve her sabah karşılaştığı bir çifte kafasındaki karakterleri giydirerek açtığı sahneden sonra aslında kitabın tamamının bu şekilde ilerlediğini görüyoruz. Olaylar gelişse de biz olayları hep Maria’nın düşünce süzgecinden geçenler kadarıyla görebiliyoruz. Hatta bazen Maria’nın düşüncelerinin içinde mi yoksa olay örgüsünün içinde mi olduğumuzdan emin olamıyoruz.

Maria dışında kitapta yer alan birkaç ana karakter var, bunlardan biri maktulün karısı Luisa diğeri ise maktulün yakın arkadaşı Javier. Luisa’nın gerçek varlığına ve düşüncelerine sadece Maria’nın ona yaptığı bir ziyaretle tanık olsak da benim için en vurucu çözümlemeler Luisa’dan döküldü; sosyal toplumlarda bir annenin yası her zaman çocukları için atlatması gereken bir süreç olarak görülüyor ve bunun aksini düşünmenin adeta bir günah olarak addedilmesi annenin yasını yaşayamamasına sebep oluyor. Bir insanın kendine bile kuramayacağı şu cümleler pek çok insanın itirafı olabilecek nitelikte: “Şu anda burada olmamaları için, onlara sahip olmamış olmak için nelerimi vermezdim. Yanlış anlama beni: Birdenbire bundan ötürü pişmanlık duyduğum filan yok, onların varlığı benim için yaşamsal ve dünyada en çok sevdiğim varlıklar onlar, Miguel’den bile çok muhtemelen. Fark ediyorum ki, onların kaybı çok daha beter olurdu, ikisinden birinin kaybında çoktan ölmüş olurdum. Ama şu anda baş edemiyorum onlarla, çok ağır geliyorlar. Keşke onları bir parantezin içine almam, hareketsiz olmalarını sağlamam mümkün olsaydı..”

Luisa karakterinin düşünceleri o kadar sarsıcı ki bir cinayet mağdurunun böyle düşünmesini önce garipseyerek yaklaşıyoruz. Çünkü Luisa, kocasını öldürmesine rağmen katile bir nefret, hınç ya da intikam duyguları beslemiyor: “Hayır, nefret etmek işe yaramıyor, teselli etmiyor, güç de katmıyor insana. Ne ona mahkumiyet vermelerini ummak ne de hapislerde çürümesini arzulamak içimi serinletiyor. Hayır, ona acıdığım yok, bunu da yapamıyorum. Ona ne olmuş ne olmamış umurumda değil, hiç kimse ve hiç bir şey bana Miguel’ı geri getirmeyeceğine göre.”

Luisa’nın aksine çoğumuz yaşadığımız her türlü talihsiz olay karşısında soyut olan kader kavramını suçlamak yerine bunu canlı bir insana yöneltir ve ona duyduğumuz nefret sayesinde kendimizi ayakta tutarız. Hele ki cinayet gibi bir kişiyi veya bir grup insanı kolayca sorumlu tutulabileceğimiz bir olay karşısında Luisa’nın nefret etmeyi seçmemesi, acısını başka bir duyguya dönüştürmeden yasını belki hepimizden farklı, belki daha ağır ve uzun bir şekilde yaşamasına neden olmuş olabilir mi?

Gelelim kitapta çok daha fazla dinlediğimiz Javier’e. Aslında kitabın ana karakterlerinden biri olsa da Maria’nın aklındaki Javier’ı dinliyoruz daha çok. Bazen Javier’in kötülük, suçluluk konusundaki düşünceleri genel bakışımızı başka bir noktaya çekiyor ve bilinçaltımızdaki siyah-beyaz kadar keskin kötülük ve suçluluk duygularını deşiyor. Maria’nın gözleri mi bizi ona daha şüpheyle yaklaştırıyor yoksa Javier salt kötü bir karakter mi asla emin olamıyoruz. Bir insanın ister kötü olduğuna ikna olalım ister olmayalım, her insanın korkuları ve ihtirasları tarafından yönetildiğini sadece bazı insanların bunu daha doğru şekilde ya da insancıl şekillerde yönetebildiğini düşünmekteyim. Javier için tüm motivasyonları hiç bir yan duygu eklemeden yalnızca bu iki duygunun yönetimde gibi duruyor.

Kitabın sonunda tüm gerçeklerden habersiz Luisa’yı tekrar perdede ve yeni hayatında mutlu görüyoruz. Hayatının sonuna kadar kimsenin içinde yaşadığımız gerçekliğini bozmayacağını bilsek bir yalan içinde yaşamak, hatta bir yalan içinde yaşadığımızı bilmeden bir yalan içinde yaşamak ister miydik? Ya da masum birinin hayatını gerçeklerle darmadağın etmek suça ortak olmak mıdır? Belkide durum Maria’nın da söylediği gibi bize söylenenlerin doğru olup olmadığını bilemediğimiz ve bizden kaynağını almayan hiçbir şeyin garantisi olmadığından her konuya dahil olmamak en iyisidir.

Javier Marias’ın pek çok eseri içerisinde en kült olanı “Yarınki Yüzün” üçlemesi önümüzdeki dönemde listeme aldığım kitaplar arasında. Marias hakkında okuduğum yazılarda aynı Karasevdalılar’da olduğu gibi bütün olayları, alt psikolojik nedenleri ve motivasyonları derin şekilde tahlil etme, kendini anlatabilme aşkı karakterlerinin ortak noktaları gibi görünüyor. (Bir de pek çok eserinde ana karakterlerinin kendi gibi çevirmen olması.) Edebiyat konusunda usta kalemlerin yazdığı yazılar en az Javier Marias’ı okumak kadar ilginç ve onu anlamaya bir kılavuz adeta.

Kapak Fotoğrafı: javiermariasblog.wordpress.com

İlginizi çekebilir: Elif Nur Uyanık’tan Kapı