İstanbul Film Festivali kapsamındaki özel gösterimlerden birinde ülkemizin en önemli, en yetenekli piyanistlerinden İdil Biret, kendi yaşamını konu alan belgeseli bizimle birlikte izleyenler arasındaydı. Gösterimin ardından yönetmen ve yapımcıyla birlikte soru-cevap bölümü için de aramızda kalan Biret, “Sizin büyük bir sanatçı olmanızda size el verenlerin önemli bir yeri var, peki siz hiç el vermeyi düşündünüz mü?” sorusuna şu cevabı verdi: “Müzik eğitimcisi olmak öyle bir şey ki, tüm hayatınızı, kariyerinizi ona adamanız gerekli. Bense yıl boyunca kayıtlarla, turnelerle uğraşıyorum. Örneğin benim hocam Nadia Boulanger yılın 11 ayında Paris’te kalırdı. Tüm hayatı bizi eğitmekti. Çünkü birini eğitirken o anda kafanızda kendinizle ilgili hiçbir şey olmaması, sadece öğrencinizin müziğine konsantre olmanız gerekli.” İşte bu özel gösterimin hemen ertesi günü festivalin NTV Belgesel Kuşağı bölümünde izlediğim “Seymour: An Introduction” tam da Biret’in tarif ettiği bir müzik eğitimcisinin hayatını anlattı bize. Bu iki belgeseli ardarda izlemek ve birlikte okumanın ne denli ilham verici olduğunu tarif etmek pek kolay değil.

Screen Shot 2015-04-10 at 12.21.10

İdil Biret’in yaşamını konu alan belgesel İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi, genç yönetmen Eytan İpeker’in yıllar önce başladığı araştırma ve çalışmalarıyla ortaya çıkmış.  5 yaşındayken Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye konser vererek olağanüstü yeteneğini sergileyen ve özel olarak çıkarılan bir kanunla çok küçük yaşta devlet tarafından eğitimi için Paris’e gönderilen bir kız çocuğundan, 100’ü aşkın kaydı, geniş repertuarı ve çalışma tekniği ile ağızları açık bırakan dünyaca ünlü bir konser piyanistine uzanan öyküsünü anlatıyor Biret’in.

seymour bernstein

Sözünü edeceğim ikinci belgesel ise ünlü oyuncu Ethan Hawke’un yönetmen koltuğunda oturduğu ve çok özel bir insanı, Seymour Bernstein’ı konu aldığı bir yapım. En az İdil Biret kadar yetenekli bir insan Seymour ve dünyayı kasıp kavuracak bir konser piyanisti olabilecek altyapısı ve yeteneği varken, müzik eğitimcisi olmaya karar veriyor. Adını Salinger’ın eserinden alan Seymour: An Introduction müzik eğitimi alanlar için faydalı öğütler içermekle kalmıyor, her ne alanda çalışıyorsanız çalışın, işinizi tutkuyla yapmanın önemini gözler önüne seriyor. Şu anki öğrencilerini, onlarla ilişkisini, eski öğrencilerini, onların geldiği yerleri, kariyerinin ilk yıllarında nasıl parladığını, kendi isteğiyle nasıl göz önünde olmak yerine eğitmeyi tercih ettiğini izliyoruz Seymour’un.

idil biret belgeseli

Yapımcı Yoel Meranda, Yönetmen Eytan İpeker ve İdil Biret

Bu iki belgeseli ardarda izlediğim için çok şanslı hissediyorum kendimi. Özellikle İdil Biret’i bu belgeselle yakından tanıdıktan sonra soru-cevap bölümünde söylediklerine kulak vermek, neden bir yandan kariyerine devam ederken bir yandan da eğitimci olamadığını anlamak, Seymour Bernstein’ın hikayesini daha da anlamlandırdı benim için.

seymour_an_introduction_still

Yalnızca sahnedeyken değil, evinde çalışırken bile farklı bir dünyaya yolculuk ediyor İdil Biret. Kafasında çalan müziğin hiçbir enstrümanın sesine benzemediğini, kendinden başka kimsenin duyamayacağı, tarifsiz bir ses olduğunu söylüyor. Bu ‘harika çocuk’ eserlerini çaldıkça, hayran hayran dinlemekten ve yolculuğuna bir kenarından dahil olmaktan başka yapabileceğiniz bir şey yok. Seymour Bernstein ise yalnızca öğrencilerine ders verirken değil, Ethan Hawke sayesinde 35 yıl sonra ilk kez seyirci karşısına çıktığı konserinde bile çaldığı her notayı, hissettiği her duyguyu dinleyicisine (yani öğrencisine) anlatmak zorunda hissediyor kendini. Çalarken konuşuyor, konuşurken çalıyor. Hayatı, müziği paylaşmaktan, öğretmekten, bilgilendirmekten ibaret. İki muhteşem insanı farklı kılan, farklı alanlarda uzmanlaşmalarını sağlamış olan da işte tam olarak bu özellikleri…