Clarissa P. Estes’in yazdığı Kurtlarla Koşan Kadınlar, vahşi hayat ve vahşi kadın felsefesinden yola çıkarak kadınların özlerine ulaşması yolculuğunu öykülerle anlatmaya çabalayan bir eser. Kadınların vahşi bir kurtla örtüştüğü  fakat  uzunca bir süredir asıl özlerinden koparıldıklarını ve özlerini kaybettikleri için kendilerini güçsüz, boşlukta ve işe yaramaz hissettiklerini veya hissettirildiklerini vurgulamaya çalışıyor. Kurtlar ile kadınların aynı ruhsal karakteri paylaştığını, keskin bir duyarlılık, yoğun bir kendini adama kapasitesi, sezgilerinin güçlü oluşu gibi birçok benzerlikle ve birçok mitolojik öykü ile konu alıyor. Özellikle kadınsı içgüdü üzerinde duran ve içgüdüsel olanın soyunu kurutan ifadesiyle kurtların ve kadınların birer hedef haline geldiğini ve ikisinin de kendilerini yanlış anlayanlar tarafında yok edildiğini dile getiriyor.

Kurtlarla Koşan Kadınlar
Kurtlarla Koşan Kadınlar | Fotoğraf: /wildfoxosteopathy.com

Vahşi kadını yeniden çağırmak istiyorsanız, tutsak olmayı reddedin. İçgüdüleriniz dengeye ayarlanmış olsun. Beğendiğiniz yere atlayın, dilediğinizce havlayın, var olanı alın, etrafınızdaki her şeyi keşfedin, bırakın gözleriniz duygularınızı göstersin, her şeye baksın, görebileceklerinizi görsün. Kırmızı ayakkabılarla dans edin, fakat bunların, ellerinizle yaptığınız ayakkabılar olduğundan emin olun. Yaşam dolu bir kadın olacağınıza söz verebilirim.” diyor kitabın yazarı… Aslında hislerimize ve içgüdülerimize kulak verdiğimizde içimizdeki duyguların bizi gerçekliğe götürdüğünü, fakat dış görünüş, maddiyat, önyargı, bastırdığımız duygularımız veya hayallerimizi süsleyen bambaşka şeylerle kendimizi avutup, gerçekten ne istediğimizi unutuyor veya unutturuluyoruz. Sosyal medyanın, başkalarının ne düşündüğünün ve bu kapitalist düzenin bizi içine çekmesine izin veriyoruz.

Gerçek, tam içimizde ve biz iç sesimizi bastırmadan bize hediye olan bu eşsiz iç görü yeteneğini kullandığımızda asıl olanı gerçekçi biçimde görebiliyoruz. Kadınların kendi iç görülerine güvenmesi gerektiği, şu an bizim altıncı his diye adlandırdığımız hislerimizin bizim en büyük fakat yitirilmiş, derinlere gizlediğimiz gücümüz olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bu anlatımı da insanların ortak bilinçaltı olduğuna inandığı masallarla ve farklı kültürlerden mitolojik öykülerle yapıyor.

 

Kitapta yazar öyküleri ilaç olarak tanımlıyor bir şey yapmamanızı, olmamanızı, etmemenizi şart koşmazlar sadece dinlemeniz yeterlidir diyor. Asıl öykülerin kaybolduğunu, değiştirildiğini ve bugünkü halini aldığını savunuyor. Öykülerle anlatma yolunun daha akılda kalıcı olduğunu, her dinleyenin veya okuyanın kendi hayat akışına göre yolunu bulduğunu ve kendine has bir sonuç çıkardığını düşünüyorum. Çocukken okuduğumuz ya da bize anlatılan öyküleri hatırlayalım. İlerleyen yaşlarda bile unutmadığımız ve belki de bilinçaltımızda bizi etkileyen tipte anlatılar olmuşlardır.

İnsan yeni bilgiler edindiğinde duygu durumu değişir. Duygu durumu değiştiğinde, yüreği de değişir” Her kadının okuması gereken bu kitap, kadın ruhunun özgür bırakılması, kendi akışına dönmesi ile kendi ruhumuzun hırsızı olmayacağımızı, bizden çalınanları geri alacağımızı anlamamıza sebep olurken, öykülerle ve öykü sonrası çıkarımlarıyla bizi derinimize, kendi gerçekliğimize geri çıkarıyor. İç görünüze, iç sesinize ve hislerinize güvenin, ihtiyacımız olan tam orada…

Kapak Fotoğrafı: muzipmasalcini.com

İlginizi çekebilir: Hatice Ildıran’dan King Kong Teori