Bir rehabilitasyon merkezi “Normalin ötesinde bir yer” sloganıyla İtalya’nın en popüler restoranlarından birine dönüşebilir mi dersiniz? Hem de gizli saklı yürütülen, sahte bir pazarlama kampanyası ile! Yalnız ve görünmeyen insanlar üzerine olan Marilyn’in Gözleri, çağdaş İtalyan komedisinin yeni isimlerinden Simone Godano imzalı. Başrollerini Stefano Accorsi ve Miriam Leone’nin paylaştığı film, Netflix’de. 

Marilyn’in Gözleri
Marilyn’in Gözleri | Fotoğraf: Vanityfair

Marilyn’in Gözleri

“İtalyan olsun benim olsun.” sevdamı bilmeyen kalmadı herhalde. Bu gidişle bulduğum her dizi ve filmi izleye izleye, izlemediğim bir İtalyan yapımı kalmayacak bu dünya üzerinde. Son günlerde izlediğim filmlerden biri ise, 15 Mart 2022’de yayına giren Netflix Italia’nın Marilyn ha gli occhi neri orijinal isimli filmi. Marilyn’s Eyes – Marilyn’in Gözleri ismiyle çevrilen film, çağdaş İtalyan komedisinin yeni isimlerinden Simone Godano imzalı gülümseten bir komedi drama.

Davranış bozuklukları, grup terapilerini konu alan projeleri siz de sever misiniz? Tourette sendromlu karakterlerden obsesif kompulsif bozukluğa, mitomanyak karakterlere kadar toplumda “anormal” olarak yaftalanan “kusurlu” görülenler üzerine bir film Marilyn’in Gözleri. Grup terapisinde geçen İspanyol komedisi Toc Toc‘u bilirsiniz. Marilyn’in Gözleri hem konsept olarak hem de benzer karakterler ile Toc Toc’tan pek çok esinti taşıyor içerisinde. Bill Hader hayranı olarak severek izlediğim The Skeleton Twins‘in verdiği hissi de zaman zaman yakaladığım film, ayrıca Silver Lining Playbook’da olduğu gibi iki sorunlu kişinin birbirlerinin sorunlarını iyileştirebileceği fikrini de barındırıyor.

Marilyn’in Gözleri | Fotoğraf: SpettacoloMania

1992, 1993 ve 1994 dizilerinden sonra tekrar bir araya gelen Stefano Accorsi ve Miriam Leone, Marilyn’in Gözleri filminde başrolü paylaşan iki isim. Regina della notte due parçası eşliğinde restoranın yemek bölümünü darma duman ederken tanıştığımız Şef Diego (Stefano Accorsi), eşinden yeni boşanmış ve kızını yalnızca sosyal hizmetler gözetiminde görebilen bir baba. OKB’li, öfke kontrol sorunları var, üstelik kekemelik ve tikleri ile mücadele halinde. Onu her zaman bir aptal gibi gören eski karısına rağmen, bir yandan da kızıyla bağ kurmaya çalışıyor. 

Miriam Leone’nin canlandırdığı Clara karakteri ise tam bir dengesiz. “Evi yakan kadın” olarak bilinen Clara, ayrıca bir mitomanyak. Yaşamak istediği hayatların yalanlarını o kadar kusursuz söylüyor ki, bazen bunlar başına büyük işler açabiliyor. Grup terapisinde tanışan Clara ve Diego’nun ortak noktaları ise görünenden çok daha fazla! 

Marilyn’in Gözleri
Marilyn’in Gözleri | Fotoğraf: Vogue

Yazının devamı spoiler içermektedir.

Marilyn’in Gözleri, bir İtalyan geleneği üzerinden dönüyor: yemek pişirmek. Tahmin edersiniz ki mutfakta ekip olarak çalışmak kolay değil. Bu süreçte pek çok şey öğrenebilir insan; saygıyı, sabrı, bir olmayı. Bu filmde de bir işte birlikte yürüyemeyecek karakterler, paylaştıkları grup terapisi sayesinde yemek pişirme atölyesinde iş birliği yaparak adım adım “dış dünya” ile de iletişim kuruyorlar. 

Filmde olaylar bir yemek organizasyonu ile başlıyor. Mutfakta bir ekip olmayı öğrenen karakterler, “Dış dünyayı içeri davet ettikleri” bir deneyim yaşıyorlar ve başkalarına yemek pişirmek bir rutin haline geliyor. Carbonara’lar mı dersiniz, pesto alla genovese mi… Tek kural tek bir ana yemek çıkacak olması. Bu yemek atölyesinde yalnızca bir ana yemek yer alabilir; fakat bu filmin ana yemeği Diego ve Clara ikilisi. 

The Monroe: Normalin Ötesinde Bir Yer

Marilyn'in Gözleri
Marilyn’in Gözleri | Fotoğraf: SpettacoloMania

Kendi yalanlarına dahi inandığı fantazi dünyası, Clara’yı hayali bir restoran kurmaya kadar sürüklüyor: The Monroe. Diego’nun annesi ile ilgili hatırladığı tek anının bir Marilyn Monroe şarkısı olduğunu bilen Clara, yarattığı hayal dünyasında kendini Marilyn Monroe’ya benzetiyor, üstelik Monroe’nun göz renginin kendisi gibi siyah olduğunu iddia ederek! Tahmin edersiniz ki filmin orijinal adı olan -Marilyn ha gli occhi neri- (Marilyn’in gözleri siyahtır, Marilyn’in siyah gözleri var.) bu diyalogdan geliyor.

The Monroe ismiyle açılan sahte restoran için hiçbir yerde servis edilmeyen yemeklerin fotoğraflarının çekilip yayınlanması mı dersiniz, birden bire sihirli bir şekilde yüzlerce insanın bu var olmayan restoran hakkında birbirinden güzel yalan yorumlar yazması mı… Rezervasyon için aralıksız çalan telefonlar da cabası. 

Sahte pazarlama kampanyası gerçekte var olmayan restoranı, “En İyi 100 Restoran” listesine dahi sokuyor. (Bu fikir gerçek bir olaydan alınmış. İşsiz biri TripAdvisor’da hayali bir restoran yaratarak Londra’da zirve restoranlara yükselmiş.) Yalandan doğan restorana bir adres eklemekle, yalan bir gerçeğe dönüşüyor! Terapi amaçlı kurulmuş yemek pişirme atölyesi resmen ünlü bir restoran haline geliyor, hem de hiç açılmadan. Birkaç yeni abajur, neon tabela, biraz da duvarlarda çizimler olunca, bitti bu iş! Böylece insanlar “Normalin ötesinde bir yer” sloganlı bu restorana akın etmeye başlıyorlar. En önemlisi ise, The Monroe, filmdeki tüm karakterlerin gelişimine yardımcı oluyor; Diego ve Clara’nın hayatı ise tamamen değiştiriyor.

Görünmeyen İnsanlar Üzerine

Marilyn’in Gözleri
Marilyn’in Gözleri | Fotoğraf: SpettacoloMania

Marilyn’in Gözleri, seyirciye birtakım mesajlar da taşıyor. Film her ne kadar neşelendiren bir film olsa da temelinde bir yalnızlık yatıyor. Yalnız ve görünmeyen kişiler üzerine bir film Marilyn’in Gözleri. Diego “İnsanların seni görmemesi berbat bir şey.” diyor Clara ile konuşurken. Bilirsiniz, toplumda davranış bozuklukları olan kişilere karşı bir korku vardır. Pek iletişim kurulmak istenmez bu kişilerle; bir şekilde görmezden gelinir. Film boyunca karşımıza çıkıyor bu tutum. “Normal” olmak ve “anormal” olmak nedir, bu sorgulanıyor. Diego’nun dediği gibi aslında, “Sadece onlar daha fazla olduğu için, haklı olduklarını düşünüyorlar.”

Farkındaysanız, deliliğin bir “sorun” olarak tanımlanması ve birilerine deli tanımı yapılması toplumca çok kolay. Bu etiketleri birine çat diye takmak her ne kadar kolay olsa da, onların çıkarılması büyük acı verir. Yönetmen Godano, davranış bozuklukları olan kişilere karşı abartısız bir yaklaşık sergilemiş Marilyn’in Gözleri filminde. Hikâyenin merkezinde yer alan karakterlerin tikleri ve nevrozları alay konusu olmadan yansıtılmış. Filmde ajitasyona neden olan da herhangi bir durum yok. Her şey gayet dengede. Yönetmenin filmde vermiş olduğu mesaj gayet net: Delilik yanlış değil, sadece farklı. İhtiyaç olan tek şey, birazcık saygı. 

Marilyn’in Gözleri, insanın kendisini, acılarını ve travmalarını kabul etmenin önemi üzerinde de duruyor. Hiç kimse mükemmel değil, bunda da sorun yok; çünkü mükemmel diye bir şey yok. Yapılması gereken kendini olduğun gibi kabul etmek; yanlış gördüklerini düzeltmek. 

Peki Ya Sevginin Gücü?

Marilyn’in Gözleri | Fotoğraf: Vogue

“Balzemik sirkeli çikolata gibiyiz. Bunlar birlikte iyi gitmez sanırsın ama aksine, nedenini bilmediğin mükemmel bir uyum yakalarlar.”

Sevginin her zaman birleştirici bir gücü olduğundan hep bahsediyoruz. “Sevgi iyileştirir.” diyoruz sıklıkla. Peki ya gerçekten, gerçekten de sevginin herkese kendini gösterebilen ve ayrım yapmayan koşulsuz bir şey olduğunun ne kadar farkındayız? Neden “normal olmayan”a karşı korku duyarak sevgi besleyemiyoruz? Nasıl ki bir insanı sevmek için “normal” olmaya gerek yok, birini sevmek için de o kişiyi değiştirmeye gerek yok. Tüm karmaşıklığa rağmen sonsuz bir denge kurulabilir. Diego ve Clara aralarındaki bütün dengesizliklere rağmen ortak bir bağ bularak yakınlaşıyor birbirlerine. Diego ilk olarak her ne kadar ikisinin “korkunç bir kombinasyon” olacağını düşünse de anlıyor ki, onlar “İncirli pizza ve balzamikli çikolata gibiler. Başta birlikte olmaları anlamsız gelen fakat mükemmel uyum yakalayan iki şey.”

En başından tahmin edebileceğiniz gibi, bu komedi drama mutlu bir sonla bitiyor. Minik minik dersleri ve içerdiği birtakım klişelerine rağmen Marilyn’in Gözleri, sizi bolca gülümseterek tam bir “iyi hissettiren film” kategorisine giriyor. Toc Toc’ta olduğu kadar derin işlenmemiş olsa da, bu filmde de yer alan karakterlerin her biri şahsına münhasır. Diego rolüyle gönlümdeki tahtını daha da güçlendiren Stefano Accorsi, bana kalırsa çok da güçlü olmayan diyaloglara rağmen ne kadar yetenekli olduğunu bir kez daha kanıtladı. Diego olarak film boyunca kekeleyen Stefano Accorsi, bu kekelemeler, tikler ve mimik dolu karakteri abartı ve komiklikten oldukça uzak bir şekilde canlandırmayı başarmış.

Oyuncuların güçlü performanslarına rağmen bence senaryo konusunda sorunlar var, karakter hikâyeleri zayıf kalmış. Konu, konsept, statement ve eldeki malzemelerde potansiyel çok daha yüksek olmasına rağmen bunlar yeterince kullanılmamış. İtalya’dan çıkma onlarca filme kıyasla Marilyn’in Gözleri biraz sönük kalsa da, yüzümüze konduracağı gülücük ve kalbimize açacağı pencereler için izlemeye kesinlikle değer!

youtube play youtube play

IMDb: 6,6

Kapak Görseli: SpettacoloMania

İlginizi çekebilir: Yaprak Civan’dan Baby: Gerçek Bir İtalyan Skandalından Netflix’e