Neden Karaköy?

Öncelikle rahat olduğu için. Yani çalışırken karşılaştığın insanlar makul sorular soruyorlar. Diğer taraftan da görünürlüğü fazla bir yer.

Nasıl yani, ‘makul olmayan’ sorular da mı var?

“Boyaların parasını kim veriyor?” ya da “bedavaya mı yapıyorsun bunu?” gibi sorular… Genelde ilk sorular bunlar olur zaten. Burada da bu gibi sorularla karşılaşıyorsun tabii ama en azından çok rahatsız edici olmuyor. Karaköy’deki klasik laf da “ben de bir zamanlar graffiti yapıyordum”. İnsanlar bana soru sormasın, beni rahat bıraksınlar falan gibi bir düşüncede değilim. Sadece insan işe odaklanmışken o sorulara çok net cevaplar veremiyor, verimli bir sohbet olmayabiliyor. Yanlış anlaşılabilirim yani.

12072672_10153206605762253_2519365076076752269_n

 

Moda, Kadıköy

Karaköy’de sanki bir “herkes acayip yaratıcı” havası var. Etkisi var mıdır dersin?

O tartışılır. Ben ne kadar yaratıcı bir iş yapıyorum da, yaratıcı insanların olduğu bir mekanı tercih edeyim? orası da ayrı… Türkiye’deki yaratıcılık kavramı biraz tartışmalı aslında… Bir yerde eleştirdiğim şeyin de içindeyim ama, burada fazlasıyla ‘ambalaj’ bir durum var.

Ambalaj?

İnsanların ‘gibi görünme’ çabası. Kendilerince bir imaj oluşturuyorlar ve öyle geziyorlar. Bundan ben de kendi payıma düşeni alıyorum tabii.

Türkiye’de sokak sanatçıları az değil, özellikle bu civarda. Onları nasıl buluyorsun?

Herkesin farklı bir tarzı, anlatım şekli ve bir derdi var. Ona göre değerlendirmek lazım. Zaten genel olarak çok fazla sokak sanatçısı yok Türkiye’de… Şu an sokaklarda gördüğümüz işler, konvansiyonel graffiti yani sadece harflerle yapılan sokak sanatı değil. Şimdi bir şeyler ifade etmeye çalışan sokak sanatçıları illustrasyon, grafik öğeler kullanıyor. Teknikler ve biçim değişti yani.

Sen spreyi ilk defa eline ne zaman aldın?

Ben ilk defa 2001-2002’de graffitiye başladım. 2007’de üniversiteye girdim ve ilgim başka şeylere yönelmeye başladı. Tabii graffitiye olan ilgim kaybolmamıştı ama aktif değildim. Bir iş veya etkinlik olduğu zamanlarda yapmaya devam ediyordum. O dönemde bıraktığım insanların çoğu duruyor, birçoğu da yok. Geçen zamana bakarsan bu sayının artması gerekirdi ama pek artmamış. Mesela bizim dönemimizde, atıyorum her ay beş insan graffiti yapmaya başlıyorsa artık bu sayı bire, ikiye düştü. Uzak kaldığım süre içinde sayılar çok değil ama insanların bakış açıları değişmiş. O zaman derdimiz sadece “iyi bir harf yapayım, iyi bir çizgi çekeyim, iyi bir filling yani iç doldurma yapayım”dı. Şimdi biraz daha farklı dertler var.

Anlam gibi bir dert mi?

Bu kişisel bir tercih tabii ama keşke anlamlı olsa, olabilse. Sorunu graffitiyle çözmeye çalışırken her zaman iyi bir fikir bulamıyorsun. Kafan o esnada oralarda olmayabiliyor. Ne bileyim dolaşıyorsun, elinde de boya var çizmeye başlıyorsun. “Bir şey çizelim, herkes ona baksın ve inanılmaz anlamları olsun” gibi bir derdim olmadı başlangıçta. Kanatlı Lamba koyduğum yerle etkileşim içinde olsun istedim. Bunu oldurmaya çabalıyorum. Benim çizdiğim şey gerçek hayatta da işe yarayan bir eşya. Ben sadece onu kendime göre yorumlayarak çiziyorum sokaklara. Çünkü birçok insanın zaten kafasında ışık ve lambaya ait bir kavram ya da herhangi bir şeyler var. Kimimiz geç saate kadar çalıştığımız için, kimimiz altında kitap okuduğumuz için, kimimiz romantizm için bu objeyi kullanıyoruz.

Sokak sanatının amacı, ilk etapta dikkat çekmek. İnsanların dikkatini üzerine toplamazsan sana bakmazlar. İnsanlar ilk önce “bu ne?” diye bakmaya başlayacak sonra imge görsel hafızalarına yerleşecek. Ondan sonra mesaj vermeye başlayacak. Bazen çizdiklerimin altına, “merhaba hedef kitle” ya da “gözünü aç ve yüksel” yazdım mesela. Bunlar hem imgeyle alakalı hem de hayatla ilgili kaygıları olan laflar. Ha ne kadar dikkat çekiyor bilemiyorum… Yapan kişi kadar izleyen de önemli, izleyenin ondan ne aldığı yani. ’Kanatlı lamba’nın yanına dümdüz pembe bir duvar yapsak mesela, o pembe duvar daha çok dikkat çekebilir. Kaliteli sanatın yanında kaliteli izleyici de lazım.

Aynen, Karaköy sokaklarında da herkes graffitilerin fotoğrafını çekiyor ama ne kadar “ya ne anlatıyor bu?” sorusu soruluyor acaba…

Evet, Pisa kulesi ve turistler gibi bir durum var ortada. Aslında benim yaptıklarım çok fotoğrafı çekilen işler değil. Birinin dikkatini çekip “farklı lan bu” demesi lazım.

Göz ayırt ediyor zaten, Andy Warhol’un eserlerini görünce direkt Andy Warhol’a ait olduğunu çıkarabiliyoruz ya, onun gibi senin ‘kanatlı lamba’ da.

Bir noktada, dikkat çekici olmak değil de ‘ayrışmak’ gerekiyor sanırım. Belki reklamcı olmamdan, belki de güzel sanatlarda grafik tasarım okumamdan geliyor bu.

Sivrilmek gibi mi?

‘Sivrilmek’ değil de ayrışmak, o biraz egoist bir laf gibi geliyor bana… Yani herkes gibi olmamak. Bazı noktalarda ister istemez herkes gibi oluyorsun tabi. Farklılaşmak derken o kadar da aykırı gitmek istemiyorum, bazen de gerçekten popüler kültürün bir öğesini kullanmak istiyorum. Neden olmasın, neden farklılaşmayı böyle sağlayamayasın?

Fark edilmek güzel birşey. Motivasyon kaynağı oluyor. Ve o farkındalık sonucunda başka şeyler de getiriyor. Sonuçta kimse kendini kandırmasın, bugün Banksy, sokakta varolmuş bir sanatçı olarak Dismaland diye bir yer açıp, dünya para kazandıysa ben de kazanmak isterim niye istemeyeyim?

Bir dönem gerçekten sadece graffiticilere graffiti yapmak için uğraşıyorduk, simdi herkese hitap etmeye uğraşıyoruz. Herkese hitap edeceğim derken ayarı kaçabilir de tabii ona da dikkat etmek gerekiyor. Bu kadar konuşuyorum tabii ama belki ben de hiçbir şey ifade etmeyen bir şey çiziyorum. Birileri hissetmeyebilir, çok güzelmiş demeyebilir. Herkesin güzel dediği bir şey de olamaz zaten, olmamalı da.

Yaptığın işin senin dertlerini yansıtması ile popüler olması arasında denge kurmaya çalışıyorsun yani?

Bazen duruyorum, acaba sadece içimden graffiti yapmak geldiği için mi yapıyorum, yoksa egom mu devreye giriyor diye düşünüyorum. Her zaman söylerim, okulda da kitapçığını yapmıştım hatta, graffiti egodur. Yani ego olmadan hayatta yapamazsın bu işi. Belki gizli kalmanın verdiği bir şey var, o hoşuna gidiyor.

Banksy tanınmıyor mu mesela? İngiltere’den gelen öğrencilerle konuşuyorduk bir gün, sorduk “hala kimse tanımıyor mu bu adamı, görmüyor musunuz?” diye. “Hayır biliniyor, workshoplar falan yapıyor” dediler. Çok şaşırmıştım. Yani o gizli olma hali de işin PR’ı olabilir. İlla ki onun da egosu vardır ama ne kadar eleştirsek de sokak sanatıyla bir devir açtı kapadı adam…

Plastik geliyor bana biraz…

Naif olan her zaman daha iyi tabii… Bunun da taktikleri var bence. Dikkat çekme derdin varsa, bundan para kazanmak istiyorsan onların çok eğlendiği bir şeyi, bir oyuncaklarını ellerinden alman lazım. Disneyland’ı Dismaland yapmak gibi mesela… Banksy belki de o zamana kadar bir çoğumuzun hiç düşünmediği bir şeyi kullanarak dikkatleri topladı ve adama hak verdik. Popüler kültürü kullanarak bir şeyler yapmaktan kastım bu işte.

‘Kanatlı lamba’ya geleyim, nasıl tasarladın bu imgeyi, nereden yola çıktın? Mahlas gibi olması var mıydı aklında?

Graffitiyi bıraktıktan ve okula başladıktan sonra sanatsal bir faaliyet içinde olunca o yaptığım işin yanlışlarını farkettim. Kafamı çalıştırmam gereken bir sürü yeni şey keşfettim. Şimdi iş hayatında okulda öğrendiklerimi pratik haline getiriyorum ama başka bir şeyler de yapmak istiyorum. Çünkü reklamcılık yapmak bir yerde bitecek. Ne kadar güncel varlıklar olsak da çok eleştirilen insanlar da olabiliyoruz reklamcılar olarak… Kurulu düzen dışında da kendini ifade etmek lazım. Hayat boyu reklamcılık mı yapacağım? diye düşünürken, “ya yap şunu” dedim kendi kendime.

Sonra evde oturup ne çizebileceğimi düşünmeye başladım. Eskiden etrafa Kien yazardım, bu sefer yazı yazmamaya karar verdim. Sonra apayrı bir dünyası olan bir karakter çizmek istedim ama o da öyle kolay değil, zaman gerektiriyor. Ben daha hızlı ve akıllıca olacak bir şey arıyordum. Temelde derdim kendime ait bir şey yapmaktı. Bu arayış içinde bir sürü şey karaladım, karaladıklarımdan biri de lambaydı. Şimdiki kanatlı hali değil ama sadece lambaydı.

Sonra kendi kendime “sen böyle devam edersen hiç evden çıkamayacaksın, artık ne olursa olsun bir şey dene, elin sprey tutsun” dedim, bir sene oyalandım çünkü… Başta ufak tefek Kien falan yazdım etrafa, olmadı. Bu sırada bir arkadaşım Madrid’e gitti. Kenarda duran bu lambayı ona mail attım, kendisinden çıkış alıp bir fotoğraf çekmesini rica ettim. O da sağolsun Atletico Madrid’in stadına yapıştırıp gönderdi bana fotoğrafını.

İstediğim bir şey de şuydu; o lamba olduğu yeri ya da altına çizdiğim şeyi aydınlatsın. İnsanlara bir şey göstersin, bir spot olsun…

Zihin açsın yani, bir şeyi sorgulatsın?

Evet, altındaki şeye, bulunduğu yere dikkat çeksin istedim. Belki de alternatif bi lamba arayışım vardı ampul yerine…

Kanat ne peki?

Lambanın her yere ulaşmasını sağlayan bir şey. Bir de itiraf edeyim dikkat çekiciliğini artırıyor. Sonuçta yaptığın işin grafik değeri de önemli.

Lambanın ucu da damarlı göz gibi geldi bana.

O göz zaten. Öyle anlaşılmasını temenni ediyorum yani. Lambayı da çok farklı şeylere benzetenler var, viking şapkasına falan… Bazen altına “bu bir kanatlı lambadır” mı yazsam diye düşünüyorum.

İşler genelde sponsorlu mu oluyor yoksa yap-kaç bir durum mu var? Geçen baharda Redbull Art Around düzenlendi ya mesela, onlar sponsorluydu. Bana bunu yapmak için para veriyorlar ya da boya alıyorlar gibi bir durum yok. Bir mekanın dekorasyonunu yapmak gibi işler olabiliyor bazen. Bahsettiğin etkinlikteki gibi, markaların bu tarz işlere destek vermesi güzel, fakat konuya sadece reklam olarak bakılmamalı. Sonuçta ortaya bir eser çıkıyor bunun korunması, yapıldığı yere etkisini de düşünmek lazım diye düşünüyorum. Sokak sanatının politik olup olmamasıyla ilgili ne düşünüyorsun? Siyasi, politik şeyler yapmak lazım ama yapabileceğin kadar. Bir şeyler ifade etmek istiyorsun ama bunu sokakta bangır bangır yapmak o kadar da kolay değil. Sonuçta sokaktasın, evinde yapmıyorsun bu işi. Eskiden sanatçılar sert muhalif olabiliyormuş ya da en azından gerçek düşüncelerini ifade edebiliyormuş. Ama artık tepki vermek ve tepki çekmek çok kolay, insanlar çok kolay ulaşılabilir durumda. Bir tweet atıp yarın basında çıkabilirsin yani. Şimdi bir şeyleri eleştirirken, kendi kafanda düşündüğün şekliyle eleştiremiyorsun, illa şeklini değiştiriyosun, daha ince hale sokuyorsun. Öyle kahramanlıklar eskidenmiş yani. Sadece politika da değil her konuda. Bir yerde samimi değiliz, hepimiz bir kalıbın içindeyiz. Türkiye’de siyasi sokak sanatı yapan cok az insan var. O yüzden sokak sanatını daha çok renkli yazılar ve şekiller olarak tanıdı insanlar. Bir şeylerin bu noktadan sonra değişiyor olması lazım. Politik şeyler yaparken de hem naif olman hem de verdiğin mesajın anlaşılması gerekiyor… Mesaj da önemli tabi, bu kadar dert varken saçma sapan dertler edinenler de var. Burjuva bunalımı. Oturduğum yerden sallamak istemiyorum ama bir şey benim alanım içindeyse ona yorum hakkım var diye düşünüyorum.

 

Graffiti sanatın neresinde peki?

İşin ruhu sokak aslında, bu işi yapan herkesin bir sokak hikayesi var. Sanat galerisinde doğan birşey değil bu. 70’lerde ortaya çıktığında sanatsal bir dertten doğmamış. Tabii ki o zamandan bugüne durum değişti ama özünde işin ruhu bu.

Var mı ileride kesin yapmak istiyorum dediğin bir şey?

Karşıma çıkan ve yaratacağım fırsatlara bağlı, net bir şey söyleyemem bu konuda. Güneye gittiğimde oraya yerleşmek istiyorum, kışınsa bambaşka bir şey isteyebiliyorum.

Banksy olur musun, daha doğrusu olmak ister misin?

Neden istemeyeyim ki. Sonuçta adam bir şeylere dikkat çekebiliyor, neden olmasın? Kolay iş değil. Tamam para kazanıyor ama, kötü bir şey de değil bu. Bu da bir iş. Sanat da bir işe dönüştü ya bir noktada. Sadece paraya endeksli bir şey olmamalı tabi. Ama adam yaptı, para etti, ne yapalım şimdi?

12143214_10153206707347253_4165745461243732114_n

Karaköy Murakıp Sokak

Kanatlı Lamba’yı sokaklarda veya Instagram’da @kienart hesabından takip edebilirsiniz.