Ruh sağlığımı koruma çabalarımdan biri olarak her gün 7-8 km. yürümeye çalışıyorum ve bu sırada da sonsuz sayıda podcast dinliyorum. Nilüfer’i de bu podcast arayışlarım sırasında ilk önce “Yer Sofrası”yla keşfettim sonra da haftanın dört günü yaptığı Nilüfer Podcast’in bağımlısı oldum. Sanırım işimi en çok beni ruhuma yakın insanlarla tanıştırdığı, oturup sohbet etme imkanı verdiği için seviyorum. Bir stand-up şovu sonrasında tanıştığım Nilüfer’le de oturup resmi fan girl’ü olduğum podcast’ini, komediyi ve daha birçok şeyi konuştuk.

Nilüfer podcastlerin her bölümünü dinlediğim için hikayene hakim gibiyim aslında ama ilk kez tanışacaklar için biraz kendinden ve stand-up’a başlama sürecinden söz eder misin?

Ben 2017’de Savannah Georgia’da master’ımı yaparken başladım stand-up’a. Aslında üniversitede bölümüm Dramatik Yazarlıktı. O kadar sevdim ki aynı okulda, aynı bölümde yüksek lisansımı da yaptım. O sırada ben aynı şehirde aynı okulda devam ederken arkadaşlarımın hepsi mezun olmuştu. Sonra ‘spring break’de ben varoluşsal bir kriz yaşadım. “Ben n’apıyorum?”, “İleride ne olacak?” gibi şeyleri sorguluyordum. O dönemde sürekli izlediğim bir şov vardı. Chris Gethard diye bir komedyenin talk-show benzeri, New York’ta yerel kanalda yayınlanan bir içeriğiydi. Biraz panel gibi bir kurguydu. Karakterler vardı, komedyenler gelip gidiyordu. Her bölüm absürt farklı bir şeyler oluyordu. Canlı yayınlanan ve az izlenen bir içerikti ama benim için önemli bir dönüm noktası oldu. Chris Gethard çok depresif bir adam. Olayı bu hatta.

Bir gün bir kayıtta bir dinleyici aradı ve sorusunu tam hatırlamıyorum ama benim o an yaşadıklarıma benzer kaygılarla yola çıkan bir soru sordu. Chris Gethard da “Her ne yapmak istiyorsan git ve yap. Komedi mi yapmak istiyorsun git bir açık mikrofona çık.” gibi bir cevap verdi. O anda bana dank etti. Ben komedi yapmak istiyorum. O zaman gidip bir açık mikrofona çıkayım. Bu olay olduktan sonra Nazlı diye (şu anki podcast’imin illüstrasyonlarını yapan) bir arkadaşımla buluştum. Olayı ona anlatırken “Benim Lindsay diye bir arkadaşım var o bilir.” dedi. Beş dakika sonra Lindsay kafede belirdi ve “Yarın açık mikrofon var.” dedi. Ben bir gün içerisinde beş dakikalık bir set yazdım ertesi gün de hemen sahneye çıktım. O gün bugündür aşık oldum stand-up’a.

Aşık olduğun bir işi yapabilmek her şeyi kişisel almaya sebep olabileceği için hem çok keyifli hem de çok stresli olabilir aslında. Peki sahnedeki senle günlük hayattaki sen arasında fark var mı?

Anlattıklarımdan özellikle de seks şakalarından dolayı bir ‘persona’ oluşageldi zaman içerisinde ama arada bir uçurum yok. Stand-up’çıların amacı, günün sonunda sahnedeki ve sahne dışındaki insanın aynın kişi olabilmesi derler. Tabii zamanla insanın deneyimler de değişiyor. Benim bolca ‘single’ olmakla, reddedilmekle ilgili şakalarım var mesela ama şu anda bir erkek arkadaşım var ve mutluyum. Aslında onların değişmesi gerekiyor. Özgüvenim de sahnede bahsettiğim kadar kötü değil artık. Çünkü sahnede anlattığınız şeyler kendini gerçekleştiren kehanete de dönüşebiliyor. Oradan uzaklaşıp elimden geldiğince sahne dışındaki beni nasıl sahneye taşıyabilirim bunu bulmaya çalışıyorum.

Seks şakaları demişken özellikle Amerika’da başladığın için soruyorum, kendini sansürlemek zorunda kaldığın oluyor mu? Yaratıcılığını nasıl etkiliyor bu durum?

Kesinlikle oluyor ama Amerika’da da böyle bu durum. Sert içerik her yerde sert. Orada da Katolik muhafazakarı var. Sansürlemek zorunda kaldığım oluyor tabii ama ne kadar başarılıyım sansürlemekte bilemiyorum 🙂 Mesela geçen hafta bir gösteri yaptık. Ben elimden geldiğimce sahnede yumuşatmaya çalıştım ama bir şekilde sete sert başlamış oldum. Daha yumuşak şakaları da sona koymuşum. “Neyse iyi, bitti.” diye düşünerek tamamladım. Hatta bir izleyici gelip “En çok seni sevdim” filan dedi sonrasında ama o gösteriye ev sahipliği yapan kişi, gösteriyi düzenleyen arkadaşlardan birine “Çok güzeldi ama Nilüfer biraz şok etkisi yarattı.” yazıp gergin bir emojiyle bitirdiği bir mail göndermiş. Yani tepkiler farklı olabiliyor. Özetle ne kadar başarılıyım sansürlemekte emin değilim. Belki bazı şeyleri biraz değiştirmem gerek çünkü insanların önüne çıkıyorum ve daha geniş kitlelere çıkmak istiyorum. Böyle de bir gerçeklik var. Örneğin; aile yemeğinde arkadaşlarınla konuştuğun gibi konuşmazsın ya, stand-up için de benzer kuralları olduğunu kabul edebilmek lazım. Yaratıcılığı olumsuz etkilediğini düşünmüyorum. Hatta tam tersi olabiliyor bence. Ne kadar baskı varsa o kadar yaratıcı olabiliyorsun durumu var gibi.

Komedi kadın domine bir alan ama başarılı erkek komedyenler de yeni yeni katılıyor aranıza. Sen erkek komedyenler hakkında ne düşünüyorsun?

Erkek komedyenlerde potansiyel görüyorum. Erkekler de komik olabilir! Açıkçası onlara imreniyorum. Bu her iş alanında olan bir şey. Kadınları %100 yeterli oldukları işlere başvururken erkekler için bu oran %75 diye okumuştum bir yerde. Bu stand-up’ta da var. Kadınların bu konuda da ‘overthinking’ yapıyorlar sanki. “Acaba bunu giysem mi? “Şöyle dersem böyle mi olur?”, “Bence bir kadın olarak sahneye çıktığımızda bizden şöyle şakalar bekleniyor” gibi kaygılar taşıyabiliyorlar ama bu kaygıların direkt olarak stand-up’la bir alakası yok. Ataerkil toplumda yaşıyor olmamızla alakası var.

Bana hep soruluyor “Bir kadın komedyen olarak” diye başlayan sorular ama açıkçası insanların beklediği kadar seksi bir cevap veremiyorum çünkü komedi ortamı aslında çok destekleyici bir ortam. Erkekler de kadınları çok destekliyor hatta istiyorlar orada olmamızı çünkü insanlar ‘line-up’larda kadın görmek istiyor. O yüzden seviyorum erkek komedyenleri. Bir sürüsüyle yattım. Yok yok yatmadım (gülüşmeler) ama yani stand-up’a başladığımdan beri çoğunlukla erkek komedyenlerle birlikte oldum. Severim onları. Problemliler. Biz de problemliyiz yapacak çok da bir şey yok.

O zaman bütün bu komedyenleri ağırladığın Nilüfer Podcast’e gelelim. Nikki Glaiser’ın haftada dört gün yaptığı podcastten ilham aldığını hatırlıyorum. Benim bağımlısı olduğum bu iş nasıl başladı, nasıl bir motivasyonla yola çıktın?

Bunda önce “Yer Sofrası” diye bir podcast yapıyordum. Yer Sofrası’ndan önce de Radyo Modyan’da Kolonya diye bir programım vardı, canlı yayında istek parça alıyordum. Ondan önce de “Doing it with Nilüfer” diye bir podcast yapıyordum. Taa komediye başlamadan önce. Benim için şöyle bir şey var. Ben konuşmayı çok seviyorum. Muhabbeti, sohbeti, insanları tanımayı çok seviyorum. Bir de tabii standup’çıları çok seviyorum. Normalde arkadaş olmayacağım bir çok insanla sadece stand-up’çı oldukları için çok fazla ortak noktamız olduğunu keşfettim zamanla. Bir de şöyle bir yaklaşımla çıktım yola “Ben ne tüketmeyi seviyorum?” Nikki Glaiser’ın haftanın dört günü yayınlıyor olması benim için bir dinleyici olarak çok keyifliydi. Nilüfer podcast’i de dört gün olayı buradan çıktı. İkinci sezonda öyle devam eder mi bilemiyorum ama ellinci bölüme kadar geldik ve hatta o bölümü kutlamak için parti planlıyoruz. 20 Aralık’ta, Aylak’ta yapacağız. Davetli listemiz olacak o nedenle gelmek için Nilüfer Podcast hesabına DM’den yazabilirsiniz.

Podcast’in motivasyonuna dönersek; stand-up kültürünün gelişmesi için çok önemli şeyler böyle podcast’ler bence ve burada böyle bir içerik yoktu. Caner Omur “Evet Doğru”yu yapıyor tabii ama ben biraz daha seri ilerleyen ve her türlü komedyenin katılabileceği bir format olsun istedim çünkü stand-up alanında çok başarılı olan, bu işi çok uzun zamandır yapan çok az insan var. Ben bir iki senedir stand-up yapanları, açık mikrofona çıkan komedyenleri de konuk almak istiyordum. O yüzden hem birazcık stand-up kültürüne bir katkıda bulunsun hem de benim seveceğim bir içerik olsun gibi amaçlarla yola çıktım. Gelen dönüşler aslında beni çok şaşırtıyor çünkü hiç stand-up yapmayan insanlar da dinleyebiliyormuş. Bu beni çok mutlu etti.

Benim için Nilüfer Podcast hiç ilgim olmayan bir alanda bir sürü insanı tanımamı sağlayan bir araç oldu mesela bu açıdan hedefine ulaşıyorsun bence. Peki şu anda Türkiye’deki stand-up dünyasıyla ilgili neler düşünüyorsun? İlginin arttığı bir dönemi mi yaşıyoruz?

Stand-up bence şu an Türkiye’de zirve noktasında. 80’lerde Amerika’da bir ‘comedy boom’ olmuştu. Herkes stand-up yapıyordu. Her mekan stand-up’çılara yer vermeye çalışıyordu. Sonra bu 2010-2015 arasında yine Amerika’da ikinci bir patlama dönemi yaşandı. Bu sıralar benzeri Türkiye’de oluyor bence. Bu kadar çok farklı küçük stand-up oluşumu daha önce yoktu. Şu anda bile sayabileceğim bir sürü oluşum var: Stand up Falan, Yani Stand-up, Güvercin, Boğaziçi Komedi Kulübü, Stand-up Underground. Benim şu anda aklıma gelmeyen daha birçoğu da vardır. Çok güzel, çok heyecanlı bir dönem bence; sadece şöyle bir gerçeklik var ki stand-up’ta iyi olmak on yıl alıyor. Türkiye’de de on senedir stand-up yapan insan sayısı çok az. Bu işi uzun süredir yapan komedyenler iki elimizle sayacağımız kadar az olduğu için de tam bir kültürün oluşması biraz zaman alacak gibi hissediyorum.

Tüm bu konuşmaların ardından Nilüfer Podcast ‘e merak saranlar için de favori bölümümü buraya bırakıyorum.

Kapak Fotoğrafı: Nazlı Cem

İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Komedi ve Ruh Sağlığı