”Nasıl yaşamalı insan? Nasıl ölmeli? Bu iki soru arasına sıkıştırdığımız bir hayat var.” Henüz birkaç gün önce yeni yaşımın gelişini kutladım. Ve ilk defa bu yıl sayıyla değil de periyodik tabloda yaşıma denk gelen elementle hitap ettim ona. Çok yakın zamanda okuduğum kitaptan esinlenerek kendime Titanyumdan yapılan bir eşya edinmem gerekiyordu bu yıl. Çünkü ben de kendi periyodik tablomu başlatmıştım. Bu ihtiyaç 22 sene sonra doğum günümden çok kısa bir süre önce tanışıp hikayesinden çok etkilendiğim bir yazardan geldi. Hastalarının vaka hikayelerine derinlemesine inerek kitaplarında derleyen modern nörobilimin (sinirbilimin) en iyi anlatıcılarından Oliver Sacks bahsettiğim kişi.

Oliver Sacks
Oliver Sacks | Fotoğraf: nytimes.com

Özellikle anlatıcılığının altını çizmek istiyorum. Çok sevdiğim bir bilim popülerleştiricisi Can Gürses, bir konuşmasında bilim insanı olmak ve bilim anlatıcısı olmak çok farklı şeylerdir diyordu. Bilim dünyasında bilimi anlatmanın önemli mi yoksa yersiz mi olduğu üzerine çeşitli tartışmalar dönüyormuş. Bir dış ses olarak ben Sacks’i nörobilimin en güzel anlatıcılarından görüyorum ve bu tartışmalara cevabımı ”önemli” olarak veriyorum. Altta Oliver Sacks’in halüsinasyonun zihnimizle ilgili ortaya çıkardıklarına dair anlatımını izlediğinizde bence siz de bana hak vereceksiniz:

youtube play youtube play

Gelelim periyodik tablo hikayesine… Bilim insanlarının çoğunlukta olduğu bir ailede, İngiltere’de dünyaya gelen Sacks, 10 yaşından itibaren periyodik tabloda yaşının karşılığı olan element sayısını buluyor ve o elementten oluşan bir eşya ediniyor kendine. Bu geleneğini de ölümüne kadar sürdürüyor. Başta büyüdüğü çevre itibariyle böyle bir alışkanlık edinmesinin pek de tuhaf kaçmayacağını düşündüm. Ancak okudukça Sacks’in hayatı ailesiyle de geçmediğini öğrendim.

Sacks, erken yaşta sevdiklerini kaybediyor. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği dönemde henüz 6 yaşındayken yatılı okula gönderiliyor. Dört sene sonra artık 10 yaşına geldiğinde hissettiği derin yalnızlıktan kendisine elementleri ve sayıları arkadaş edinmiş olarak Londra’ya geri dönüyor. Çok küçük yaşlardan itibaren yaşadığı yorucu ve boğucu hayat onu yaşam ve ölüm gibi kavramların yer almadığı fiziki bilimler dünyasına itiyor.

2005 yılında sağ gözünde tümöre rastlanıyor ve tümörü yok etmek için uygulanan radyoterapi gözünü kör ediyor. İlk tümör teşhisinden sonra çalışkanlığından ve yaratıcılığından hiç ödün vermeyen bir hayat yaşıyor. Sağ gözünü kaybettikten sonra sıklıkla karşılaştığı görme engelli hastalarının halüsinasyon deneyimiyle kendisi de karşılaşıyor. İncelediği vakaların pek çoğunu kendi hayatında da deneyimlediği hastalıklar olduğunu belirtiyor, belki de onu iyi bir anlatıcı yapan özelliklerden biri de geçirdiği hastalıklar oluyor.

Sacks hayat boyu çok başarılı bilim insanı ve yazar ünvanını hep taşıyor ancak tüm bu tanınır kişiliğinin yanında Sacks’in bir de benim tabirimle büyüme tarihi var, herkesin belki de onu en çok tanıyacağı yazısını yazdığı tarih.

Sacks'in Gençliği
Sacks’in Gençliği | Fotoğraf: newstatesman.com

Bana kalırsa herkesin doğum tarihinden daha önemli bir tarih var, o da büyüme tarihi. Bahsettiğimiz büyümenin hesabını da aldığımız yaş ya da tecrübemiz vermiyor bu denklemde. Geriye dönüp baktığınızda dönüşümünüzü belirgin bir şekilde görebildiğiniz eski ve yeni ”ben”i ayırt edebildiğiniz bir dönem oluyor. Burada bahsettiğimiz dönüşümün Kafka’nın dönüşümüyle de bir ilgisi yok. İlla büyük bir evrilme söz konusu değil. Sanırım bahsettiğim durumu bugüne kadar en güzel anlatan kişi Cıva [80] yaşındaki Sacks oluyor.

2014 yılının sonlarına doğru gözünde 9 sene önce çıkan melanomdan kaynaklanan metastatik bir kansere yakalandığını öğreniyor. Bahsettiğim büyüme tarihini de, bu haberi aldığında, ölümüne çok kısa bir süre kala yaşıyor. Hayatının parçalarına ilk kez tepeden bakarak onları bir bütün olarak görüyor. Tam da o zamanlar benzer şekilde ölümcül bir hastalıktan 65 yaşından vefat eden Filozof David Hume’un ”zordur, hayattan şimdi benim kopmuş olduğumdan daha fazla kopmak” sözleri onun için anlamını buluyor.

Oliver Sacks
Oliver Sacks | Fotoğraf: theparisreview.org

Talyum [81] iken doktorlardan altı ay kadar bir yaşam süresi kaldığını öğreniyor, hayatının son demine geldiğini fark ediyor. Hayatı boyunca bilim için çalışan ve kendini hastalarını deli olmadığına ikna edip onların olağanüstülüğünü en tatlı dille anlatan Sacks, öleceğini bilerek, hissederek ve farkında olarak yaşayacağı bu ölüm yolculuğunda Francis Crick gibi ölüm geldiğinde onu var gücüyle en yaratıcı çalışmalarına devam ederken bulsun istiyor. Bizde de bu isteğin en güzel dile getirilişini Nazım Hikmet Yaşamaya Dair şiirinde şu şekilde yapıyor:

”….

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından

….”

The New York Times‘ta daha önceden yayınladığı ve kendini anlattığı yazılarını bir araya topluyor. Kendi periyodik tablosunun son günlerinde hayatının nasıl geçireceğini dair uzun düşünceler dalıyor ve sonunda artık onun değil geleceğin meselesi olduğuna inandığı küresel ısınma, iç savaşlar ve siyasi tartışmaları hayatından çıkarmaya karar veriyor. Bunu da artık dünyanın sorunlarına karşı duyarsız kalmak istediğinden değil geleceğin emin ellerde olduğuna inanacak kadar fazla insanla tanıştığından ve sırayı devretme zamanının geldiğine emin olduğundan yapıyor.

Kendisine kalan tüm zamanını da ölümünün gelişini anlattığı kitabının son bölümünü yazarak geçiyor. Sevenlerine bu incecik ama 82 yıllık bir hayatın sığdırıldığı ‘Benim Periyodik Tablom‘ kitabını bırakıyor. Bu kitabı yazarken Kurşun [82]’yi de görüyor. O zamandan yolun sonuna geldiğini anlıyor ancak çok sevdiği bir element olan Bizmut [83]’u da koleksiyonuna ekliyor.

Oliver Sacks
Oliver Sacks | Fotoğraf: oliversacks.com

Daha çocukluğundan sevdiklerini kaybedip ölüm korkusuyla yüzleşen ve bu kavramın varlığını dahi hayatından silmek için kendisine yeni bir dünyada, bilim dünyasında, yeni bir hayat kuran Sacks, artık kaçacak bir başka dünyası olmadığının farkına varıyor.

Steve Jobs’un 2005’te Stanford’ta yaptığı konuşmada dediği gibi aslında.’‘Hiç kimse ölmek istemez. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya gitmek uğruna ölümü göze almak istemezler”. Oysa ölüm hepimizin ortak sonu. 30 Ağustos 2015 günü de Oliver Sacks hayata Kurşun [82] yaşında veda ediyor, veda mektubunu da kitabının son bölümü olan Şabat Günü’nde daha önce hiç rastlamadığım kadar güzel bir tanımla ile yazıyor.

Oliver Sacks
Oliver Sacks | Fotoğraf: brainpickings.org

Şabat Günü nedir bilir misiniz? Yahudilerde haftanın yedinci günü olan ve dinlenme günü olarak kabul edilen Cumartesi gününe ‘Şabat Günü‘ denir. İnsanlar haftanın başından itibaren çalışırlar ve son günü tamamen dinlenmeye ayırırlar. Şabat’ta herhangi bir işte, faaliyette bulunmak tamamen yasaktır. Sacks de bugüne kadar duyduğum en güzel ölüm tanımını Şabat ile şu şekilde ilişkilendirmiş: ”Düşüncelerimin, haftanın yedinci gününe, belki de insan hayatının da yedinci gününe doğru kaydığını fark ediyorum”.

Kapak fotoğrafı: scientificamerican.com

İlginizi çekebilir: Beril Sarıca’dan Bilim Dergileri