13 going to 30 çocukken favori filmimdi orada Jenna karakterinin dergiyi yenilemeye çalışırken yaptığı duygusal bir konuşma vardı. Diyordu ki: “Bu kadınlar kim? Tanıyan var mi? Ben hiçbirini tanımıyorum. Ben dergimde en yakın arkadaşımın ablasını, yan komsumu görmek istiyorum. Zeki, güzel ve olduğu kişiden memnun kadınlar… Örnek almamız gerekenler onlar. Hadi hayatı dergilere geri getirelim.” Büyüdükçe de bu diyaloga dair fikrim değişmedi. Yazdığım şeyler hep bu çerçevede şekillendi. Daha güzeliyse bunu yalnızca benim değil onlarca kadının daha yapıyor olması. Pınar Civan’ın durumundaysa kelimesi kelimesine çünkü yeni kitabı Dis-moi’de 20 yıl boyunca yaşadığı 3 kıtada farklı kültürlerden kadınlara hayat, aşk ve kadınlıkla ilgili sorular soruyor. Biz de Pınar ile bir araya geldik ve bana heyecan veren kitabıyla ilgili konuştuk.

Pınar selamlar, öncelikle seninle yeni kitabın Dis-moi aracılığıyla tanıştığıma çok memnun oldum. Dis-moi’de 20 yıl boyunca yaşadığı 3 kıtada farklı kültürlerden kadınlara hayat, aşk ve kadınlıkla ilgili sorular yöneltiyorsun. Kitapta yer alan kadınlarla nasıl tanıştın? Sormak istediğin sorular zaten aklında mıydı? Yoksa sorular ve kitap da yaşamım akışında mı gelişti?

Ben de çok mutlu oldum tanıştığımız ve bu sohbeti yapabildiğimiz için. Aslında ben aklımda bir kitap fikriyle, sistematik konuşmalar yapmadım. İnsanlarla konuşmayı, hikayelerini dinlemeyi seviyorum, pek çekingen de değilim ve dinlediğim hikayeler özellikle tablolarıma ilham oluyor. Ama özellikle kadınlarla konuşuyorum. Yaşadığım yerler de her zaman gündelik hayatın en kolay olduğu yerler değildi. Afrika’da Fildişi Sahili’nde, Senegal’de ve Gana’da yaşadım, iç savaşın, zorlu yaşam şartlarının, kadınlarının hayatlarını nasıl etkilediğini, bununla başa çıkmak için geliştirdikleri hayata tutunma yollarını ilk elden gördüm, beni en çok dönüştüren tecrübemdir Afrika.

Ondan sonra global olarak bütün kadınları daha da dikkatli dinlemeye başladım. Arjantin’de de Vietnam’da da İsviçre’de de, Fransa’da da, Ukrayna’da da bulduğum her fırsatta -Lviv’de otobüste yanımda oturan yaşlıca bir kadından, Dakar’da ev sahibimin tarih profesörü ama bizimle aynı sofraya oturma izni olmayan eşine, Vietnam’da otelin resepsiyonunda çalışan küçük kızdan, Accra’daki kuaföre- benimle birkaç cümle paylaşmayı kabul eden herkese hayatla ilgili aklıma gelenleri sordum. Dağınık notlar aldım. O notlar çok bencilce tamamen benim gelişimim içindi aslında, benim hayatı, kadınlığı, aşkı çözme merakımdı, kitap yapmaya hiç niyetim yoktu, kitap aslında annemi kaybettikten sonra benim kendi özelimde kadın olarak bir hayatı sürme, tamamlama, tadını çıkarma üstüne kafamı normalden daha fazla yorma sürecimle oluştu. Benim buna ihtiyacım vardı.

Dis-moi

Ben kadın olmanın en keyifli kısmının diğer kadınlarla olan ilişkilerimiz olduğuna inananlardanım. Çünkü ortak deneyimlerimiz sayesinde birbirimizden çok şey öğreniyoruz. Dis-moi’yı hazırladığın süreçte ögrendiğin en değerli şeyler neler oldu?

Tam olarak bu oldu. Dayanışma. Birbirimize omuz vermemiz. Ukrayna’ya taşındığımda Rusya ile savaşın en başıydı. Kırık dökük Ukraynacam ile pazarda sebze satan kadınların endişelerini dinliyordum, elimden gelen bir şey yok ama yabancı birine içlerini dökmek istiyorlar, bunu verebilirim çünkü bana da bunu ihtiyacım olduğunda kadınlar verecekler. Gana’da kıymet verdiğim bir genç kadın doğacak kız bebeğini benim “almamı” istedi, olacak şey değil ama o kız bebeği büyütmek için sadece kadınların birbirlerine uzatabilecekleri ele, omuza ihtiyacı vardı, bunu da nasıl bir güçle yapabileceğimizi ben de böyle uç bir durumda yaşayarak ben de güçlendim, büyüdüm. Çok başka hayatlar sürüyoruz ama öyle ortak ana meselelerimiz var ki. Ben Dis-moi’da hayatı doya doya yaşayabilme mesajı üzerine odaklanmayı tercih ettim. Bu bir art book, ağır ve üzücü şeyleri anlatmak istemedim. Dediğim gibi, ben çok büyük bir kayıp sonrası annem ve kadınlık ve kendi üstümde çok düşünüyordum ve bu süreçte kendimle ilgili en çok şeyi öğrendim, kendi gölgemin üstünden atladım. Terapi süreci gibi oldu bile diyebiliriz hatta.

Sence bulunduğumuz ülkenin sosyo-kültürel, politik durumu kadın olarak deneyimlerimiz üzerinde ne kadar etkili? Dis-moi için konuştuğun tüm kadınların ortak deneyimleri de var mı?

Olmaz mı, toplum, din, erk, iş hayatı, kadının emeğinin ve bedeninin sömürülmesi, eşit kaynaklara ulaşımın -en gelişmiş Avrupa ülkelerinde bile- adil olmaması, kadınlığın ana meseleleri bütün dünyadaki kadınların ortak meselesi. Hangi dili konuşursak konuşalım çok benzer meselelerle sınanıyoruz ve çok benzer engeller üzerinden atlamaya çalışıyoruz. Elbette daha zoru, en zoru var ama bu mücadele henüz hiçbir yerde tam olarak kazanılmadı. Kitapta bir bölümde hayır diyebilmek zor ama asıl evet diyebilmek bir super güç diyorum. Kadınlar olarak bunu istiyorum diyebilmek, çekinmeden talep edebilmek, sessizce beklememek, verilenle yetinmemek, hayatın her alanında kendimizi olduğumuzdan küçük yapmamak, var olmak hepimizin ortak meselesi.

Dis-moi’de hikayeleri yalnızca yazım aracılığıyla değil aynı zamanda çizimlerle de sunuyorsun. Çizimlerinle kitabı görsel olarak zenginleştirme fikri nasıl ortaya çıktı?

Aslında önce çizimler vardı. Dediğim gibi metinler benim yıllar içinde kendimi zenginleştirmek için sakladığım, kişisel öğretilerdi. Ben soyut resimler yapan bir ressamım. Figüratif çalışmayı tercih etmedim. Ama bir noktada soyut tablolarıma soyut ve naif kadın figürlerinin kendiliklerinden dahil olduklarını gördüm. Bunu fark edince uçakta, trende, doktor kontrolü bekleme odalarında vb. kara kalem çocuksu ve soyut kadın eskizleri yapmaya başladım. O eskizleri kadın takipçilerim çok sevdi. Önce çizimler ortaya çıktı yani. Metinleri derleme toplama, filtrelemeden, sansürlemeden içimi kağıda dökme aşaması hem daha geç hem de daha zorlanarak geldi.

Azalıyor olmakla birlikte özellikle basının kadınlar arasındaki rekabeti körükleyen bir yaklaşımı olduğunu biliyoruz. “Kim daha iyi giydi” karşılaştırmalarından polemiksever magazin haberlerine bu alışkanlık yıllarca devam etti. Öte yandan tüm bu çabanı aksine birbirimizi en iyi anlayan ve dolayısıyla da en içten takdir eden yine bizleriz.

Senin bu zamana dek bir kadından aldığın en akılda kalıcı ve en anlaşıldığını hissettiren iltifat hangisiydi?

Çok ilginç ve bunu sanat dünyasında da kadınları birbirine karşı döndürmeye çalışan erkek figürler nezdinde gözlemliyorum. Oysa biz kadın ressamlar kendi aramızda birbirimize çok kıymetli ve çok sınırsız destek veriyoruz. Sanırım aldığım en büyük iltifat ve destek hem hayran olduğum hem de disiplinimde en çok şeyi öğrendiğim resim hocalarımdan birinin kendi atölyesini bana devretmesi oldu, 30 yıllık kariyerimde bu atölyeyi devredebileceğim sadece iki ressam çıktı karşıma dedi ve benim için hem kariyerimin hem bireysel yolculuğumun en büyük tatmin, onur, iltifat ve başarılarından biridir. Nisan ayında o hayallerimin atölyesine taşınıyorum ve umarım ben de orayı genç kadın ressamlara destek verebileceğim bir ortak alana çevirebileceğim.

Kapak Fotoğrafı:

İlginizi çekebilir: Mihriban Çehri’den Dünden Bugüne Kadın Yazarlar