Ortadoğulu muyuz yoksa Avrupalı mı? Ortadoğu’nun iç savaş hikayeleri bize ne kadar yakın? Rabih Mroué’nin Suriye ve Lübnan’daki iç savaşları, etkilerini ve insanlarını ele aldığı SALT Beyoğlu ve SALT Galata’daki sergileri, bize kendimizi sorgulatıyor.

photo 4

Yüksek lisansımı dünyaca ünlü bir okulda yapma şansım oldu. Hazır böyle bir okula gelmişken siyasal bilimlerin ünlü birkaç hocasından ders almayı kovalıyorum. Bir nevi akademik ‘celebrity’ peşindeyim. Okul dünyaca ünlü ama ben turist kafasıyla souvenir peşindeyim adeta. Bu şekilde yer kovaladığım derslerden biri de üstelik de çok sevdiğim konulardan milliyetçilik üzerine. Neyse derste yer buldum, üstelik de celebrity profesörün girdiği tartışma grubuna girdim. Türkiye’de pek görmediğimiz bir sistemle tartışma derslerinde dersi değil de kendi entelektüel fikirlerimizi tartışıyoruz (Burayı doğu ve güney Avrupalılar daha çok havalara bakıyor olarak okuyabilirsiniz.) İyi güzel de, ders Milliyetçilik, tartışanlar Avrupalı, bu akımdan gerçekten mustarip bir eleman yok ki mesela İsrail-Filistin’i şöyle bir ateşli tartışalım. Üstelik beni hayretlere düşüren bir biçimde, batı Avrupalı sınıf arkadaşlarım artık bu yüzyılda milliyetçilik yüzünden kan dökülemeyeceğini iddia ediyorlar, sadece olayın teorisini tartışıyoruz. Hani, nerede o siyasalın kan, ter ve entrikası! Allahtan karşımda eski Yugoslavya milletlerinden arkadaşlarım oturuyor da birbirimize göz deviriyoruz. İşte ben, bu derste bizim Avrupalı’dan çok Ortadoğulu olduğumuza inandım. Bir Avrupalı gibi yaşayabiliriz, ama coğrafya, komşular ve sorunlar (hele bu günlerde) hep Ortadoğulu. The Clock’u izlemek için gitmişken bunu da bir göreyim dediğim Rabih’nin sergisine takılıp kalmam, Mroué’nin anlattıklarını son 1 senedir yaşadıklarımıza çok benzetmem ve o milliyetçilik dersini hatırlamam da işte bu yüzden.

Lübnanlı aktör, tiyatro yönetmeni, oyun yazarı ve görsel sanatçı Rabih Mroué’nin İstanbul’da SALT Galata ve SALT Beyoğlu’nda olmak üzere birbirine göz kırpan 27 Temmuz’a kadar gezip görebileceğiniz iki sergisi devam ediyor. Mroué’nin Suriye’deki iç savaşı ele aldığı SALT Beyoğlu’ndaki Pikselli Devrim ve kendi hikayesini anlattığı SALT Galata’daki sergisi, kendi coğrafyamızdan ve hallerimizden çok şey bulabileceğimiz sergiler.

SALT Beyoğlu: Gezi’den Hatıralar

Bugünlerde, özellikle İstiklal Caddesi’ndeki kitapçılara gittiğinizde Gezi Parkı olayları ile ilgili kitaplara özel ayrılmış raflar bulabilirsiniz. Bu rafları dolduran kitapların bir kısmı, sizin benim gibi katılımcı ve seyircilerin çektikleri fotoğraflar ve yazdıkları tweet ve yazılardan oluşuyor. Bir röportajında belirttiği gibi, sanatı bir ‘tartışma platformu’, sanatsal işleri de insanları etkileyecek ve üzerlerinde konuşturacak işler olarak gören Rabih Mroué’nin Suriye iç savaşındaki kitlesel protestoları ele aldığı sergisi, biz Türk izleyiciler için Gezi Parkı referansı ile SALT Beyoğlu’nda konumlanarak tam da istediği işlevi görüyor. Özellikle serginin gezenin de dahil olabileceği (engaging) işler içermesi bana göre bu sergiyi en etkileyici kılan etkenlerden biri.

Bu sergide en çok etkilendiğim iş, Mroué’nin Youtube’daki iç savaş görüntülerini alıp flipbook’lara dönüştürdüğü (bir nevi küçükken çizgi film yarattığımız, çevirdikçe hareket eden kitapların gerçek savaş versiyonları!) ve bir butona basarak o hikayenin sesi ile beraber kitapçığı çevirerek o anı sizin hayata geçirerek yaşadığınız iş oldu. Daha da etkileyici olan, kitapçığın sayfalarını çevirirken elinizde özellikle biraz mürekkep izi kalması ve kitapçıkların koyulduğu panele önceden basılmış yüzlerce parmak izi. Mroué, gezenin elinde iz bırakarak ve o parmak izlerini oraya koyarak kimsenin elinin tamamen temiz olmadığına, herkesin öyle ya da böyle, büyük ya da küçük kirli bir işe bulaştığına dikkat çekmek istemiş. Bu iş ayrıca Mroué ‘nin Lübnan iç savaşı sırasında (ne olduğunu bilmesek de) işlediği suçlar için özür dilediği SALT Galata’da bulunan I, the Undersigned (Ben, Aşağıda İmzası Bulunan) işine de göz kırpıyor.

photo 1 (2)

Bizim bir senedir toplum olarak yaşadıklarımıza referans olacak diğer işler ise the Pixelated Revolution (Pikselli Devrim) projesive nin parçası olan Eye vs. Eye (Göze Göz). Açıklaması isminden de anlaşılan Pikselli Devrim gösterimini izlerken, kendimi, bir yandan kaçışırken ya da uzaktan izlerken illaki kaydetmek istediğim görüntüleri telefonumla çekerken elimin titremesini düşünmeden edemedim. Namlunun ucuyla telefon kamerasının lensinin arkasındaki gözleri izlediğiniz Göze Göz’de ise, keskin nişancı ile fotoğraf çeken insan arasındaki gerginlik hem amaç ve durum (Biri öldürmeye, diğeri de öldürmek isteyeni kaydetmeye odaklanıyor.) açılarından çok etkileyici, hem de o sergiden çıkıp da yürüdüğünüz caddede yaşanan olayları hatırlatması açısından bizler için düşündürücü.

SALT Galata: Aynı Coğrafyanın İnsanları

SALT Galata’daki sergi çocukluğundan beri iç savaş ve onun getirileriyle (belki de daha çok götürüleriyle) hesaplaşan Rabih Mroué’nin kendi ve biraz da ailesinin hikayesini anlattığı için, bize telefonlara kaydedilen bir isyan hikayesi kadar yakın olmasa da, benzer coğrafyalarda (Lübnan-Türkiye) aslında bizim adımıza maalesef üzücü ve bazen bezdirici benzer olayların yaşandığını fark ettiriyor.

Örneğin; Don’t Spread Your Legs (Bacaklarını Açma) enstalasyonunda Mroué ve arkadaşlarının gençken sergilemek istedikleri ‘Kim Korkar Temsilden?’ performansının “kamu ahlakına aykırı” olmasından ve çeşitli benzeri halkı koruma (!) amaçlı sebeplerden tüm ‘zararlı’ bulunan kelime ve ifadelerin oyundan tek tek çıkarılmasını veya değiştirilmesini izlerken bir gecede türbanlanıveren Hürrem Sultan veya öpüşmekten bakışmaya geçen Aşk-ı Memnu aşıkları gibi günlük hayatta bir sürü örneğiyle karşılaştığımız ‘değişimler’ akla geliyor.

Kim Korkar Temsilden?

Ya da Mroué’nin teyzesinin savaş sırasında çalışmayan antenler sebebiyle karlı ekran gösteren televizyonlar ekranlarının ısrarla düşmanların subliminal mesajlarını ilettiklerine inanması; hatta bunu için kod özen uzmanlar bile tutup mesaj bulunamasa bile inancını yitirmemesi yine bizim komplo teorisi sever hallerimizi hatırlatıyor. (Bkz. Metal Fırtına ve benzeri çeşit çeşit ‘düşmanlarımız’ kitapları)

Suriye-Türkiye-Lübnan

Her ne kadar biz Türkler genelde Ortadoğulu kimliğini sevmesek de Rabih Mroué’nin işlerinde anlattığı gibi (Noiseless (Sessiz) ve The Mediterranean Sea (Akdeniz)), Lübnan ve Suriye’deki kadar ağır olmasa da biz de bu topraklarda kadınlık, azınlık, politik görüş/duruş kimliklerimizi, bireyselliğimizi kazanmak için ağır bedeller ödüyoruz. Yani; başta anlattığım, Alman-Fransız sınıf arkadaşlarımın anlayamayacağı, bilmediği büyük-küçük mücadeleleri halen, her gün veriyoruz. Siz en iyisi 27 Temmuz’a kadar birbirinden etkileyici işleri kendiniz görün ve deneyimlemek için SALT’ı ziyaret edin ve kimliğinize kendiniz karar verin!