Avukatlığı bırakıp editör olarak çalışmaya başladığımdan beri hayatımda çok şey değişti. Bu değişim de aslında birçok sorgulamayı beraberinde getirdi: Kronik bir ‘overthinker’ olarak belki de dünyanın en sorgulanası endüstrilerinden biri olan modayla aklımı bozmak iyi bir fikir miydi? Sonra bir baktım ki zaten yıllardır okuduğum biri benim düşündüğüm her şeyi ve daha fazlasını bir kitapta anlatmış! Seda Yılmaz’dan ve “Giysiler Ne Anlatır?”dan söz ediyorum. Şanslıyım ki “kahramanlarınızla tanışmayın” klişesi haklı çıkmadı ve Seda buluştuğumuz kafede sorularımı bolca gülerek yanıtlayarak bana kendimi anlaşılmış hissettirdi.

Seda, öncelikle tanıştığımız için çok mutluyum. “Giysiler Ne Anlatır?” kitabından önce de farklı mecralardaki yazılarından takip ediyordum ama yeni tanışacak Magger’lar için bize biraz kendinden ve sosyoloji okurken moda endüstrisine dahil olma sürecinden söz edebilir misin?

Edebiyatla ilgili, okumayı seven bir çocuktum. Hayatımın her döneminde kitaplar ve bunlarla birlikte gelen duygu durumları oldu. Üniversitedeyken dergi okumayı çok seviyordum. Bazaar’a bayılıyordum. Sonra okuldan bir arkadaşımın Bazaar’da staj yaptığını gördüm ve “ben de yapayım, neden olmasın” dedim, böylece staja başladım. Çok şey öğrendiğim ve kitapta da anlattığım gibi derginin editörlerini hayranlıkla gözlemledim: Ne giyiyorlar, nasıl konuşuyorlar? Hayattaki yolumu bulmaya çalıştığım bir dönemde orası çok güzel bir okul gibiydi benim için. O zamanlar dijital dünya da bu kadar aktif olmadığından bir işin nasıl yapıldığını öğrenmek daha zor ve farklıydı. Uzakta bir hayal gibi gelen bir dünyanın içine girmek ve o dünyanın işleyişini anlamaya çalışmak… Çevirilerden çekimlere her aşamada editörlere yardım etmeye hevesliydim. Şu anda da hala beni işim için motive eden şey merakım. Toplumda neler olduğu ve insanların davranışlarının olan bitenden nasıl etkilendiği konusunda merak duyuyorum. Bunlar üzerine hala kafa yoruyorum. Moda da bunun bir parçası!

“Giysiler Ne Anlatır?” kişisel bir hikaye olmanın yanı sıra moda dünyasının içinde hem katılımcı hem gözlemci olduğun yılların bir özeti gibi. Kitabı yazma fikri nasıl doğdu?

“Giysiler Ne Anlatır?”ı yazmadan çok önce bir kitap yazma fikri vardı kafamda. Çok uzağa koyduğum, gözümde büyüttüğüm bir hayal gibiydi.İlk kitap fikrinin notları duruyor. “Bir kadın tarzını nasıl bulur?”, “Stilini ve kendini nasıl bulabilirsin?” sorularına cevap arayan bir kitap yazmayı planlamıştım. Kişisel bir hikaye olması fikri o zaman da vardı; yıllar içerisinde kitaba dair değişmeyen tek şey de bu oldu aslında. Değişen şey ise, benim geçen süre zarfında kadın hareketi ve feminizmle ilişkilenmeye başlamam oldu. Feminist kadınlar tanıdım. Onların açtığı pencereler modaya bakış açımın biraz değişmesini ve feminist bir perspektifle bakarak gördüklerimi sorgulamamı sağladı. Kitabı da yine kişisel bir yerden yola çıkıp o feminist pencereden bakarak kurgulamaya çalıştım. 

Senin de yıllar içinde yakından gözlemlediğin gibi moda dünyasında kapsayıcılık konusu çok gelişti. Öyle ki ana akımlaştı ve samimiyetini sorguladığımız bir noktadayız. Sen bu sürece nasıl bakıyorsun?

Göstermelik bile olsa olumlu bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bence tüketici de farkında bunun büyük oranda göstermelik olduğunun ama en azından temsiliyet bazında önemli gelişmeler bunlar. Ben çeşitlilik görmeden büyüdüm mesela ve bu durum günümüzle karşılaştırıldığında önemli bir fark. Sadece Kate Moss’la büyüdük diyebilirim. O yüzden evet bu konu ana akımlaştı, markalar tarafından kullanılıyor ama günün sonunda bir şekilde temsiliyeti de beraberinde getiriyor. 

Yakınlarda Confidence Culture adlı bir kitap okudum ve bu konunun üzerine çok düşündüm. Kitap, markaların özgüven, özsevgi gibi kavramları kullanmalarını ele alıyor. Evet, olumlu tarafı var ama bir yerde de o kavramların içlerini boşaltıyor. Örneğin; ırkçılık, cinsiyetçilik bunların hepsinin bir tarihsel yükü var. Onları, farklı insanları bir araya getiren bir fotoğraf çekimi yapınca kırmıyoruz. Bu sorunlar sadece temsiliyetle ortadan kalkıyormuş gibi bir algı oluşuyor. Böyle olduğunda oradaki tarihsel mücadele siliniyor. Bence en büyük tehlike bu. Yeni kuşaklar o tarihselliği ve verilen mücadeleyi daha az fark ediyor gibi geliyor bana. “Her çeşit kadın var işte.” gibi düşünülebiliyor örneğin. Belki hepsi temsil ediliyor kağıt üzerinde, her şey süper ama bu temsil toplumsal olarak değişimi ve dönüşümü getiriyor mu? Kaç kişi bu temsilleri görerek ırkçılığı, cinsiyetçiliği ya da LGBTİ fobisiyle yüzleşiyor? Bunları bilmiyoruz, zaman gösterecek ama kapsayıcılık üzerinden “Oldu bitti, biz bunları aştık” düşüncesine girilebiliyor. Bununla ilgili ‘post-feminizm’, ‘post-racism’ gibi tanımlar da var hatta. “Artık bütün haklar kazanıldı ve mücadele bitti” gibi bir anlayış söz konusu. Halbuki durum böyle değil. Henüz kazanılmadı, sonrasına geçmiş değiliz, halen mücadelenin içindeyiz. Bir sürü hak hala çok kırılgan. Bizim kazanım zannettiğimiz birçok şey çok hızlı gidebiliyor elden. Özellikle kadınlar için durumun böyle olduğunu düşünüyorum. 

İçini boşalttığımız kavramlar demişken “sürdürülebilirlik” konusu için neler düşünüyorsun? Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirme fikri sence ne kadar gerçekçi?

Bu soruyu yanıtlarken oradaki sınıfsal durumu görmeden hareket edemiyorum. Bir kere sürdürülebilir markalar, hızlı moda markalarından çok daha pahalı. Tüm dünyada insanların alım gücü düşüyor, enflasyon her yerde artıyor. Dolayısıyla çok zorlanıyorum bu konu üzerine konuşmakta. Konuyu bireysel sorumluluk haline getirmek ne kadar doğru emin değilim. Sürdürülebilir bir markadan bir ürün aldığımızda çok acayip bir şey yapıyormuşuz gibi hissediyoruz ama sadece moda değil, petrol gibi bir sürü endüstri hiçbir şekilde denetlenmeyen sistemlerin içinde. Dolayısıyla bu konuda yapılabilecek şeyin mümkün olduğunca az tüketmeye çalışmak olduğunu düşünüyorum. Çok zor biliyorum ihtiyaca dayalı hareket etmek gerekiyor çünkü sürdürülebilir ürünler de alsak günün sonunda yeni bir şey almış oluyoruz. Tüketim devam ediyor yani. 

Bir yandan da insani bir yönü var tabii ki. İnsanın canı yeni bir şeyler giymek istiyor. Çok çelişkili bir durum aslında. Ben bir süre hiç almamaya çalıştım. Tamamen ihtiyaca yönelik alışverişler yaptım. Bir şey eskidiğinde ya da bittiğinde alıyordum. Şimdiyse öyle değilim. Bu konuda kitabı yazdığımda olduğum noktadan farklı bir yerdeyim. Yine de dikkat etmeye çalışıyorum elbette ama bu sorumluluğu sadece kişilerin üzerine yükleyen anlayışın benimsenmesindense gerçekten daha yapısal çözümler üretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yapısal çözümler üretilirse bireysel olarak bizler de sorumluluk almaya daha gönüllü olabiliriz. Bu çözümler olmadığında insanda “ne anlamı var ki?” duygusu uyanıyor ve bu duygu da çok insani. Bütün bu duyguların içinde sistemsel bir değişiklik göremeyince bireysel olarak sorumluluk almak daha uzak geliyor. 

“Giysiler Ne Anlatır”da yıllar boyunca gözlemlediğin modaya dair pek çok şeyi sorguluyorsun diyebiliriz. Biz de az önceki sorularla aynısını yapıyoruz aslında şu an. Peki biz moda endüstrisine dair bu kadar çok şeyi sorgularken, prensipleri bize çoğunlukla uymayan bu dünyaya neden bu kadar ilgi duyuyoruz, neden içinde kalıyoruz?

Çünkü insan bir şekilde kendini ifade edecek, anlatacak bir alan arıyor. Herkes yazı yazmıyor, herkes bir şey üretmiyor ama herkes giyiniyor. Giyim kendini ifade etmek için çok hızlı aracı olabilen, herkesin içine dahil olabileceği bir alan. O yüzden çok cazip. Hiç ilgilenmiyorum diyen bir insan bile ucundan kıyısından, her gün giyindiği için dahil oluyor. Tamamen fonksiyonel kaygılarla hareket eden, örneğin sadece rahat kıyafetler giymeyi seven biri bile aslında o rahat kıyafetleri alarak, o endüstrinin bir parçası oluyor. Dolayısıyla insana çok açık bir alan. Hollywood da çok gösterişli ve çekici ancak onun sadece izleyici olarak bir parçası olabiliyoruz. Modada ise kendimiz birebir olarak parçası olabiliyoruz o dünyanın. Bu çok hızlı bir dahiliyet yöntemi. Bir de moda endüstrisinin ulaşılmaz ve kapalı havası zaman içerisinde ortadan kalktı çünkü herkes göz önünde; herkes Instagram’da, TikTok’ta. Herkesin ne yaptığını, nereye gittiğini, hangi markayı giydiğini görüyoruz. Böylece moda dünyası gittikçe genişlendi ve daha çok insanı içine  çekti. Dizilerdeki stilleri, makyajları konuşuyor olmamız tesadüf değil. Onlar üzerinden dahi dahil olunabilen bir alan moda. Bu yüzden de çekici olmaması mümkün değil!

Son olarak aslında sana teşekkür etmek istiyorum. “Giysiler Ne Anlatır” kitabın ve Instyle için yaptığın Öncü Kadınlar serisi gibi çalışmaların beni çok besleyen işler. Peki seni besleyen, takip etmekten hoşlandığın kişiler var mı, bizlerle paylaşabilir misin?

Tabii. Aslında farklı alanlardan pek çok kişiyi takip ediyorum. Öncelikle modaya feminist perspektiften bakan akademisyenler dünyası var diyebilirim. Bunları daha ziyade Twitter’da takip ediyorum. Örneğin; Dr. Kimberly Chrisman-Campbell, Angela McRobbie, Agnès Rocamora . Bir de endüstrisinin içerisinde yazar, editör, içerik üreticisi olarak çalışan kişileri takip ediyorum. O tarafta da Rachel Seville Tashjian, Tyler McCall, Jasmin Malik Chua, Elizabeth L. Cline, Chloe Iris, Jessica DeFino ve Moira Donegan’ı örnek verebilirim.

Kapak Fotoğrafı: Instagram.com/sedayilmazsed

İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Atölye ren ile Yavaş ve Kapsayıcı Modaya Dair