1895 yılında L’Arrivée d’un train en gare de La Ciotat filminin Galatasaray’daki bir birahanede gösterilmesiyle bu topraklarda başlayan sinema macerası 1914 yılında Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı ile ilk meyvesini verdi ve günümüz toplumunun vazgeçilmezlerinden biri haline geldi. Özellikle İstanbul’da ardından da tüm Türkiye’de sayısız sinema salonu açıldı. 1982’de başlayan ve hâlâ her sene İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenmeye devam eden İstanbul Uluslararası Film Festivali, dünya sinemasından birçok önemli filmi Türkiyeli izleyiciler ile buluşturdu. İşte özellikle de bu festival aracılığıyla, Türkiye, simultane film çevirisi ile tanıştı.

Emek Sineması

Simultane film çevirisi denince gözünüzde pek bir şey canlanamamış olabilir, önce bir açıklayalım ne olduğunu. Festivallere gelen filmler yalnızca kısa bir süreliğine gönderildiği için, bu filmlere dublaj ya da altyazı hazırlama imkanı bulunmuyordu o senelerde. Dolayısıyla da filmler orijinal dilinde gösteriliyordu. Orijinal dili farklı olanlar da İngilizce veya Fransızca altyazı ile. İşte hâl böyleyken, geriye tek bir seçenek kalıyordu: simultane çeviri. Festivali düzenleyen İKSV, Türkiye Konferans Tercümanları Derneği ile iletişime geçerek bu konuda bir çözüm yolu yarattı. “Film sinema salonunda orijinal dilinde oynarken salonun bir köşesine yerleştirilen tercüme masasında tercüman bu filmin Türkçe tercümesini mikrofona yapıyor; tercüme, hoparlörler aracılığıyla bütün sinema salonunda duyuluyordu.”*

Önceki Haliyle, Festivalin Önemli Mekanlarından Biri, Emek Sineması | Fotoğraf: Emek Sineması

Yani o zamanlar altyazı ya da dublaj imkanı yoktu sanmayın, 1930lardan beri vardı bu imkanlar ancak filmin kısıtlı bir süre için gönderilmiş olması yüzünden bu yollara gidilemiyordu. Böylece belki de en zor sözlü çeviri türleri arasına girmesi pek muhtemel simultane film çevirisi ortaya çıkmış oldu. Neden mi böyle söylüyorum? Bir düşünün, duruma göre yabancı filmler gösterime girmeden iki ya da üç gün öncesinde geliyor, diyalog listesi varsa iş yine bir nebze kolay, ancak o da yoksa? Tercüman öncelikle filmi arka arkaya izleyerek tüm diyalogları kasede kaydediyor, ardından bunları kağıda döküp çevirisini yapıyor, ardından sinema salonunda, seyircilerin de görebileceği bir yere oturup filmle senkronize bir şekilde çevirisini okuyor. Hatta ve hatta kimi zaman bunu bile yapmaya vakti olamıyor, gösterimden hemen önce gelen filmle alıştırma yapabildiği kadar yapıp seyircilerle birlikte tamamını izleyebiliyor.

Festivalin sıkı bir takipçisi olan ünlü sinema eleştirmeni ve yazar Atilla Dorsay, konuyla ilgili olarak şöyle bahsediyor gazetedeki köşesinde: “Filmlerden çoğunun İngilizce altyazısı var. Ama kiminin altyazısız İtalyanca olduğunu, kiminin altyazısız Almanca olduğunu, buna karşılık Sovyetlerin geçen yıl olduğu gibi bir jest yaparak Nikita Mikhalkov filmlerine Türkçe altyazı koydurduklarını anımsatmakta titiz seyirci için yarar olabilir. Bu ve benzeri koşullara seyirciler hazırlıklı olsun. Ama sonuç olarak bu yıl daha da iyi işlemesine çaba gösterilen bir ‘anında çeviri’ olayının süreceğini ve 21.30’daki suareler dışında tüm seanslarda anında çeviri yapılacağını da yine anımsatayım.”*

3-int-istanbul-film-festivali
İstanbul Sinema Günleri | Fotoğraf: IKSV

Metis Çeviri’nin 1990 yılında Festival Çeviri Koordinatörü Belgin Dölay ile yaptığı söyleşide, Dölay simultane film çevirisinin normal konferans çevirmenliğine göre çok daha zor olduğuna vurgu yapıyor şu sözleriyle, “…Anında film çevirisi, konferans çevirmenliğinden çok farklı, çünkü dinleyici kitlesi farklı. Herhangi bir konferansa yalnızca o konu ile ilgili kişiler gelir, o sırada tercüman bir hata yapsa da herkes o alanla ilgili olduğu için bir şekilde anlar ve hoşgörebilir ancak sinemada bu hoşgörü yok. 500-600 kişi var karşınızda ve bu insanlar her kesimden, her meslekten, her ilgi alanından.” Bu açıdan düşündüğünüz zaman simultane film çevirisinin ne kadar zor olduğunu biraz daha anlamış oluyorsunuz.

Simultane Film Çevirisi
Simultane Film Çevirisi | Fotoğraf: unsplash.com/@jakehills

Film festivalinde simultane çevirinin en ilgi çekici özelliklerinden biri de dönemin baskıcı yönetiminin ürünü olan Sansür Komitesi’nde de kullanılmış olması. Komite üyeleri festivale gelen filmleri gösterilmeden hemen önce izlerken yine çevirmenlerden yardım alıyorlardı. Bu da, bazı çevirmenlerin sayesinde bazı filmlerin sansürden kurtularak gösterime girmelerini sağladı! Konuyla ilgili olarak, uzun yıllar Film Festivali’nin direktörlüğünü yapmış olan Hülya Uçansu, Bir Uzun Mesafe Festivalcisinin Anıları adlı kitabında şöyle bahsediyor: “O yıllarda eşcinsellik üzerine yapılan filmler çoğunlukla sansüre takılırdı, gösteremezdik. Stephen Frears’in filmi Benim Güzel Çamaşırhanem de (My Beautiful Laundrette, 1985) bunlardan biriydi ve ben o yıl bu filmin, yaş sınırıyla dahi olsa, sansürden canını nasıl kurtardığını hep merak etmiştim. Meğer bunu çevirmen Verda Kıvrak’a borçluymuşuz.”

Verda Kıvrak anlatıyor: “Benim Güzel Çamaşırhanem filminin sansür heyetine gösterileceği gün hasta numarası yaptım, filmi en sona bıraktık. Heyette filmleri izleyen adam da bana acıdı, filmi izlemedi, film de böylece geçmiş oldu. Sonradan sansürdeki asker üyenin ağzı açık kalmıştı, ‘Ben bunu nasıl geçirdim?’ diye.”

My Beautiful Laundrette
My Beautiful Laundrette | Fotoğraf: cinemagia

[…] Sansürün hışmına karşı çevirmenlerin festival düzenleyicilerine destek olmaları 1983’te başlamıştı. Bugünün usta oyuncusu Füsun Demirel o dönemde İtalya’daki sinema eğitiminden yeni dönmüştü. İtalyanca filmlerin çevirileri için beraber çalıştığımız ekibe dışarıdan destek veriyordu.

Füsun Demirel’in anlattıklarına kulak veriyoruz: “1983’te altı yıllık hasretten sonra ülkeme kesin dönüş yapmıştım. İtalyanca bilgimden ötürü sansür kuruluna yapılan çeviriler için görevlendirildim. Dünya görüşümden ötürü bu durumlara da çok tepkiliydim. Filmleri izlerken, diyaloglar akarken siyasi bir içerik hissedersem hemen bir şey uyduruveriyordum. Ama sansür üyeleri ‘anarşist, terörist, sosyalist’ gibi daha evrensel sözcükleri hemen algılıyor, ‘durdurun filmi, başa sarın, burada terörist dedi, tam olarak çevir bize, ne diyor?” diye beni sıkıştırıyorlardı.

Bir gün karşımıza Fellini’nin filmi çıkageldi: Prova d’Orchestra. Fellini’nin bir ülkedeki çoksesliliğin önemini ve o seslilikte uyumlu bir ortaklık olmazsa o ülkeye faşizmin gelebileceği mesajını soyut bir dille anlattığı bir filmdi. Kurul üyelerinin kafası karıştı. Filmi tam olarak anlamadılarsa da aykırı bir söylem olduğu konusunda hemfikirdiler, “filmi sansürleyelim” dediler.

Orkestra Provası
Orkestra Provası | Fotoğraf: ımdb

Aman Allahım benim ülkemde Fellini yasaklanacak. Bu benim için dayanılmaz bir durumdu, kendimi ortaya attım ve: ‘Bu film saçmalık ötesi bir şey. Fellini’yi ülkesinde kimse ciddiye almaz. Şimdi burada yasaklarsanız Avrupa’ya karşı da çok kötü bir imaj oluşur. Onun bu saçmalıklarını keşke ciddiye almasanız…’ dedim. O yıl Sinema Günleri’nde Fellini’nin Orkestra Provası filmi özgürdü.”*

Artık tozlu raflarda yerini alan bu enteresan olayın hikayesi de böyle. Son olarak, o zamanlarda simultane film çevirisi yapmış ya da buna tanıklık etmiş olan önemli isimlerin bu konudaki yorumlarına yer vermek istedim, Hülya Uçansu’nun kitabına ulaşmama yardımcı olarak bu yazıya katkıda bulunan İKSV’den Esra Çankaya’ya, festival sırasında çeviri ekibinin başında bulunan ve Boğaziçi Üniversitesi’nde sözlü çeviri dersleri vermiş olan Belgin Dölay’a, ilk yıllarından beri festivalin sıkı bir takipçisi olan sevgili Sevin Okyay’a ve yine festivalde çeviriler yapmış Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim bölümü hocalarından Eser Başaran’a katkıları için teşekkürlerimi iletirim.

Simultane Film Çevirisine Dair Yorumlar

Eser Başaran

Simultane Film Çevirisi
Simultane Film Çevirisi | Fotoğraf: unsplash.com/@chiabra

Artık film çevirilerinde uygulanan bir yöntem olmadığı için pek incelenmemiş bir konu simultane film çevirisi. Ben de henüz Boğaziçi Üniversitesinde öğrenci iken birkaç sınıf arkadaşımla birlikte – bir tanesi de Şehnaz (Tahir-Gürçağlar) hocadır- İstanbul Film Festivalinde Türkçe’den İngilizce’ye simultane çeviri yaptım. O zamanki sözlü çeviri hocalarımız da İngilizce’den Türkçe’ye simultane film çevirisi yaparlardı. Bizler, Boğaziçi Üniversitesi Mütercim-Tercümanlık Bölümü 3. sınıf öğrencilerinden yaklaşık 5-6 kişi, hocamız Sevgili Belgin Dölay’ın davetiyle kendimizi İstanbul Film Festivali’nde Türkçe’den İngilizce’ye simultane çeviri yaparken bulduk.

Çevirilerimizi festivali izlemeye gelen yabancılar için yapıyorduk, yabancı seyirciler kulaklıkla çevirimizi dinliyorlardı. Ben 1988 senesinde üç film çevirdim. Filmleri önceden izleme şansım olmadı. Sadece uzun araştırmalarım sonucunda birinin senaryosuna ulaşabildim, ama sonradan anladım ki senaryoda öyle çok değişiklik yapılmış ki diyaloglar tutmuyor. Hayatımızda ilk kez simultane çeviri yapıyorduk, çünkü henüz simultane dersi almamıştık. Filmlerden birinde bir hristiyan cenazesinde papazın konuşması ve duası vardı, Türkçesini bile tam anlamazken İngilizceye çevirmeye çalışırken çok bocaladığımı çok iyi hatırlıyorum. Üstelik yan kabinde benim ingilizce çevirimden röle alarak fransızcaya çeviri yapan bir başka çevirmen olduğunu bilmenin stresi vardı. Kişisel görüşüm, ön hazırlık olmadan çevrilmesi son derece güç ve verimsiz olan çeviri türü. Sözlü çeviri kariyerime böyle başlamak şans mıydı yoksa şanssızlık mı bilemiyorum.

Sevin Okyay

Simultane Film Çevirisi
Simultane Film Çevirisi | Fotoğraf: unsplash.com/@zihoowong

Simultane film çevirisi, 21.30 suare hariç diğerlerinde yapılırdı. Çok yetenekli arkadaşlarımız vardı. Dış sesi ya da diyalogları ânında çevirirlerdi. Ancak, özellikle çok konuşmalı filmlerde, vaktiyle herhalde tiyatroya heves etmiş bazı arkadaşların ‘oynama’ istekleri, filmi izlemeyi zorlaştırırdı. Özellikle Eric Rohmer filmlerinde… Yeşil Işın’dı sanırım, film bitmeden çıkmayan biri olmakla birlikte, çıkmayı ciddi ciddi düşünmüş, sonunda çareyi en öne gidip sesten uzaklaşmakta bulmuştum. Ama tabii bunlar ender örnekler. Simultane çeviri yapanları böyle eleştirmek haksızlık olur. Çok zor bir iş yapıyorlardı. Beni kesseniz beceremem. Buna rağmen, ancak başka çare olmadığı zaman mazur görülebilir diye düşünüyorum.

Belgin Dölay

Simultane Film Çevirisi
Simultane Film Çevirisi | Fotoğraf: unsplash.com/@lloyddirks

Anında film çevirisi ilginç bir uygulamadır gercekten. Ben ve tercüman arkadaslarım ilk defa 1984 yılında anında film çevirisine başladık ve elektronik altyazı sistemine geçilen 1991 yılına kadar bu çalışmaya devam ettik.

Film çevirisi işi bize gelince, bunun koordinasyonunu ben üstlendim. Uzun süren ve detaylı bir koordinasyona gerek vardı. 15 gün boyunca, 100 civarında film ( bazı yıllar 120-130’a çıktığı oluyordu), beş tane sinemada, her gün dört seans gösteriliyor. Filmin diline göre tercümanların yerleştirilmesi, filmlerin çeviriyi yapacak tercüman tarafından önceden izlenmesi işinin programlanması, bunun icin uygun salon bulunması gibi pek cok seyin koordine edilmesi gerekiyordu. Bu işi ben büyük bir zevkle üstlendim, o zamanki adıyla “Sinema Günleri” benim bebeğim oldu.

Kapak Fotoğrafı: unsplash.com/@chiabra

İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’dan Elif Refiğ Röportajı