Rotamı İsveç’e çevirmeden önce planım aslında Berlin’de olmaktı. İznimin başlangıcı tam da ruhumun bir parçasının kaldığı şehirle tanışmamın ikinci yılına denk geliyordu. Bunu kutlarız diye düşünmüştüm. Bir anda ne olduysa oldu, omzumun gerisinden bir ses “Stockholm’e git” dedi. Berlin’i aldatmak pahasına gittim, ne yalan söyleyeyim pişman da olmadım. Hatta bir başka parçamı da oraya bırakıp istemeye istemeye geri döndüm. 

Stockholm Gezi Notlarım

IMG_3269

Kuzeylilerin yaşam tarzlarına, dillerine, kültürlerine ve müziklerine olan ilgim, son yıllardaki gastronomik atılımları ve kahvecilikteki başarılarını da takibe almamla birleşince İskandinav topraklarına bir an önce adım atmak kaçınılmaz oldu. Soğuk ve karanlık havalar ile pek aram olmadığından da yaza denk getirmek en iyisi diyerek planları yaptım ve bu yazki Avrupa keşfine Stockholm ile başladım. Sanıyorum ki bu yıl içerisinde verdiğim en güzel kararlardan oldu. Yeni gittiğim bir ülke veya şehirden dönerken eğer en kısa zamanda yine orada olmayı diliyorsam, o şehirde yaşayabilirim diyorsam ve sokakların adını hafızama kazımışsam şehri sevip sevmediğim sorusunu da kolayca yanıtlayabiliyorum. Stockholm’de de aynısı oldu.

Stockholm’de Nerede Kaldım? Stockholm’de Nerede Kalınır?

Stockholm, yazının devamında da bahsedeceğim gibi pahalı bir şehir. Otel bulmak için online rezervasyon sitelerini incelerken önceliğim Södermalm tarafında kalmaktı. Biraz uğraşınca istediğim gibi merkezi ve aynı zamanda lokal yaşamın sürdüğü bir yerde hem de uygun fiyata kalmayı başardım. Scandic Malmen isimli oteli rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Hem çok renkli bir cadde üzerinde, hem de hemen altında bulunan metro istasyonu ile şehrin büyük kısmına bağlanabilirsiniz.

Otel ile ilgili detaylı bilgi için tıklayın.

Arlanda Havaalanı üzerinden geliyorsanız şehre varmanız kolay. Arlanda Express isimli raylı sistem ile her 15 dakikada bir hızlı trenler kalkıyor ve sadece 20 dakika içinde sizi T-Centralen isimli çok merkezi bir istasyona bırakıyor. Buradan metro ile her yere ulaşabilirsiniz. Metronun buradaki ismi Tunnelbana ya da kısaca T-bana yani caddeler üzerinde logo ararken gözünün beyaz daire içinde lacivert bir T harfi aramalı.

Trene binip de şehre inmeden önce kiosklardan Stockholm Card almanızı tavsiye ederim. Yeni bir şehir en güzel yürüyerek keşfediliyor ama bir noktada illa ki toplu taşıma kullanmanız gerekecek. Bu karta birkaç günlük yükleme yaptırıp metro, otobüs, feribot kullanıp ayrıca pek çok müzeye ücretsiz veya indirimli giriş yapabilirsiniz.

Stockholm Hakkında Genel İzlenimlerim

_Stockholm’de herkes inanılmaz sıcak, enerjik ve yardımsever. İnsanlar arasında Kuzeylilerin soğuk olduklarına dair ilginç bir kanı var ama oraya gittiğinizde bunun koca bir uydurmadan ibaret olduğunu anlıyorsunuz.

_Buradaki insanlar çok iyi ve akıcı biçimde İngilizce konuşuyorlar. Siestanın miskinliği dillerine de vurmuş olan Akdeniz ülkelerine inat İsveçlilerle asla bir iletişim sorunu yaşamıyorsunuz. Zaten sıcak bir millet, üzerine bir de rahat rahat iletişim kurunca İsveçlileri sevmemek için bir neden kalmıyor.

_Caddeler alabildiğine geniş ve bol bol parka sahip. Parkların ve yeşilin kıymetini iyi biliyorlar, keyfini de sonuna kadar çıkarıyorlar. Yaz aylarında parklarda günün her saati güneşlenen, piknik yapan, uyuklayan, köpekleriyle oynayan İsveçlilerden bol bol görebilirsiniz.

_Tüketim çılgınlığından nasiplerini almamışlar ve pek de iyi etmişler. Herkes doğal, nasıl hissediyorsa o şekilde tarzını yaratıyor. Taşıdığınız çantanın fiyatı ile statü seviyeniz ölçülmüyor. Adım başı marka mağazalar yerine İsveç’a ait enteresan tasarım markaların dükkanlarına rastlıyorsunuz. Tasarım cenneti bir ülke olduklarını her alanda belli ediyorlar. Tabii adım başı H&M görürseniz şaşırmayın. Sonuçta İsveçlilerin dünya giyimine en büyük hediyelerinden biri olan bir markadan bahsediyoruz.

_Yaz aylarında hava çok güzel ve tabii ki güneş kolay kolay batmıyor. Temmuz’un ilk haftası oradaydım ve hava ortalama 27-28 derece civarındaydı. Fazla nem olmadığından gezmeye engel bir hava değil. Yaz ortası gitmeyi planlıyorsanız yanınıza bol bol şort almanızı tavsiye ederim. Gece yarısı hafif esintiler olabiliyor. Bunu dışında pek kalın bir kıyafete ihtiyacınız olmaz bence.

_Her şey harika ama ne yazık ki şehir çok pahalı. Daha doğrusu diğer Avrupa ülkelerine kıyasla pahalı kalıyor. Yaşam standartları ve gelir düzeyleri yüksek olduğundan haliyle şehir sakinleri için normal geliyordur fiyatlar. Bir de iyi yanı önünüze kocaman şişe suyu siz istemeseniz bile getirip sonra da hesaba 8-10 TL yazan mekanlar yok (bizim buralarda pek sevilen bir gelenektir biliyorsunuz). Musluk suyu da rahatlıkla içilebildiğinden ve su doğal bir ihtiyaç olduğundan hiç bir mekan bundan para almıyor.

_Bir şehrin medeniyet seviyesini genelde iki kriter üzerinden ölçüyorum. Birincisi, caddelerdeki bisiklet yoluna ayrılmış bölgenin var olup olmadığı, ikincisi de yaya geçidinde duran yayaya yol veren sürücülerin varlığı. Stockholm’de yaz aylarında otomobilden çok bisiklet var yollarda ve özgürce kendi yollarından ulaşımlarını sağlıyorlar. Işık sürücüye yeşil yansa ve hızla geliyor olsa bile farketmiyor; siz yaya geçidinde duruyorsanız yol sizindir. Her Avrupa seyahatimde ilk gün afallıyorum ve sürücüye yol vermeye çalışıyorum. Sonra medeniyete geldiğim fark edip kuralına göre davranıyorum. 

gamla stan

_Devamlı karşınıza çıkıp göz yoran ve zihin bulandıran reklam panolarına rastlamadım ve hiç korna sesi duymadım.

_Takip ettiğim bazı bloglardan Stockholm’de farklı bir sokak stili olduğunu ve genel olarak iyi giyimin yaygın olduğunu gözlemlemiştim. Gerçekten de insanların çoğunda kendine has bir stil var ama erkekler kadınlardan bir adım önde gibi geldi bana.

Stockholm Keşif Noktaları

Stockholm yürüyerek keşif yapmanın da çok elverişli bir seçenek olduğu bir şehir. Tertemiz uzun caddeler ve bolca yeşil alana sahip olduğundan burada sıkılmanız mümkün değil. Şehir aslında küçük adacıkların birbirine bağlanması ile oluşmuş. Bu adacıklara kanallar ile bağlanmayı tercih ederseniz feribotları kullanıp kanallarda bir tur da atmış olursunuz. Örneğin Gamla Stan’dan (Old Town diye bilinen bölge) kalkan feribotlara binip kısa sürede Djurgården’a varabilirsiniz. Bu adada birkaç ilginç müze mevcut ama asıl güzel yanı yemyeşil ağaçlarla çevrili upuzun yürüyüş alanlarının olması. Adanın büyükçe bir kısmını yürüyerek tamamlayıp, sonrasında tramvaya binip şehrin merkezine dönebilirsiniz.

Şehrin önemli birkaç bölgesinin arasında Södermalm, Norrmalm, Östermalm ve Kungsholmen bulunuyor. Norrmalm, genelde iş merkezlerinin ve alışveriş noktalarının bulunduğu bir bölge ve haliyle ilgimizi çeken pek bir şey olmadı. Yakınından öylesine bir geçtik ve gittik. Östermalm’de ise genel olarak daha şık mekanlar ve alışveriş noktaları bulunuyor. Bu kısmın en sevdiğim yanı Östermalms Saluhall oldu ki ayrıntılarına birazdan yer vereceğim. Bir de Humlegården adında şahane ve kocaman bir park var bu bölgede. Çantaya Fabrique Stenugnsbageri‘den aldığınız o nefis ekşi mayalı ekmek içine keçi peynirli sandviçlerden atın, bir şişe de şarap kapın. Sonra da bu nefis parkta yürüyüş sonrası çimlerin üzerinde kendinizi ödüllendirin.

IMG_3309

Södermalm ise bir benzetme yapmak gerekirse İstanbul’un Beyoğlu’su gibi şehrin kalbinin attığı bir bölge. İlham veren dükkanlar, mekanlar ve sokakları ile keşif yapmak için kesinlikle doğru adreslere sahip.

Özellikle iki nokta var ki tekrar tekrar gidilesi, sırf oralar için Stockholm’e seyahat organize edilesi oldu benim için. Birincisi bir fotoğrafçılık müzesi olan Fotografiska. Hem müze hem de çağdaş fotoğrafçılığa dair düzenli sergilerin yer aldığı bir galeri olan Fotografiska’da gezerken her bir sergiden ayrı keyif aldım ve iç tasarıma hayran kaldım. Gezdiğim sırada sergilenen çalışmalardan en çok etkilendiklerim ise Lu Kowski’nin Melancholia ve Brezilyalı fotoğrafçı Sebastião Salgado’nun Genesis isimli sergileri oldu. Vaktiniz kalırsa en üst kattaki bistrosunda bir kahve içmenizi ve sonrasında özenle düzenlenmiş mağaza bölümündeki kitapları incelemenizi öneririm.

fotografiska.com/sto

IMG_3230

İkinci özel yerim ise Papercut oldu. Hayallerimin dükkanlarında birini bulduğum için uzunca bir süre çıkamadım, yetmedi ertesi günü tekrar gittim. Papercut bir kitabevi ve DVD dükkanı ama asıl odak noktası dünyanın farklı bölgelerinde basılan orijinal dergileri satıyor olmaları. Türkiye’de ne yazık ki bulamadığım ve siparişle yurtdışından getirttiğim tüm dergileri burada buldum. Kinfolk, Cereal, Gather, Hearth, Trouvé ve daha onlarcası farklı sayılarıyla burada bulunuyor. Buraya ufak çapta bir cennet diyebiliriz. Satılan kitaplar da klasik her yerde bulacağınız kitaplardan değil. Örneğin severek takip ettiğim yabancı yemek bloggerlarının veya stilistlerinin çıkardığı kitapların hemen hepsi burada vardı. Bavulda ağırlık sınırı ve İsveç’in yüksek fiyatları olmasaydı yüzlercesini taşırdım.

papercutshop.se/

IMG_3327

Stockholm’de Yeme – İçme ve Müthiş Kahve Deneyimleri

Kuzey ülkelerinin son yıllardaki gastronomik atılımlarını takip edenler bilir. Konsept fine-dining restoranları ve akla gelmeyecek malzemelerle hazırlanan tabakları orijinal sunumlarla servis eden şefleri ile çoktan yemek dünyasında yeni akımların öncüsü oldular. Stockholm’de de böyle orijinal restoranlara sıklıkla rastlayabilirsiniz ama benim bu seyahatimde asıl önceliğim kahveydi. Tabii bu yine de iyi yemekleri keşfetmeme engel olmadı. Kısa notlar halinde mutlaka denemeniz geren tatları, ziyaret etmeniz gereken mekanları ve neden önceliğimin kahvede olduğunu özetleyecek olursam:

İsveç’in en sevdiğim yerel tatlarından biri tarçınlı kakuleli çörekleri ya da onların deyişiyle kanelbullar oldu. Sadece fırınlarda, pastanelerde değil pek çok cafe’de de yiyebileceğiniz bu çörek nefis bir kahve eşlikçisi. Zincir mekanlardan pek hoşlanmamakla birlikte şehrin çoğu köşesinde görebileceğiniz Fabrique Stenugnsbageri tüm önyargılarımı yıktı. Her gün taze ve nefis kanelbullar alabileceğiniz bu fırınlarda çok lezzetli olan ve kesme cam bardaklarda servies edilen ev yapımı limonata da bulunuyor. Bunun dışında, Gamla Stan’da bulunan Chokladkoppen’da da çok lezzetli kanelbullar bulabilirsiniz. Mekan hoş bir meydanda bulunuyor, kahve molası vermek için ideal.

Kaldığımız otelin yakınlarında Nytorget adında bir meydan bulunuyordu. Södermalm’in popüler buluşma ve sosyalleşme bölgelerinden biri olan Nytorget’te mahallenin ruhuna uygun tarz sahibi cafeler var. Bunların arasında ilk günkü duraklarımdan biri olan Urban Deli’yi mutlaka listenize eklemelisiniz. Burada içinde hiçbir malzemeden kaçınılmadığı belli olan balık yahnisi ve tadı hala damağımda olan keçi peynirli bir salata yedik. Başta da dediğim gibi şehirde fiyatlar yüksek ama porsiyonlar fazlasıyla doyurucu.

Beni mutlu eden bir diğer yer ise Östermalms Saluhall oldu. Büyükçe bir yemek pazarı olan bu yerde envai çeşit deniz mahsulünü veya İsveç’e özgü yemekleri, tatlıları sıra sıra dizilmiş mekanlardan veya tezgahlardan seçip yiyebilirsiniz. Yemek pazarlarında dolaşmaya oldum olası bayılmışımdır ve bu pazarlardan her zaman güzel lezzetler çıkar. Deniz ürünleri dışında şarküteri, peynir ürünleri, şahane tatlılar satan yerler de mevcut. Bazılarının önünde mini restoranlar veya yüksek bar masaları bulunuyor. Tysta Mari isimli dükkana uğramanızı tavsiye ederim. Patates püresi ve lingonberry (İskandinav topraklarında yetişen ve yabanmersinini andıran bir meyve, tam Türkçe karşılığını bulamadım) ile servis edilen kızarmış ringa balığı nefis, mutlaka tadın derim.

Bir akşam Mosebacketerrasen‘e gidip biralar ve güzel İsveçli insanlarla birlikte sosyalleşin ve şehrin güzel manzarasını izleyin. Yazın güneş uzunca süre batmayacağından keyfiniz de uzun sürecektir.

Stockholm Kahve Mekanları

Kahve İsveç’te çok önemli bir konu. Avrupa’nın ve hatta dünyanın önemli kahve kavurucularının ve dükkanlarının burada olması dışında halk fika adı verilen belki kahve molası diye çevirebileceğimiz bir kültüre sahip. Gün içerisinde özellikle çalışan insanlar mutlaka belirli aralıklarla kendilerine fika için bir zaman ayırıyorlar. Hem sosyalleşmek hem de verimliliği arttırmak adına iyi bir kahve ve yanında atıştırmalıklar eşliğinde bu molayı veriyorlar.

İyi kahveye dönecek olursak gitmeden önce listemde özellikle iki yer vardı: Johan & Nyström ve Drop Coffee Roasters. Birbirlerine 1-2 dakika yürüme mesafesindeki bu iki kahveci pek çok yarışmadan ödüllerle dönmüş kahvelere ve baristalara sahip. İlk durağım Johan & Nyström oldu ve girmemle birlikte Stockholm’de yaşasam çok rahat müdavimi olabilirim diye düşündüm.  Bir sokağın köşesinde yer alan mekanın içi de hoş ama asıl dışarıdaki bölümünde oturmak büyük keyif. Tabii bunda güneşli ve sıcak dönemde gitmemin de payı var. Baristalar son derece bilgili ve önerileri tam hedefi buluyor. O yüzden her iki gidişimizde de kendimi onların tavsiyelerine bıraktım. Hayatında içtiğin en iyi filtre kahve nerdeydi diye soranlara cevabım artık net. Dönüşte çekirdek kahveleri alırken o meşhur Espresso Yard Dog’larından da bir paket almayı ihmal etmedim.

Drop Coffee Roasters’a kapanış saatlerinden tam olarak üç dakika sonra girdiğim için servis alamadım. İsveç’te genel olarak (aslında doğrusu bu belki de) mesai bitimi çok dakik. Ama tabii üç dakika meselesine kafayı taktığım için kendimi yine Johan’da buldum.

Şehrin en iyi espresso barlarından biri Sosta. Ufak bir mekan ama içerideki lezzeti anlatmam mümkün değil. Her türlü kahve var ama asıl olay espresso. Son derece yoğun ve gövdeli bir tat, damakta yoğunluğu bütünüyle hissediyorsunuz. Mekandan içeri girer girmez buranın Stockholm’de yaşayan İtalyanların buluşması noktası olduğuna karar verdim. Çalışanlar, müşteriler herkes İtalyanca konuşuyordu. Espressomu o sesler eşliğinde içmek daha da keyifli oldu.

Özetlemek gerekirse Stockholm, turistik değil ama yaşanılası ve bir defa gittikten sonra devamlı oraya gitme planları yapacağınız bir şehir. Berlin sevgimi bilen bir arkadaşım “Berlin’i seviyorsan Stockholm’ü de çok seveceksin” demişti. Yine kuzeye yolumu düşürmek için planlar yapmaya başladım bile kafamda. Ama öncesinde Berlin’e bir gidip kendimi affettirmeliyim.

İlginizi çekebilir: Elif Kazak’tan Stockholm Tasarım Mağazaları