Başrollerini Michael Pitt, Louis Garrel ve Eva Green üçlüsünün paylaşmakta olduğu ‘The Dreamers” alışılmadık bir mizah duygusuna sahip Bernardo Bertolucci filmlerinden biri… O halde gelin bu klasiğe biraz daha yakından bakalım.

The Dreamers
The Dreamers | Fotoğraf: Pinterest

Yapımın hikayesi oldukça dikkat çekici olup; sinema düşkünleri olarak filmde ilk dikkat çeken olaysa ”La Cinematheque Française” film kütüphanesinin kapatılması olmuştur. Henri Langlois tarafından kurulan kütüphane 1960’lı yılların sonunda Sartre, Beauvoir, Truffaut, Godard, Rohmer gibi isimlerin müdavimi olma özelliği taşımaktadır. Fransa’nın ”yeni akımı” günümüzde hala devam eden varlığını ise bu kütüphaneye borçludur. 1968 yılının Paris’inde popüler ayaklanmalarının içinde geçen film; üç sinemasever gencin hedonistik maceralarını anlatmaktadır. 

Micheal Pitt’in canlandırdığı Matthew bir sinema tutkunu olan ve tüm boş zamanlarını Paris’in o yıllardaki en ünlü sinema salonu Sinematek’e gitmekle geçiren bir üniversite öğrencisidir. Paris’e bir yıllığına okumaya gelmiş olan Matthew’in hayatı Eva Green’in oynadığı Isabelle ve Louis Garrel’in oynadığı Theo ile Sinematek’de karşılaştığında aslında değişmeye başlar. Tıpkı Mathew gibi sinemaya yakından ilgi duyan ikiz kardeşlerin Mathew’i evlerine akşam yemeğine çağırmasıyla üç gencin arasında yakın bir ilişki başlar. Daha sonraki zamanlarda ikizlerin ailesinin tatile gitmesinin ardından Paris’te ki bir apartman dairesinde boşa geçirilen geniş zamanlar yaşanılacaktır.

Isabell’i sevmeye başlayan Mathew ilk zamanlar kardeşlerin arasındaki yoğun ilgiden hoşlanmasa da onların yanına yerleşmeye başlamasıyla ve Theo ile onu ayıramayacağını anladığında duruma ayak uydurmaya başlar. Ve filmin ana karakterleri olup temasına yön veren Matthew, Isabelle ve Theo’nun çatı katında günlerini boşa geçirdiği sahnelerse seyirciyi tamamen içine almaktadır. Bu üç gencin boş bir evde yaratmış oldukları özgür dünyalarında atılmış şarap şişeleri, duvarlardaki büyük ideologların posterleriyle karakterleri onları toplumun baskıcı zihniyetinden uzaklaştırmaktadır. Ünlü film kesitlerinden canlandırmalar yaparak gerek hareketli görüntüleri, gerek sinema üzerine söyleşiler ile büyük bir kompozisyon içinde olan genç sinemaseverler;  film boyunca idealizmle huzursuzluk arasında gelip giden bir varoluş çabası içerisindedir.

Ayrıca filmde A Bout De Souffle, Bande A Part gibi klasik filmlere övgüsel atıflar yer almaktadır. Oynadıkları oyunda ilgili  filmlerden ünlü sahneleri canlandıran üçlü canlandırdıkları sahnenin adını bilmeyene cinsel cezalar uygularlar. Günlerdir eve kapanarak Paris sokaklarına adım atmayan hayalperest üçlünün dünyası özenme, gerçeklikten uzaklaşma ve giderek dizginlenemeyen istekleriyle doludur. Üç karakterin de sigara ve şarap eşliğinde meydan okumaların meşruluklarını tartıştıkları sahnede ise; aslında bastırılmış kimlikleri bulundukları odanın enkazıyla birbirine karışmaktadır. Politika hakkında, film yönetmenleri ve müzisyenler hakkında saatlerce süren tartışmalara girerler. Bu tartışmaların birinde komünizmi destekleyen Theo’ya, Mitchell tarafından yapılan pahalı şaraplar içen burjuvazi benzetmesi ikilinin aralarının açılmasına neden olur.    

The Dreamers ile karakterlerin ruhsal değişimlerini filmde incelikle işleyen Bertolucci; ayrıca dönemin siyasi olaylarına da filmin içinde başlıklar halinde zaman zaman değinmeyi göz ardı etmemiştir. Filmde oldukça sık kullanılan erotik sahnelerle ise; özellikle izleyicinin dikkati çekilmek istenmiş olup; dönemin özgürlük ortamına ilişkin göndermeler amaçlanmıştır. Bertolucci’nin politika ve erotizmi aynı anda sinemasına aldığı filminde üç gencin birbirleriyle uyum içerisinde müthiş kimyası aslında sınırları zorlamaktan çekinmezken, ruhsal devinimlerdeki her şey cömertlikle işleniyor ve dönemin politik olgularını da böylelikle filmin fonuna taşıyor.  

”Düşler, Tutkular Ve Suçlar” aslında sinema fikrine hayranlık duyan üç gencin modern estetiğin kölesi olarak biçimi içerikten üstün tutup; bu fikri de göz ardı edebileceğinin dramatik bir hikayesini anlatmaktadır. İzleyiciyi içine alan devinimsel bir ışığın koruması altındaki sahneler aslında seyirciye değişik bir sancı yaşatmaya eşdeğer… Kalp çarpıntısının ötesinde, kış güneşi altında soğuk suyla yüzümüzü yıkayabileceğimiz türden bir film ”The Dreamers”. Kışın da bir güneş olduğunu hissettirerek varoluş amacını sorgulamaya davet eden ve bu yolda kimliklerini arayan, bitmeyen istekleriyle ruhlarını özgürleştirmeye çalıştıkları dünyalarında yaşadıkları her şeyi tüm şeffaflığı ile ortaya koyan gençlerin algılarının açılmasıdır soğuk su. Ve filmin sonunda ifadeye değer buldukları dünyalarıyla keşfe çoktan son vermek durumunda kalmışlardır. Sokaklardaki eylemlerin gürültüsü bile algılarının  ihmaliyle eşdeğerdir.

Kapak Fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: Şengül Demir Altındağ’dan Çölde Çay