İş koşturmacasından ve yorgunluktan eve gelip kelimenin tam anlamıyla bayıldığım akşamlarda kitap okumak neredeyse imkansız bir hale geldi. Okumalarıma ayırabildiğim tek zaman ise sabah ve akşam işe gidip gelirken kullandığım toplu taşıma araçları oldu. Makyaj çantası, maske kutusu, parfüm, dezenfektan ve daha bir dolu şeyi yanıma almaktan vazgeçemediğim için hep ağır olan çantalarıma atabileceğim yükte hafif pahada ağır kitaplar okumak ise fiziksel sağlığımın iyiliği için yaptığım bir seçim oldu. Çoğumuzun muzdarip olduğunu düşündüğüm bu durum için bir kitap listesi hazırladım. Eskiden okuduklarım ve geçtiğimiz birkaç ayda okuduğum kitapları harmanladığım bir liste oldu diyebilirim. Toplu taşıma okumalarıma devam ettikçe beğendiğim ve önermek istediğim kitapları sizinle paylaşmaya devam etmek istiyorum. Her okuyucuya hitap edebilecek seçimler yapmaya çalıştım, umarım herkes kendine uygun en az bir kitap yakalayabilir. Herkese iyi okumalar!

Toplu Taşımaya Uygun Kitap Önerileri | Fotoğraf: offtheshelf.com

Toplu Taşıma Kitap Önerileri

İnci, John Steinbeck

İnci, daha ilk satırlarından John Steinbeck’in alışmış olduğumuz atmosferine giriş yaptığımız uzun bir öykü kitabı. Fakirliğin, yaşam mücadelesinin ve zorlukların arasında umut, huzur ve mutluluk esintilerini hissederken, her satır ruhumuza ayrı dokunuyor. Steinbeck’in 1940’larda La Paz adlı kenti ziyareti sırasında öğrendiği bir Meksika halk hikayesinden esinlendiği bu öyküde; Kino ve ailesinin dokunaklı hikâyesiyle buluşuyoruz. Kızılderili yoksul bir inci avcısı olan Kino’nun bebeğini kurtarmak gayesiyle denizden çıkardığı eşsiz inciyle gelen umut, zenginlik, düşmanlık ve korkuyu adeta Kino ve ailesiyle birlikte yaşıyoruz. Her eserinde olduğu gibi bu öyküde de realist üslubundan ödün vermeyen Steinbeck, fakir işçi kesiminin hayat şartlarına ve toplumsal düzenin acı gerçeklerine bir ayna tutuyor. Akıcı dili ve olay örgüsü sayesinde bir solukta biten bu öyküyü John Steinbeck’le tanışmış tanışmamış herkese öneriyorum.

Theo’ya Mektuplar, Van Gogh

Theo’ya Mektuplar, Van Gogh’un Ocak 1873’ten Temmuz 1890’a kadar kardeşi Theo’ya yazdığı mektupların derlenmesiyle oluşuyor. Bir otobiyografi olarak nitelendirebileceğimiz bu mektuplarda Van Gogh’un içinde bulunduğu psikolojik duruma ve çektiği sıkıntılara birinci ağızdan tanıklık ediyoruz. Günümüzde çok ünlü olup zamanında hak ettiği değeri ve tanınmayı elde edememiş ressamlardan biri olan Van Gogh, mektuplarında bu durumun getirdiği maddi sıkıntıları ve iç buhranlarını kardeşine tüm açıklığıyla dile getirmiş. Sanatının gelişimine ve anlaşılmasına dair duyduğu istek, çizdiği/çizemediği resimlerin eskizleri ve şehir betimlemeleri de mektuplarda büyük yer tutuyor. Bu sayede Van Gogh’un resminin ve sanat anlayışının yeni izlenimci akımına ve sanata katkısını da gözlemlemiş oluyoruz. Bugün popüler kültür sayesinde hakkında herkesin genel bir bilgiye sahip olduğu Van Gogh’un yalnızlığını, psikolojisini ve resmine yön veren hadiseleri bir de onun kaleminden dinlemenizi öneririm. Özellikle sanat tutkunları için bu kitabın keyifli bir okuma olacağını düşünüyorum.

On Küçük Zenci, Agatha Christie

Agatha Christie’nin artık klasikleşmiş bu romanı farklı gerekçelerle mektup almış ve Zenci Adası’na çağırılmış 10 kişinin başına gelenleri konu alıyor. Misafirleri adaya çağırmasına rağmen ada sahibinin orada olmamasıyla başlayan tuhaflıklar, yemek odasında duyulan gramafon sesinden sonra 10 kişiye de yöneltilen bir suçlama ve yargının başladığının belirtilmesiyle daha da karmaşık bir hal alıyor. Başta herkesin suçunu inkar ettiği misafirler kitaba adını veren On Küçük Zenci tekerlemesindeki sıraya göre birer birer ölüyor. Katilin kim olduğunu diğer Agatha Christie romanlarında olduğu gibi son sayfaya kadar tahmin edemediğimiz kitap, akıcı dili ve kurgusuyla bir çırpıda okunuyor. Birçok kitabını okuduğum Agatha Christie’nin favorilerim arasında yer alan bu romanını polisiye meraklılarına ve klasik edebiyat okumalarına ara verip farklı bir şey denemek isteyenlere öneririm.

Kağıt Ev, Carlos María Domínguez

Kitaplar ve okuma tutkusu üzerine kurgulanmış bu kitap; kitap sevgisini, okuma tutkusunu ve bir kütüphaneye sahip olma isteğini bir takıntı haline getirmiş Carlos Brauer’ı anlatıyor. Brauer, sahip olduğu bütün parayı ve zamanı kitap okumaya ve satın almaya harcayan, aldığı kitapları evde koyacak yeri kalmayınca banyoya koyan, bu kitaplar buhardan etkilenmesin diye yaz kış soğuk suyla yıkanan, arabasını satıp garajında kitaplarına yer açan bir adam. En sonunda bu kitaplarla ve kütüphanesi için oluşturmaya çalıştığı arşivleme sistemiyle baş edemiyor… Brauer’ın hikâyesinin devamını okuyup yorumlamayı ise size bırakıyorum. Takıntının her halinin insanı belli bir noktadan sonra tükettiği düşünüldüğünde, kitap okuma tutkusunun ve bir kütüphaneye sahip olma isteğinin bu zarar verme sınıflandırmasında hangi kefeye konacağı da size kalmış. Kitapseverlerin ve kütüphane oluşturmaya çalışanların kafasında birçok soru işareti bırakacak bu novella bir çırpıda bitmesine rağmen insanı uzun süre düşündüren gerçeklere değiniyor.

Katip Bartleby, Herman Melville

Yapmamayı tercih ederim…” Toplumsal düzenin dayatmalarına tek bir cümleyle karşı çıkan Katip Bartleby’nin hikâyesini okuduğumuz bu kısa öykü, aslında satır aralarında birçok eleştiri barındırıyor. Bir avukatın bürosunda katiplik görevine başlayan Bartleby, kendisine verilen görevlerden yapmak istemediklerine basit bir şekilde “Yapmamayı tercih ederim” şeklinde cevap veriyor. Bir süre sonra ise çalışmayı tamamen reddediyor ama çalıştığı ofisten ayrılmayı ise kabul etmiyor. Bu pasif agresif direniş karşısında ne yapacağını bilemeyen avukatın ağzından dinlediğimiz hikâyede, hakkında hiçbir şey bilmediği bu adamdan kurtulmaya çalışan avukatın bir yandan vicdanıyla verdiği savaşa da tanıklık ediyoruz. Herman Melville, hayatın var olan düzenine karşı çıkıp bizden istenilenleri yapmadığımız takdirde toplumda var olamayacağımızı, dışlancağımızı ve sistemin dışına itileceğimizi savunuyor aslında. Albert Camus’den Franz Kafka’ya birçok yazar için ilham kaynağı olmuş, absürd edebiyatın öncülerinden sayılan bu kült eser için kitaplığınızda bir yer ayırmanızı öneririm.

Raydan Çıkan Trenler, Hernán Ronsino

Hernán Ronsino’dan okuduğum ilk kitap olan bu novella, bana basit dili ve farklı kurgusuyla keyifli bir okuma deneyimi yaşattı diyebilirim. Arjantin’in ücra bir kasabasında gerçekleşmiş bir olayı konu alan öykü, bahsi geçen hadiseyi 4 farklı anlatıcıdan 4 farklı zamanda aktarıyor. Kaderleri bir kadın yüzünden birbirine bağlanan 4 adam da olayı kendi açısından anlatıyor. Ronsino’nun adeta bir puzzle gibi oluşturduğu kurguda kullandığı farklı zaman dilimleri sayesinde olayın serim, düğüm ve çözüm süreçlerini sırasız bir şekilde okuyor, puzzle’ı ise son satırlarda tamamlayabiliyoruz. Akıcı ve bir o kadar da zekice kurgulanmış keyifli bir kitap arayanlara öneririm.

Leonardo’nun Yahuda’sı, Leo Perutz

Leonardo’nun Yahuda’sı, Leonardo Da Vinci’nin herkes tarafından bilinen “Son Akşam Yemeği” tablosunun yapım sürecinde yaşadığı tıkanma dönemini konu alıyor. Milano’daki Santa Maria delle Grazie Kilisesi’nin yemek salonunun duvarını süsleyen bu resimde İsa’ya ihanet eden Yahuda için esinleneceği kişiyi bulamayan Leonardo da Vinci, Milano’daki en kötü kişiyi arıyor. Arayışının başlangıcı ve sanata bakış açısına dair genel fikirler dışında Leonardo da Vinci’nin daha ziyade bir yan karakter olarak yer aldığı bu romanda Yahuda’ya esin kaynağı olan karakterin hikâyesini okuyoruz aslında. Bu esinlenmeyle neticelenen olay örgüsü ise sizi kolayca içine çekiyor ve keyifli bir okuma deneyimiyle baş başa bırakıyor. Diğer önerdiğim kitaplardan biraz daha kalın olmasına rağmen yine bir çırpıda okunan bu modern klasiği sanatla ilgilenmiyorsanız bile okumanızı öneririm.

Gergedan, Mine Söğüt

3-4 sene önce “Deli Kadın Öyküleri” kitabı sayesinde tanıştığım ve ilk sayfasından hayran olduğum Mine Söğüt’ün 2019 yılında yayınladığı, illüstrasyonlarını ise Bahadır Baruter’in yaptığı öykü kitabı Gergedan’la tanıştırmak istiyorum sizleri. Kitabın adı, Fransız yazar Eugene Ionesco’nun 2. Dünya Savaşı döneminin totaliter rejimlerini eleştirdiği Gergedan adlı oyunundan esinlenilmiş. 4 bölüme ayrılmış öykü kitabın her bölümü kısa öykülerden oluşuyor, son bölümde ise kitaba adını veren “Gergedan” öyküsü yer alıyor. Toplumsal düzene dair eleştirilerini güçlü kalemiyle aktaran Söğüt, cümleleriyle adeta okuyucusunu rahatsız ediyor. Toplumsal düzen ve kadının varoluşu üzerine yazılmış satırlar yüzünüze tokat gibi çarparken bir yandan içinizi acıtıyor, bir yandan da sinirlerinizi geriyor. Bir çırpıda biten akıcı öykü kitapları sınıflandırmasına sokamayacağım bir kitap olmakla birlikte, yazarın güçlü kalemiyle ve çarpıcı düşünceleriyle tanışmanızı ve sindire sindire bu kitabı okumanızı öneriyorum.

Mine Söğüt’ü daha önce okumamış olanlar için, yazarın kalemiyle tanışmak adına, benim için yeri ayrı olan Deli Kadın Öyküleri’ni de öncelikli olarak tavsiye ederim. İlerleyen günlerde kendisi için başlı başına bir yazı yazmayı düşündüğüm bu öykü kitabını da bir sonraki yazımın haberiyle birlikte sizlere önermiş olayım.

İnşa edilen bir kütüphane, yaratılan bir hayat demektir; yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.

Kağıt Ev, Carlos María Domínguez

Kapak Fotoğrafı: Bo Kim (Unsplash.com)

İlginizi çekebilir: Başak Aydın’dan Kurgu ve Fantastik Türünde 10 Kitap