Tümüyle sıradan bir konuyu ele alan sıra dışı bir Eric Rohmer filmine denk geldim geçen gün. 1986 yapımı olan Yeşil Işın (Le Rayon vert), çoğumuz için tanıdık konulara sesleniyor; sıradanlıklar, can sıkıntısı ve kalabalıklar içinde yalnızlık. Nişanlısıyla ilişkisi fiilen bitmiş genç bir sekreter olan ve son anda arkadaşının da onu ekmesiyle yazın ortasında Paris’in kavurucu sokaklarında tek başına kalan Delphine’in tatiline tanıklık ediyoruz. “Yıllık iznini doldurana kadar zamanını geçirecek kimsesi kalmayan beyaz yakalımızın macerası işte böyle başlıyor” gibi bir çıkış beklemeyin. Yeşil Işın, tek başına çıkılan bu yolculukta çılgın bir romantizm ve sıcacık dostlukların harman olduğu bir yaz tatilinin aksine Delphine’in iç sorgulamaları, anlam arayışı ve kendini bulma çabası üzerine yoğunlaşıyor.

tumblr_1c78fcf21995ecbf823314a0a5845256_8d947690_2048
Yeşil Işın, Le Rayon vert (1986) | Fotoğraf: Pinterest

Yeşil Işın, Le Rayon vert

1986 yapımı olan Yeşil Işın (Le Rayon vert), çoğumuz için tanıdık konulara sesleniyor; sıradanlıklar, can sıkıntısı ve kalabalıklar içinde yalnızlık. Aslında film bu yönüyle çoğumuzun sosyal medyada göstermeye layık bulmadığı anların bir toplamı gibi… Ne yapacağını ya da ne yapmak istediğini bilememe ve sürekli bir arayış hali, boşluk hissi, etrafındakilere yabancılaşma, bir yere varmayan diyaloglar ve geçmeyen can sıkıntısı. İzlerken sanki tüm iş arkadaşlarınız, sevgilileri ya da havalı kankalarıyla tatile gitmiş, sizse eski bir kanepede eprimiş eşofmanlarınızla yıkık bir halde onların renkli fotoğraflarına bakıyormuşsunuz ya da son anda sizden hunharca ayrılan sevgiliniz yüzünden paranız yanmasın diye önceden bin bir hayalle organize ettiğiniz o tatile yine de gitmişsiniz gibi hissetmeniz olası. Bana öyle geliyor ki insan böyle anlarda mutlu olduğu ve anın tadını çıkardığı zamanlara kıyasla hayatı daha çok sorguluyor.

Yeşil Işın, Le Rayon vert (1986) | Fotoğraf: anothergaze.com

İşte Delphine de konuştuğu her insanda, gittiği her yerde bu tarz sorgulamaları yaşıyor. Tek farkı film 1986 yapımı olduğundan ana karakterimizin sosyal medya yoluyla seyahatlerinden kareleri paylaşıp beğeni alarak yaşayabileceği, tatmin yoluyla tatilini kendince anlamlı hale getirip gerçekliğinden uzaklaşabileceği bir çıkış kapısı yok. Sosyal medyanın yokluğunu saymazsak alabildiğine olağan diyalogları ve doğal oyunculuklarıyla filmdeki kişilik ve hayatların günümüz insanından bir farkının olmadığını söylemek abartı olmaz.

Yeşil Işın, Le Rayon vert (1986) | Fotoğraf: anothergaze.com

Her ne kadar etrafındaki insanların her önerisine bir kulp bularak hiçbir aktiviteye katılmaması, sohbetlerde yaptığı kimi ufak çıkışlar, alınganlık krizleri ve kendi kararıyla çıktığı yolculuklardan sebepsizce geri dönmeleriyle dışardan bakıldığında tatminsiz, ne istediğini bilmeyen ve uyumsuz bir “modern yalnız insan” imajını çizse de Delphine’le empati yapmamak mümkün değil bana kalırsa. Belki de herkesin hayatının belli dönemlerinde hissettiği ve Delphine gibi kelimelere dökemediği bu hissi bir buçuk saatlik film boyunca onunla beraber yaşıyorsunuz.

Yeşil Işın, Le Rayon vert (1986) | Fotoğraf: anothergaze.com

Delphine, insanlar ona neyi olduğunu sorduğunda verecek bir yanıt bulamıyor. Neden böyle olduğunu kendine bile açıklayamıyor. Hem herkesten kaçıyor hem de tek başına olmak canını yakıyor. “Bir şeyler yapmalısın” sözünü sürekli duyuyor etrafından ama ne yapması gerektiğini bulamıyor. Sürekli farklı farklı cümlelerle cevabın etrafında dönüp duruyor ama ona ulaşamıyor. Hayatını değiştirecek bir insanın ya da en azından o sıkıcı yaz tatilini anlamlı hale getirecek birinin karşısına çıkması ümidiyle bir yerlere gidiyor… Bir sürü insanla görüşüyor, tanışıyor ama bulduğu tek şey kendi iç sıkıntısı oluyor ve her seferinde başladığı yere, Paris’teki küçük apartman dairesine geri dönüyor. 

drvqr9fxkaejdvq
Yeşil Işın | Fotoğraf: earthsky.org

Yeşil ışın; tertemiz, berrak, bulutsuz bir havada güneşin ufka doğru batıp tamamen gözden yitmeden önce çıkardığı kısacık nadir anlarda gördüğünüz o son ışın. Huzursuzca tek başına sokaklarda dolaşırken Jules Verne’in Yeşil Işın romanını tartışan bir grubun bu sözleri çalınıyor kulağına: Verne’e göre gördüğünüz zaman hem kendi duygularınızı hem de karşınızdakinin duygularını anlayabildiğiniz “o an”… Delphine tam da bunu arıyor kendi hayatında, ama zihni çok bulanık olduğundan bir türlü göremiyor. Nereye giderse gitsin kafasının etrafında onunla beraber gelen o gri yağmur bulutları yüzünden sürekli kaçırıyor o anı. Onca yer, karşısına çıkan insanlar, arkadaşları ve ondan hoşlanan erkekler… Birçoğu da ona yardım etmek istiyor üstelik. Ama hep bir anlaşılmamışlık hissi içinde yapayalnız buluyor kendini. Hem de hiç istememesine rağmen. Nereye gitse o boşluk hissinden kaçamıyor. Zaten bu yüzden filmde sık sık dalgın dalgın yürürken ya da gözyaşları içinde görüyoruz onu. Kimi zaman yalnızken kimi zaman ona neyi olduğunu soran insanların yanındayken. Sanki her dakika ağlamak istiyor da kendini tutamadığı ufak bir anda ince bir delikten kendine yol bulmuş su gibi çıkıveriyor bu gözyaşları. Tüm bu halleriyle Delphine çok gerçek bir karakter. Hepimizin tanıdığı biri. Hatta biz. Kendini anlamakta zorlanan, zihnindeki bulutlardan kaçan ya da içinde kopan sessiz fırtınaları defetmeye çalışan, güneşli günleri arayan, bir başına ve herkes gibi.

youtube play youtube play

IMDB Puanı: 7.7/10

Kapak Fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: Ezgi Cenk’ten Caché