Kuşağımızın en yetenekli piyanistlerinden ve daima yaratıcı projelere imza atarak klasik müziği alışılmışın dışına çıkaran Alice Sara Ott, son albümü “Echoes of Life” ile aynı adı taşıyan projesiyle 50. İstanbul Müzik Festivali’nin konukları arasındaydı. 16 Haziran’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleşen bu resital, Alice Sara Ott’un ne Türkiye ve İstanbul’daki ne de İstanbul Müzik Festivali’ndeki ilk konseriydi. Fakat piyanistin Chopin’in 24 prelüdünü çağdaş klasik müzik eserleriyle bir araya getiren albümüne, Hakan Demirel’in dijital sanat yerleştirmesinin eşlik ettiği bu proje, dinleyenlere unutulmaz bir konser deneyimi yaşattı. Konserin birkaç gün öncesinde Alice Sara Ott’la Zoom’da buluştuk. Albümün ve projenin pandemi dönemine denk gelen yaratım sürecinden, romantik dönem ve prelüdlerden ve yaşamın yansımalarından konuştuk.

Alice Sara Ott | Fotoğraf: Fatih Yılmaz

Bu İstanbul’u ve İstanbul Müzik Festivali’ni ilk ziyaretin değildi. 2016’daki İstanbul Müzik Festivali’nde Viyana Senfoni Orkestrası’yla verdiğin konserde ben de vardım. O zaman İstanbulla ve festivalle ilgili izlenimin ne olmuştu?

Hem senin de söylediğin gibi İstanbul’da birçok kez çaldım hem de menajerim ve en eski arkadaşlarımdan biri İstanbullu. Kısacası bu şehri çok uzun zamandır tanıyorum ve buraya geri gelmek benim için her zaman büyük bir zevk oldu. Bu güzel şehri hep canlılık ve çeşitlilikle dolu buldum ve her geldiğimde yeni bir yönünü keşfediyorum. Anadolu yakasını da Avrupa yakasını da seviyorum. Söylediğin turneyi çok iyi hatırlıyorum. Birçok açıdan çok özel bir turneydi fakat o yıl İstanbul’daki terör saldırıları nedeniyle neredeyse gerçekleşemiyordu. Festival ekibinin Viyana’ya gelip orkestrayı güvende olacağımıza, güvenliğimizin sağlanacağına dair ikna ettiğini hatırlıyorum. Sonuçta geldik ve burada harika zaman geçirdik. Sadece İstanbul’da değil Efes’teki antik tiyatroda da bir konser verdik – ki muhteşem bir deneyimdi. Herkes her şeyin yolunda gitmesinden oldukça hoşnuttu, izleyici harikaydı, hava da öyle.

O konserde Liszt’in piyano konçertosunu çalmıştın. Diskografine bakıyorum; Liszt, Chopin, Çaykovski, Beethoven, Grieg… Romantik dönemle bu kadar ilgilili olmanın sebebi nedir?

Böyle düşünmen ilginç çünkü aslına bakarsan çoğunlukla romantik dönem eserleri çalıyor gibi hissetmiyorum ama evet kaydettiğim albümlerin çoğu bu döneme ait – sadece Liszt’ten üç albüm kaydetmişim! Ama yaptığım iş benim için hiçbir zaman bir dönemle ya da bir besteciyle ilgili olmadı. En sevdiğim bestecinin kim olduğunu bile söyleyemem. Öte yandan dönem olarak baktığında birçok Chopin projesinin de parçası oldum. Çoğu zaman Chopin’in müziğiyle anılıyorum fakat onun da çoğu eserini kaydetmedim. İlk müzikal tutkum aslında Bach’tı. Piyano çalmayı öğrenmeye başladığım yıllarda, iki yıl boyunca sadece onun müziğini çalmıştım. Romantik dönemle anılıyorsam, bu daha çok dinleyicinin algısıdır.

alice sara ott
Alice Sara Ott | Fotoğraf: Salih Üstündağ

50. İstanbul Müzik Festivali’ne “Echoes of Life / Yaşamın Yansımaları” başlıklı projenyle konuk oldun. Bu, Chopin’in 24 prelüdü üzerine kurulu bir proje. Bir form olarak prelüdler hakkında ne düşünüyorsun; sende belli bir duygu uyandırıyorlar mı?

Chopin’in prelüdleri tipik prelüdler değil. 19. yüzyıla kadar prelüdler, adı üzerinde “pre – lude”, bir giriş niteliğinde, esas eserin başında çalınırlarmış ve esas eser olmadan bir şey ifade etmezlermiş. Chopin, prelüd formunu tek başına anlamlı bir eser haline getiren ilk bestecilerden biri, belki de ilki. Üstelik bunu 24 prelüdle yapmış. Chopin’in prelüdlerinin hepsi birbirinden çok farklı, hepsi tek başlarına bir anlam ifade ediyorlar. Fakat bir şekilde onları bir bütün olarak görmek, bağlamak ve onlarla yekpare, daha büyük bir eser oluşturmak da mümkün. Chopin prelüdlerinin beni etkileyen yanı da bu. Bana bir anlamda hayatı anımsatıyorlar. Çünkü hayatın da küçük anlardan, tekil, bağımsız anlardan oluştuğunu ve hepsini tecrübe eden biz olduğumuz için bunların bir şekilde bağlandığını düşünüyorum. Her bölümünün sonu, bir sonraki bölümün başlangıcı… Hepsi birbiriyle bağlanan bu küçük bölümler nedeniyle, benim için hayatın kendisi ve Chopin’in prelüdleri arasında güçlü bir ilişki var. 

Alice Sara Ott | Fotoğraf: Fatih Yılmaz

Albümde ve projede, Chopin’in prelüdlerine çağdaş eserler eşlik ediyor. Buradaki karar mekanizması neydi, bu bestecileri ve eserleri nasıl seçtin?

Chopin prelüdlerinin tamamını çalmak 45 dakika sürüyor, bu da bir albümü doldurmak için yeterli değildi. Yanlarına bir şey eklemem gerektiğini biliyordum. Sonra prelüdlerin, demin de söz ettiğim hayatla ilişkisini kurdum. Bu prelüdler tek başlarına da anlamlıydılar ve birbirlerinden oldukça farklıydılar. Yani onları belli bir sırayla çalmak ya da hepsini birbiri ardına çalmak zorunlu değildi. Bu bana ne yapabileceğim hakkında düşünmek için özgür bir alan yarattı; belki de aralarına beni temsil ettiğini düşündüğüm, benim için kişisel olan bir şeyler ekleyebilirdim. Böylece yaklaşık iki ay boyunca benim için bir anlam ifade eden bestecileri ve eserleri dinledim ve sonunda her biri bambaşka janrları temsil eden, son 60 yılda yaşamış bestecilerin 7 çağdaş eserini seçtim. İlginç bir şekilde hepsi müzikal ve harmonik olarak tam da istediğim yerlere uyum sağladılar. Şimdi tüm albümü çaldığımda çağdaş eserlerin prelüdlerin arasına çok iyi oturduğunu hissediyorum. Bazıları prelüdlerin arasına o kadar karışıyor ki, adeta Chopin’in nerede başladığını ve bittiğini anlayamıyorsunuz. Bu da aslında Chopin’in müziğinin ne kadar modern ve ne kadar zamansız olduğunu gösteriyor. Benim dinleyicilerimle paylaşmak istediğim de bu. Başta bu kombinasyon benim için bir deneydi ve sonucun böylesi bir dinleme deneyimine dönüşmesinden mutluluk duyuyorum. Bu kombinasyonu dinleyen birinin salondan çıktıktan sonra Chopin’in müziğinin “eski” olduğunu söyleyeceğini düşünmüyorum.

Albümün en sonundaki çağdaş eser de sana ait: “Lullaby to Eternity”, Mozart’ın Lacrimosa’sını temel alıyor. Bu eseri dinlediğimde ilk düşündüğüm Requiem’deki bu karanlık ve depresif eseri nasıl umutlu ve optimist bir hâle getirdiği oldu. Senin niyetin de bu muydu; bu eserin yaratım sürecinden biraz bahsedebilir misin?

Mozart ne yazık ki Lacrimosa’nın ilk sekiz ölçüsünü yazdıktan sonra hayatını kaybettiği için Requiem’i asla bitirememiş. O yüzden ucu açık bir eser; başkaları tarafından tamamlanmış bir versiyonu var. Aklımdaki ilk fikir, Lacrimosa’nın bir piyano redüksiyonunu bulmaktı. Çok iyi bir piyano redüksiyonu buldum da, fakat diğer eserlere aklımdaki gibi uyum sağlayamadı. Bu 60 dakikalık duygusal roller-coaster’ın ardından, dinleyiciye beş dakikalık bir rahatlama imkanı sunmak ve onlara bu deneyim hakkında düşünmek için kişisel bir zaman vermek istiyordum. Böylece tamamen altüst olmuş, paramparça duygularla değil, pozitif ve iyimser hislerle ayrılabileceklerdi. Aynı zamanda aradığım, bir son değildi. “Yaşamın Yansımaları” başlığı bunun neredeyse benim hayatıma bir bakış olduğu izlenimini veriyor ama tam olarak öyle değil. Bu yolculuk başlıyor, geçmişten hatıralar ve hislerle, şu anki deneyimimizle şekilleniyor ve sonuna geldiğimizde bitmiyor. Bu bir son değil. Biten sadece bir bölümü; hayat devam ediyor. Pandemi dönemine bu yüzden çok uyduğunu düşünüyorum, çünkü pandeminin bizi bir baloncuğa hapsettiğini düşünüyorum. Özellikle hiç kimseyle görüşmemize izin verilmediği ilk dönemde, o baloncuğun içinde izoleyken, sonunda üzerine düşünmeye vakit bulamadığımız o problemlerimizi ya da güzel anılarımızı gözden geçirme fırsatı bulduk. Bence kendi yansımalarımız ve geçmişe bakmak pandeminin ilk döneminin büyük bir kısmını oluşturuyordu. Bu projenin sonu için istediğim atmosfer, dinleyicinin kendi yansımalarına odaklanabileceği, dinlediği müziği kafasında yeniden çalabileceği ve hayatına devam etmeden önce biraz dinlenebileceği bir alan yaratmaktı.

Alice Sara Ott | Fotoğraf: Salih Üstündağ

Pandemiden bahsettiğin iyi oldu. “Echoes of Life” 2021 tarihli, yani albüm üzerine çalıştığın dönem bir şekilde pandemi dönemiyle çakışmış olmalı. Pandemi albümün ve projenin yaratım sürecini nasıl etkiledi?

Aslında bu albümün fikri çok önceden beri aklımdaydı. Ama pandemi nedeniyle, özellikle de ilk bir, bir buçuk yılda tüm konserlerim iptal edilmişti ve ansızın çok fazla zamanım olmuştu. Bu yüzden bu albüme çok fazla zaman ve enerji ayırabildim, sadece albümdeki eserler üzerinde değil, konsepti üzerine de çalıştım. Tüm eser merinlerini kendim yazdım ve tüm görseller üzerine Hakan Demirel ile çalıştık. İzolasyon nedeniyle düşünmeye de çok fazla vaktim vardı. Hayatımda olanları düşünmeye, geçmişimin yansımalarını görmeye… Yani her şey çok kişisel bir baloncuğun içinde, kendi içimde başladı. Sonra hepsini sindirmeye ve kağıda dökmeye başladım. Diğer insanların projeye dahil olması biraz zaman aldı, belki altı ay… Ne zaman ki eserleri nasıl birleştirmeliyim, konsept ne olmalı, bu proje dinleyiciyle nasıl iletişim kurmalı gibi konular hakkında düşünmeye başladım, o zaman bana katıldılar. Menajerimse daima bunun bir parçasıydı çünkü konuşacak ve üzerinde birlikte düşünecek birine ihtiyacım vardı. Albüm Eylül 2021’de yayınlandı ve ilk kez dinleyicinin önüne Kasım 2021’de çıktık. O zamandan beri Hakan’la projenin görsel tarafı için çalışmaya başladık, gittikçe daha fazla kişi dahil oldu ve her şey daha da büyüdü. Projenin şekli ve hikayesi değişmeye başladı. Projenin çok fazla katmanı olduğunu ve izleyicinin de çok kişisel şekilde tepki verdiğini hissedebiliyorum. Onlardan bana geribildirim vermelerini ve deneyimlerini paylaşmalarını istiyorum. Son derece kişisel bir hikaye olarak başlayan bu proje beni aşmış oldu; benim yaşamının yansımaları artık başka insanların yaşamlarının yansımaları. Bu benim için çok güzel bir şey çünkü sonuçta müziğin amacı bu: Besteci var, yorumcu var ama en önemlisi dinleyici de bunun bir parçası. Müzik, sadece tüm bu bileşenler bir araya geldiğinde ortaya çıkıyor.

Hakan Demirel & Alice Sara Ott | Fotoğraf: Salih Üstündağ

Hakan Demirel’le iş birliğine geleyim. Onunla iş birliği yapmaya, daha doğrusu bir görsel sanatçıyla iş birliği yapmaya nasıl karar verdin?

Hakan’la bizi menajerim ve arkadaşım Tuğçe Tez tanıştırmıştı. Projenin ilk canlı performansından yaklaşık bir sene önceydi; 2020’nin sonları olmalı. Hatta aynı anda, projenin başındaki ve sonundaki görüntülere ilham veren işlerin sahibi Ahmet Doğu İpek’le de tanışmıştım. Böyle bir iş birliği hep aklımdaydı. Mimariye ve mimarinin dijital sanatla birleştiği projelere hayranlık duyuyorum ve bir mimarla çalışmak her zaman istediğim bir şeydi. Karantina altında olduğumuz günlerdi dolayısıyla yüz yüze tanışmamız bir hayli zaman aldı, projeye Zoom üzerinden başladık. Başlarda nasıl bir iş birliğinin mümkün olduğuna ve bunun müzikle nasıl birleştirilebileceğine dair bir fikrimiz yoktu. Müzik anda doğuyor, anda yaşıyor ve akustikle değişiyor; müziğin nasıl duyulduğuna göre tempomu, hatta nefes alış şeklimi değiştiriyorum. Dolayısıyla böylesi özgür olan müziği, canlı bir konserde mimariyle birleştirmenin nasıl mümkün olacağını bilmiyorduk. Başlarda uzun uzun, saatlerce fikrlerimizi, çılgın hayallerimizi konuştuk ve sonra yavaş yavaş ortak bir vizyonda birleşmeye başladık ve her şey şekillenmeye başladı. Sonrasında Hakan, yaklaşık bir sene boyunca bu dijital dünyayı sıfırdan yaratmak için çalıştı. Bu dijital dünya, müziğin tümüne eşlik eden ve ekrana yansıtılan uzun bir video. Fakat normal bir video değil; içinde insanlar yok, içinde aksiyon yok, bir hikayesi yok. Bu video bizim fikirlerimizden yola çıkarak Hakan ve ekibinin sıfırdan yarattığı mimari alanları, boşlukları gösteren ama bir yandan da müziği yansıtan ve bir şekilde ince duygular ve çağrışımlar uyandıran bir video. Nihai amacım da dinleyiciyi bu yolculuğun aktif bir parçası yapmak. Bu alan ve boşluklarda kendi anılarını, kendi hikayelerini, kendi yaşamlarının yansımalarını bulmaları… Herkes müziği farklı şekilde duyar, onu hem görsel hem de akustik olarak size özel olan bir şeyle ilişkilendirir ve bu da herkesin kendi içindeki yolculuğunu çok benzersiz ve çok özel kılar.

Senin için sırada ne var?

“Echoes of Life” turnesini 2024’ün sonuna kadar devam ettireceğiz. Çünkü pandemi döneminde iptal olan gerçekten çok fazla konserimiz vardı ve o harika ekip bu dijital dünyayı yaratmak için neredeyse hayatlarının tüm bir yılını harcadılar. Bir sezonun yeterli olduğunu düşünmüyorum. Aynı zamanda besteci Bryce Dessner’a verilmiş bir eser siparişi, bir piyano konçertosu için de sabırsızlanıyorum; sanırım şubat ya da mart gibi prömiyerini gerçekleştireceğiz. Bir de sırada Elizabeth Ogonek’e verilmiş bir piyano konçertosu siparişi var ama o çok daha sonra olacak. Kısa vadedeki planlarım bunlar.

Alice Sara Ott ve ben
https://open.spotify.com/album/0vlXBvqqijb1QJrgKuzxCJ?si=rdQ-7wShTlyONmh7YZUYzg