2016 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan Bülent Kale çevirisiyle okuduğum Beyaz Kalp’i size tanıtmadan önce Javier Marias’ın The Guardian’a verdiği röportajdan kısa bir alıntı yapmak istiyorum; “Sevmek ve aşık olmak çok iyi bir şöhrete sahiptir. Bu durum bazen doğru olabilir, ancak bazen tam tersidir. Çok cömert, kibar ve asil insanların aşık oldukları için çok kötü davrandıklarını gördüm. Ama kaderi de düşünüyorum. İnsanlar nasıl tanıştıklarını hatırlıyorlar ve o bara ya da o yemeğe gitmeselerdi ne olacağını merak ediyorlar. Ama aslında mekan, sınıf, tarih ve ilerlemelerimizi kabul etmeye istekli olan ortak seçimlerimizle sınırlıyız. Kaç kez ilk seçenek biz değiliz? Hatta ikincisi mi, üçüncüsü mü?”

Beyaz Kalp | Fotoğraf: Instagram @kapaligiise

Beyaz Kalp, Javier Marias

1951 Madrid doğumlu yazar ve çevirmen Javier Marias, Beyaz Kalp romanına anlatıcının bir labirente girmesiyle başlıyor. Kitapta labirentlerde dolaşıp yolu bulmaya çalışıyoruz sıklıkla ama başarıp başaramayacağımız hep belirsiz. İç içe yollar, dönemeçler, anlatılar, tekrarlanan bağlantılar…Aslında labirentin başlangıcının doğumdan bile önceye dayandığını fark ediyoruz. Labirent, insanın dünyayı ve kendini anlamlandırmaya çalışırken yarattığı karşı bir dünya aslında.

Marias, bu iç içe geçmiş yıllarda, bağlantılarda ve geçitlerde söyleneni söylenmeyeni, varlığı yokluğu, hatırlamayı unutmayı, yaşayanları ölenleri, yalnızlığı kalabalığı düşündürüyor okuyucuya. Beyaz Kalp’te anlatan kişi dünyanın bilinmeyenler ve söylenmeyenler uğruna belirli belirsiz döndüğünü söylüyor.

Baskın bir baba figürünün gölgesindeki anlatıcı aslında var olma çabasından da bahsediyor bize. Bir tragedya vurgusu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Birçok da bilmece var Beyaz Kalp’te. Nedense bilmecenin cevabı o labirentlerin sonundaki insan oluyor hep. Anlatıcı “insanı” bulmamıza yardım edecek farklı dillerde ve farklı şekillerde sorular sorduruyor bize.

Anlatıcımız sürekli gezen bir çevirmen, tıpkı Javier Marias gibi. Yerleşik hayata geçip geçemediğini öğrenemiyoruz. Sadece farklı kültürlerin, duyguların, düşüncelerin çevirisini yapmaya çalıştığını okuyoruz. Bu nedenledir ki birçok dil, insan ve hayat dökülüyor kaleminden. Roman, çevirmen olan Marias’ın da etkisiyle dil ve anlam bağlamında çoğalıyor ve derinleşiyor. Varlık, dil ve anlam üçlüsü birbirini değiştirip dönüştürüyor.

Bu hikâye, Heidegger’in “Dil varlığın evidir.” sözünü esas alarak devam ediyor. Kitaptaki anlatıcı dilin düşünme ve soru sorma eylemleriyle bağlantısını anlatıyor ve istenmeden yapılan her şeyin dil ile bağlantısı olup olmadığını düşündürüyor. Eylemler tek ve geri çevrilemezken, sarf edilmiş kelimelerin düzeltilmesi, tekrarı, baştan alınması mümkündür diyor.

Finalini söylemeyeceğim ancak kitaptan istediğini alarak ayrılıyor anlatıcı. Ancak tabii bunu bir son olarak düşünmemek lazım. Zira Marias tüm anlatı boyunca olduğu gibi sürekli sorular soruyor, hep yeni bir hikâye olabileceğini düşündürüyor. Lekelense de, Javier Marias beyaz bir kalple yaşamaya devam etme umudu taşıyor. Soru sorarak…

Kapak Fotoğrafı: Instagram @birtatlihuzural

İlginizi çekebilir: Canan Keleş’ten Evvel Bahar