Üçlemenin ilk filmi olan ‘’Bléu’’ Krzysztof Kieślowski ismiyle beni tanıştıran film. Kieslowski’nin Fransız bayrağı renkleriyle simgelenen “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” kavramlarını kendine özgü bir sinematografide ele aldığı Renk Üçlemesi’nin ilk filmi olan 1993 yapımı Bleu (Mavi), belki de bu serinin en çok ses getiren filmi olma özelliği taşıyor. Kieslowski üçlemenin ilk filmi Blue ile Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan dahil yedi ödül kazanarak rekor kıran yönetmen koltuğuna oturmuştur.

Bléu | Fotoğraf: Pinterest

Krzysztof Kieslowski: “İnsanları birleştiren o kadar çok şey var ki. Senin ya da benim kim olduğumuz hiç fark etmez, senin dişin ya da benim dişim ağrıdığında aynı acıyı duyarız. İnsanları birbirine bağlayan duygulardır çünkü ‘sevgi’ sözcüğünün anlamı herkes için aynıdır. ’Korku’nun ya da ‘acı’nın da. Hepimiz aynı şeylerden aynı şekilde korkarız. Bu yüzden bunları anlatıyorum, yoksa başka konularda hemen bölünüyoruz.” der.

Bléu’nun Hikayesi

Bléu filmi son zamanlarında Avrupa Birliği besteleri üzerinde çalışan ve ünlü bir besteci olan kocasını ve 5 yaşındaki kızı Anna’yı bir trafik kazasında kaybeden Julie’nin öyküsü üzerine kurgulanmıştır. Hüznü seyirciye empoze etmek üzere kurgulanmış filmde Julie’nin yaşamış olduğu büyük travma filmde  o kadar naif bir biçimde işlenir ki; seyirci sadece Julie’nin bireysel özgürlüğünü kurma çabalarına odaklanır. Ama bu özgürlüğün geçmişten ve kaybedilişlerden kaçarak mümkün olmadığı gerçeğini Bléu tokat gibi izleyicisinin yüzüne vurmaktadır.

Kocasını ve kızını kaybetmenin derin matemi içinde olan Julie’nin intihar teşebbüsü başarısız olmuştur. Julie’nin artık kimlik değiştirerek geçmişten arınmak istemine kendini  bırakan  duyguları bir zaman sonra  mavinin aslında duru, özgür, notalar gibi ucu bucağı olmayan karakteriyle seyirciyi tanıştırmaktadır. Ve bu  tanışmaların her birinde müziğin gizemli ruhu kameranın önünde ayrı bir varoluş sergilemiştir. Julie’ye hayat veren Juliette Binoche’un o göz kamaştıran oyunculuğu; yönetmenin seyirciyi Julie ile başbaşa bırakmaya çalıştığı filmin bütününde iliklere kadar hissedilir.  

Filmin hikayesinde de mavinin aslında bir renk olma temasından öteye geçebildiği ve özgürlüğü simgelediği, Kieslowski’nin ışığıyla bir çok sahnede karşımıza çıkmakta. En başta Julie’nin kızının arabadan attığı şeker kağıdında dikkatimizi çeken mavi daha sonraları kendini odadaki avizede, Julie’nin kocasının bestelerinin olduğu dosyada ve sık sık yüzmeye gittiği havuzda karşımıza gizli bir cevher gibi çıkarılıyor. Ve artık mavinin, ana karakter olarak filmde rol aldığı hissediliyor. Aynı zamanda Kieslovski’nin “Filmin müziğini yapmadık, müziğe göre film çektik” diyerek ön plana çıkardığı Zbigniew Preisner’ın muhteşem müzikleri filmin estetiğiyle birleşince doyumsuz bir görsel şölen seyirciyi içine alıyor. Ve ‘Blue’ Krzysztof Kieślowski’ye neden sinemanın şairi denildiğinin gerçek cevabı verilmiş oluyor. O rengi muhteşem ışıkla kullanan, acayip beyin yakan ve duyguda acayip kırılımlar yakalayan yönetmenle henüz tanışmadıysanız belki de artık tanışma zamanı gelmiştir derim.

Kapak Fotoğrafı: filmhafizasi.com

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Film Noir