Metnini Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazdığı, müziklerini  Orhan Enes Kuzu’nun bestelediği ve Ebru Kara’nın yönettiği Sevmekten Öldü Desinler, Jest Tiyatro’nun en güncel oyunlarından biri. İstanbul’un kenar mahallelerinde başlayıp şöhret basamaklarını tırmanan bir kadının hikayesinin anlatan Sevmekten Öldü Desinler oyuncularıyla bir araya geldiğimizde o kadar keyifli anlar yaşadık ki; Hakan Bilgin, Hande Subaşı, Bülent Alkış, Ceren Taşçı, Canan Atalay ve Serdar Yeğin ile ayrı ayrı röportaj yaptık! Gelin Bülent Alkış ile yaptığımız röportajın ayrıntılarına bakalım!

Sevmekten Öldü Desinler
Sevmekten Öldü Desinler

Merhabalar, öncelikle sizlerle bir araya geldiğimiz için çok mutluyuz. Biz sizi uzun süredir yer aldığınız projeler ile birlikte takip ediyoruz ancak detaylı olarak bilmeyenler için, hikayenizi kısaca bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Bu kısa çok zor oluyor çünkü bana göre mi kısa seyirciye göre mi kısa, kime göre kısayı bulamıyorum bit türlü. 🙂 İzmirliyim, 1993 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’ni kazandım, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden mezun oldum. Ondan önce Konak Belediye Tiyatrosu’nda amatör olarak başladım bu işe. Daha sonra hem okurken Pınar Çocuk Tiyatrosu’nda hem de mezun olduktan sonra Pınar Çocuk Tiyatrosu Sahne Gösteri, Tansaş Çocuk Tiyatrosu gibi tiyatrolarda çalışmaya devam ettim. İstanbul’a geldiğimde de bu sürdü. Şimdi tanınmış yüz dediğimiz okul arkadaşlarımla beraber burada bir hayata atıldık. Tiyatro hep yanımızda oldu. Keza dizi, sinema, reklam gibi bulabildiğimiz her işe koştuk. Çünkü diyorlar ya ‘’Ekmek aslanın ağzında değil artık midesinde ya da çıkardı bir yerde bilmiyoruz.’’  Öyle bir durum var. Bulduğumuz her işe koşarak başladık. Televizyon tanınmışlığı getirdi. Bu işin hem maddi olarak artısı hem de tırnak içinde söylüyorum çok sevmediğim bir kelime ama ‘’celebrity’’ dediğimiz o şeyi getirdi ama işin özü oyunculuk. Oyunculuğun olduğu ve temiz, dürüstçe yapıldığı her yerde ben de elimden geldiğince, ustalara elinden geldiğince saygıyla, önlerinde eğilerek söylüyorum, sanatımı yapmaya çalışıyorum. Şimdi de yine bir oyunla buluştuk. Şöyle bir durum var Türkiye’de, yapımcılar bizi işlerine kabul ederken özellikle oyuncu olmasını istiyorlar dizilerde oynatacakları zaman. Oyuncu olsun istiyor ama oyun olsun istemiyorlar. Bazen siz buna yeniliyorsunuz çünkü bu işin maddi tarafı da var. Ama bir yerde tiyatro aşkı hep devam ediyor ve bir dönüş yaparak tekrar sahaya çıkmak istiyorsunuz çünkü asıl burası bizim yerimiz. Er meydanı burası, bunun üzerine eğitim aldık, bunun üzerine kafa patlattık ve ölmeyecek olan, her zaman var olacak olan ve insan olduğu sürece olacak olan tek sanat dalı ve bütün sanat dallarını da kapsayan tiyatrodur. Biz bunun eğitiminin üzerinde durduk hep. O yüzden tiyatroyla, uygun bir teklif bulduğum anda, yapabileceğim bir şey çıktığı anda buluşmayı seviyorum. Şimdi yine buluştuk. Bu seferki oyunumuz Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun, arkadaşımızın yazdığı çok güzel bir tekst Sevmekten Öldü Desinler. Bundan sonra bir oyun daha olacak, yapımcısıyla şimdi flört halindeyiz. Kısacası böyle, daha kısasını bilmiyorum. Uzun da anlatıp sıkmak istemiyorum.

Bülent Akış Röportaj

Şimdi de Sevmekten Öldü Desinler oyunu ile izleyicilerin karşısındasınız. Oyun bir dönem oyunu, Yeşilçam dönemine odaklanıyor; aynı zamanda bir müzikli oyun. Nasıl çıktı fikir, nasıl gelişti süreç sizler için?

Bu oyun süreci yapımcının bana teklifiyle oldu. Bana bir rol teklif etti, teksti okudum, ben bu rolü oynamak istiyorum ama dedim, böyle bir takasımız oldu. Bazen içinde hissettiğiniz bir şeyler vardır; bir cümle, bir isim sizi çeker. Ben seviyorum duyguların akışına kapılmayı. Ben bunu istiyorum dedim. İşte ekip tamamlandı, Ebru Kara’nın yönetiminde biz işe başladık. Tekstimizde şöyle bir yapı var; bu teksti kuru okursanız çok eğlenceli, çok güzel, onu bir kenara koyduk ama bu teksti hayata geçirdiğiniz anda kurgu sorunu başlıyor. Çünkü aynı anda zaman birliği olmadığı için farklı yerlerde olmanız lazım. Flashbacklerle geri dönülüyor, bunu bir sinema diliyle anlatmanız lazım. Bizim seyirciye sunumda hata yapmadan, en çok uğraştığımız ve pürüzsüz olarak sunmaya çalıştığımız buydu. Bunu nasıl yapalım? Bir gecekondu ya da kenar mahalle dediğimiz, şehrin gettosu dediğimiz bir yer var bir de şehrin ana damarlarından birisi var. Bu ikisi arasında aynı anda geçen, paralel geçen sahneler var. İşte o zaman ışık, müzik, oyunculukla beraber harmanlayıp bunu seyirciye sunduk. O kısım biraz sıkıntılı geçti. Atılması gereken, budanması gereken yerler var onları kestik çünkü bütün her şeyi oynamaya kalkarsanız müzikleriyle 3 saati geçer, kimsenin de o kadar vakti yok ve sarkar hikayeniz. Böyle başladı.

Oyun hem melodram, hem değil. Hem çok hüzünlü hem bol kahkahalı sahneler görüyoruz. Oyunun türü ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Bu tür aslında bizim yazarımızın şundan yola çıkarak koyduğu bir isim: Bu oyun tam  bir dram değil. İşin kuramsal kısmını da okudum ben, kuramsal olarak da baktığın zaman tam bir dram değil, bir müzikal de değil, bir melodram da değil. Bunların çok güzel harmanlandığı, hiçbirinin üzerinde ağırlıklı olarak durulmadığı ama bir buket yaparsınız ya aranjman denir, bir çiçek aranjmanı gibi seyirciye sunulduğu ve o hoşa giden bir tür. Tek bir noktada kalmaz da farklı şeylerden de kokular, lezzetler sunar size. İzlediğinizde ya da çiçek örneği verdik, kokladığınızda hoşunuza gider. Böyle bir yapısı olduğu için de biz bunu diyoruz. Çünkü seyirciye bir şey söylediğin zaman bekler onu seyirci, vaattir bu. Siz, ‘’Ben birazdan sana çok sıkı bir drama izleteceğim’’ derseniz, izlettiğiniz drama değildir. Çatışması öyle değildir, yapısı öyle değildir. Fars oynamaya kalkarsanız, bir Bulvar komedisi oynamaya kalkarsanız ama söylediğiniz şeye uymuyorsa o zaman bu işin ustaları der ki arkadaşım sen bir git önce bir çöz bu işi, sonra sahneye çık. Ki böyle tiyatrolar var. Tırnak içinde söylüyorum kötü değil ama yanlış bilgilendirme sonra seyirci kaybına da yol açar. Böyle bir oyunumuz var. Neşeli, keyifli bir oyun. Baştan sona bulunmazlar ya da bilinmezler içinde gezmiyoruz, çok sürprizli bir son oldu da demiyoruz ama biz bir yolculuk sunuyoruz size. Bu yolculuğun keyifli geçeceğini vadediyoruz, vadettiğimiz de veriyoruz. İzleyenlerden de bunun geribildirimini aldık.

Nasıl biri Hamdi, siz nasıl hazırlandınız bu role? Bülent Alkış ile Hamdi arasında nasıl benzerlikler, farklılıklar var?

Benim oynadığım karakter Hamdi, bir pavyon patronu. Ben İzmirliyim, İzmir’de 7 yaşından beri ticaretle de uğraştım okurken de devam etti bu bir de nasıl söylenir bu bilmiyorum bize gözlem öğretilmişti. Ama gözlem de şöyle yapılan bir şey değildir hadi ben bugün gideyim de bunu gözleyeyim demezsiniz. Dikkat etmeye başlarsınız, algıda seçicilik. Ben stereo tip dediğimiz tipleri seviyorum. Hayatın içinde farklı noktalara gidip o insanları bulmayı da seviyorum, onların o küçük, seyirciye sunabileceğini parçalarını izleyip eklemeyi de seviyorum. Bunu mesela kesenize atıyorsunuz. Gideyim ben bir yerde durayım da birisi gelsin böyle bir yanlışlık olsun diye yapmıyorsunuz. Bu, kafanıza yazılıyor sonra siz onu sahne biçimine uygun hale getiriyorsunuz ve sergiliyorsunuz. Sorunun başına dönersek, bunlar sizin kesenizde bir yerde duruyor. Size de bir tekst sunuyorlar eğer böyle bir tekstse mesela diyorsun ki ben bu adamı tanıyorum. Bu adam sizin içinizde bir yerlerde duruyor. Herkesin bir yoğurt yiyişi vardır ben de önce bu adamın müziğini bulurum. Bu adamın müziği nedir acaba, bu adam ne dinler? Ya da ben ne dinlersem bu adama ulaşırım? Bunu bütün işlerimde uyguluyorum. Her karakterin bir müziği var, sizin de vardır. Siz de bir oyun, film, dizi karakteri olsanız bana sunulsa mesela müziğinizi bulmaya çalışırım nerden beslenebilirim ben diye. O yüzden perspektifiniz çok geniş olmalı bu konuda. Müzik konusunda da bakış konusunda da. Efendim ben oraya gitmem, orada yemek yemem, o muhite girmek istemiyorum… Hayır, her yere gir, çık, gör, arkadaş edin, merhabalaş, tokalaş, nasıl tokalaştığını o zaman öğrenirsin zaten. Nasıl merhabalaşıyor merhaba demeden öğrenemezsin. Merhaba diyeceğin birisi de vardır ‘’Naber gardaş’’ diyeceğin adam da var ve bunları da gidip yerinde görürsün. Oyuncu olup sahneye aktarmak istiyorsan ve seyircinin de seni doğal karşılayabilmesi için bunları görüyor, yaşıyor olmanız lazım. Ben böyle hazırlanıyorum. Daha sonra o karakterin kıyafeti, aksesuarları, dili, bunların hepsini sahneye uygun bir şekilde getirip seyirciye sunuyorum. Eğer sürç-i lisan ettiysek affola diyerek sunuyorum ve karşılığı da güzel geliyorsa tamam diyorsun doğru yoldayım, devam. Onu da bırakmıyorsun, içinde o hep yaşıyor senin ama şunu yapmamak lazım, o karakter seninle yaşıyor ama sen onunla yaşamayacaksın. Yani zıttız evet, ben bir pavyon patronu değilim. O camiaya gittim gördüm, içinde de bulundum ne olduğunu da biliyorum hatta oyunda bir yer var orada kullanıyorum ben bunu, bir karakterde gördüm çünkü ben bu özelliği. Ama gerçek hayatta ben o değilim, ben Bülent Alkış’ım benim kendime göre bir dünyam var. Ama çıkarttırmak istediğiniz birisi varsa giderim onu bulurum, yaşarım, yanında dururum, sohbet ederim, incelerim, keseme atıp getiririm size sunarım.

Oyunun temasından da yola çıkarak sizce ‘’sevgi’’ ne anlam ifade ediyor?

Sevmek mesela bu sanatta özveri. Karşılığını beklemeden sunmaktır sevmek, bana öyle geliyor. Şunu yaptım sen de bana bunu yap hesabıyla yola çıkılmayan, maddi ve manevi olarak karşılık beklenmeyen, tamamen sizin içinizden gelen ama her şeye karşı, bütün aleme karşı duymanız gereken, bütüne duymanız gereken şey ki çok zor. İnsan olduğunu unutmadan ve sevgiye senin de ihtiyacın olduğunu unutmadan sevgi vermek… Biz ‘’Ne ekersen onu biçersin’’ diyoruz ya, şimdi onun dilleri oldu, kişisel gelişimler şunlar bunlar… Ez cümle sizin on cilt okuyacağınız bir kitabı bir kelimeyle söylüyor mesela. Atasözlerinin ya da deyimlerin arkasına sığınarak söylemiyorum ama siz iyilik ve sevgi ekiyorsanız o size geri geliyor işte. Buna da karşılığında ne derseniz deyin. Allah inancı dersiniz, Buddha inancı dersiniz, bir şeye tapıyorsunuzdur onun inancı dersiniz.  Ama mutlaka böyle bir durum var, enerji geri geliyor size, ektiğiniz enerji. Sevmekten Öldü Desinler de kavuşamamanın ama aslında çok sevmenin bir hikayesi. Bazen sosyal yanlarımız, bizim o derin sevgilerimizin hayatımıza geçmesine müsaade etmiyor. Çok aşık olabilirsiniz, çok sevebilirsiniz ama bazen olmuyor işte. Bugün bir karikatür gördüm çok hoşuma gitti. Yıldız kayınca dilek tutarız ya, yıldız kaydı ve geri döndü abi ne diledin diyor, o da diyor ki Angelina Jolie. Yani evet seversin ama biraz da mantık süzgecinden geçirmek lazım. Her şeyi herkes seviyor ama sevginin bile dozajı önemli.

Son olarak, tamamen geniş ve sonsuz düşünerek geçmişten ya da günümüzden biriyle tiyatro sahnesini paylaşabilecek olsanız kiminle sahneyi paylaşmak isterdiniz?

Ben Nejat Uygur ile Hulusi Kentmen ile sahne paylaşmayı çok isterdim. İzleyebildiklerimden, Selim Naşit ile sahnede olmayı çok isterdim. Oynamak değil olmak bile, aynı atmosferi solumak… İzleyici olarak oldum, bazı isimler var, o özel isimleri izlediğim için çok mutluyum. Aynı havayı solumak bile çok keyifli. İsmail Dümbüllü’yü izlemek isterdim. Aklıma gelmiyor hepsi nur içinde yatsın, çok güzel adamlar, çok zeki adamlar, çok ince düşünen adamlar oynuyor. Bu işin cefasını çekmiş adamlar. Biz cefasını çeken değil biz daha sefasını sürenleriz, şımarığıyız bu işlerin. Bizden sonra gelen daha da şımarıklarımız var yekten söylüyorum hiç gerek yok. Onlar bu işin cefasını çekmiş adamlar. Kadın oyuncular mesela… Türkiye’de kadın oyuncu yoktu. Afife Jale’nin başından geçenlerin filmini izle hüngür hüngür ağlarsın, hayat hikayesini oku hüngür hüngür ağlarsın. Bir kadına nasıl bu kadar eziyet edilir diyorsun. Cahilliğimizi de gösteriyor o noktada. O zamanlar tabii ki Türkler oynamıyor, yabancıların oynamasına müsaade ediliyor sahnede ve bir sürü damga vuruluyor. Kadının çıkması yasak, Zenneler oynuyor ya da erkekler kadın kılığında oynuyor, işin tabiatına, doğasına, matematiğine aykırı işler yapmışız. Ama her dönemin bir geçişi var. Milattan Önce 2000 diyelim biz, oradan bugüne kadar süren bir serüven bu. Bunu da zaten kimse bitiremez. Ama Türk tiyatrosuna emek vermiş çok baba isimler var, onların hepsiyle oynamak isterdim.

Çok teşekkür ederiz!