Kuzey Ege denince akla soğuk rüzgârlı kara iklimli bir yöre mi gelir? Kuşkusuz öyle… Ne var ki Ege Denizi’nin kuzeyi bu önyargıyı tamamen tedavülden kaldıran bir doğal seraya kıyılık görevi gören bir körfezle korunur, Edremit Körfezi ile… Mitolojiden eposlara, kırıcı elekten prinaya kadar derin ve yaşayan bir kültür tarihi içinde günümüze değin yaşamını süren bu yöre, efsanevi Truva şehrinin de çok yakın komşusudur. Bu yazıda körfezin neredeyse tek hâkimi olan zeytini, hasadını ve uzun zamandır kültür hayatımızda eksikliği çekilen bir yapıtı, Edremit Tarihi’ni yazarı Sinan Kahyaoğlu’yla birlikte tanıyıp anlayacağız.

Eski bir zeytinyağı fabrikasından etnografya müzesine, Bostancıoğlu Ailesi tarafından titizlikle dönüştürülen Kazdagı Müzesi’nde; Edremit Tahtakuşlar köyünde yaşayan, emekli coğrafya öğretmeni, felsefeci, tarihçi ve zeytin çiftçisi Sinan Kahyaoğlu yeni kitabı “Uygarlıkların Körfezinde 3500 Yıl Edremit Tarihi” adlı kitabının imza ve söyleşi toplantısındayız.

Efemeralardan balmumu heykellere, son dönemin en başarılı ve şaşırtıcı arkeolojik kazılarından olan Antandros kazılarının fotoğraflarından paha biçilemez deniz biyolojisi buluntularına kadar neredeyse bütün kültürlerin ve uygarlıkların süper müzesi durumundaki Kazdağı Müzesi, sessiz ve kesiksiz en az 2 saat süreceğini henüz bilmediğimiz enfes bir tarih yolculuğu öncesi, yeni mevsimin son sıcak günlerinden birindeyiz. 

Dev bir dikdörtgenden oluşan tek espaslı müzenin bitimindeki sayıları kırka yaklaşan izleyici sandalyeleri dolu ve ayaktakiler de ayakta kaldıklarının farkında bile değil. Sinan Kahyaoğlu, kaytan bıyığı, gür kaşları ve orta yaşlı ama köy delikanlılarına has şapkasıyla konuşmasına irticalen başlıyor. Konu ise; tahminen 6 ve 7. katmanlarına tarihlenen Truva şehrinin, ünlü büyük yıkımı getiren savaştan 9 Eylül 1922’ye kadar süregelen Kuzey Ege’nin son 3.500 yılı…

İzleyenleri adeta büyüleyen bu güzel tarih yolculuğu ve zihinsel gösterimi sırasında, sanırım heyecandan ve müzenin olağanüstü zengin kültürel ambiyansından olsa gerek paralel başka seyahatlere de çıkıyorum aynı anda…

aeneasin-troiadan-kacisi-pompeo_batoni1753
Pompeo Batoni’nin Aeneas ve Ailesinin Troia’dan Kaçışı Adlı Eseri | Fotoğraf: wikimedia.org

Toplantıdan çıkışta artık izleyicilerin tamamının aynı kişi olup olmadığından emin değilim. Başta da kendim olmak üzere. Zira coğrafya sadece coğrafya değildir, nasıl tarih nasıl sadece manzume değilse.

Sinan Hoca, kırsal yaşamının verdiği alışkanlıkla çok insanın bulunduğu yerin aksine kendi yalnızlığına, ıssız mutluluğuna doğru yeniden yönelirken onu durdurup söyleşme talebimi hatırlatıyorum ona. Hay hay diyor. Kaş ve gözlerinde en ufak bir oyalama ve olumsuzluk belirtisi yok.

Sinan Kahyaoğlu

Askerlik ve öğretmenlik ve biraz da tahsil amacıyla epeyi bir süre doğduğu köy olan Tahtakuşlar’dan ayrı yaşayan Sinan Kahyaoğlu, ilkokulu Tahtakuşlar Köyü İlkokulu’nda birleştirilmiş sınıfta okumuş. Ortaokul ve liseyi de o yıllarda bütünleşik şekilde aynı binada eğitim veren Edremit Lisesi’nde bitirmiş. Ardından Kütahya Meslek Yüksek Okulu Makina Bölümü ve askerlik derken 1981’de bu kez kendini Necatibey Yüksek Öğretmen Okulu Coğrafya-Tarih Bölümü’nde bulmuş. Dört yıllık bu öğrenimin ardından 1986 yılında Iğdır Lisesi’nde Coğrafya öğretmenliğine başlamış. 1989 yılında Bilecik Ertuğrul Gazi Lisesi’ne tayin olmuşken aynı yıl İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans’a başlamış. 1992 yılında yüksek lisansı bitiren Kahyaoğlu, 1990 ile 1993 arası çalıştığı okulda idarecilik de yapmış. 1995 yılında gazetelerde yazılar yazmaya başlayan yazar, Balıkesir Bigadiç İskele Köyü İlköğretim Okulu’na ve ardından 1999 yılında Edremit Anadolu Lisesi’ne tayin olmuş ve 2010’da kendi isteğiyle emekliğe adım atmış. Sayıları yirmiyi bulan ulusal ve uluslararası sempozyumlarda bildiriler sunmuş ki bunlardan üçü Kaz Dağı ve Edremit ile ilgili. 

Edremit Tarihi, Sinan Kahyaoğlu | Fotoğraf: Surja Sen (Pexels.com), Mockup: İrem Çakır

Bu biyografi sonrasında söyleşiye geçelim. Edremit Tarihi kitabınının öncesini biraz sorgulayarak başlamak istiyorum: “Kuşkusuz 1999’da yazılması tamamlanan ama planlanması ve zihinsel tasarımı daha da öncelere giden hatta neredeyse 30 yılı bulan bir projeydi bu aslında, tahminlerimize göre. Bu yöre tarihini yazmak fikri ilk ne zaman aklınıza düştü?”

1969-1975 yılları arasında Edremit Lisesi’nde öğrenciydim, diye söze başlıyor Kahyaoğlu. Evde Gıyas Yetkin’in “Kuruluşundan Günümüze Edremit’te Olup Bitenler” isimli kitabı vardı. Onu okudum, gönlüme Edremit düştü. Edremit sokaklarında gezerken Gıyas Yetkin’in kitabında anlattığı olayları Edremit sokaklarında aradım. Sonra kader, fakiri Coğrafya ve Tarih öğretmeni yaptı. Öğretmenlik yıllarımda Tahir Harimi Balcıoğlu ile Sabahattin Ali’nin kitaplarını okudum. İlk fikirler böylece 1980 yılların sonuna doğru şekillendi.

Gıyas Yetkin’in kızı Selma (Yetkin) Akgün’ün en az babası kadar ünlü, bir naif ressam olduğunu hatırlatıyor Sinan Kahyaoğlu. Bunun üzerine 1999 senesine dönmeyi istiyorum. Kitabın mutfağından da anladığımız kadarıyla yazarların hâlâ daktilo kullandığı bir dönemdi ve Kahyaoğlu’nun hazırladığı baskı öncesi dosya son derece detaylı ve teknik olarak da başarılıydı. Çizim, harita ve fotoğrafların da onun elinden çıkması ayrı bir detay elbette: “Peki bunca görsel ve sembolik özene sizi yönlendiren tam olarak neydi hocam?”

foto35
Ayyıldızlı Taş | Fotoğraf: Sinan Kahyaoğlu

1/25.000 ölçekli ilk haritalar ile askerde tanıştım. Necatibey Yüksek Öğretmen Okulu’nda dersini gördüm. İlk bilimsel çalışmaların nasıl yapılacağını öğretmen okulunda öğrendim. Öğretmen okulunda 1984’te “Balıkesir ve Çevresinde Erozyon” isimli bir çalışma yaptık. Bu çalışmayı arkadaşlarımıza sunduk. Fotoğraf ve elle çizimleri ilk defa o zaman kullandık. Daha sonra “Edremit ve Çevresinde Çevre Sorunları” diye ayrı bir ödev hazırladım ve zeytinyağı fabrikalarının yarattığı kirliliği anlattım. Meğer onların hepsi “temiz”miş. Şimdi çok daha kötü. 1985 yılı bitirme tezimde ise “Güre Çayı ile Manastır Çayı Arasının Bitki Coğrafyası” isimli bitirme tezini hazırladım. Bu çalışmamda yine fotoğrafları ve çizimleri kendime ait başarılı bir bitirme tezi verdim ve böylelikle mezun oldum. 1992 yılında ”Ayvalık ve Çevresinin Jeomorfolojisi” isimli bitirme tezi ile İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisansımı tamamladım. Bu tür çalışmalar fakire, bilimsel disiplin ve metodolojisini kazandırdı.

Tahtakuşlar köyü bildiğim kadarıyla, Kaz Dağı Türkmenlerinin yerleşik hayatı tercih ettikleri 1851 (I. Abdülmecit devri) yılında kurululuyor. Kahyaoğlu Ailesi de ilk adı Kırlarbayırı olan bu köyün en geniş ve seçkin ailelerinden. Elbette Edremit Tarihi kitabı yazarının kişisel köken ve kaynaklarıyla ilişkileri açısından oldukça yoğun. Sinan Kahyaoğlu’nun Edremit Tarihi’ni kısaca anlatmasını istiyorum.

Edremit Tarihi ile ilgili yazılmış eserleri tamamlamak ve okumak üzere 1980’li yıllarda kütüphaneleri dolaştım, Edremit’le ilgili yazılmış kitapların fotokopilerini alarak kendi kütüphanemi zenginleştirdim. Ardından Gıyas Yetkin ile Tahir Harimi Balcıoğlu’nun yazdığı kitapları tamamen okudum. Bu kitaplarda yörenin en eski unsuru olan bizlerden bahsedilmiyordu. Oysa çocukluğumdan beri yörenin tarihi hakkında çeşitli söylenceler dinlemiştim. Bu dinlediklerimi Edremit Tarihi içinde yazmak düşüncesi oluştu. Edremit’le ilgili kitaplarda bir eksiklik vardı. Dağ anlatılmıyordu. Fakir, Güre ve dağ merkezli Edremit Tarihi’ni yazmaya çalıştı.

Sorularım adeta bitmiyor: “Hocam, bugün Edremit Tarihi özelinde bir mozaik yurt olan Türkiye’nin ortak ve köklü tarihi kültürümüz ve yarınlarımız için sizce neler ifade ediyor? Coğrafya, felsefe ve tarih uğraşılarınız içinde bir Edremit çocuğu olarak bu kültürel potada duygu ve düşünceleriniz neler?”

300px-s-_turan_sarikiz_efsanesi
Sarıkız | Fotoğraf: Selim Turan

Anadolulu şairin dediği gibi “Dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim”… Anadolu tarih boyunca bir doğudan, bir de batıdan istilalara uğramış bir coğrafya, doğu-batı arasında bir köprü. Ama tarih boyunca Türk kalmış. Ulu önder Atatürk, Hititlerin Türklüğü için Etibank’ı, Sümerlerin Türklüğü içinde Sümerbank’ı kurdurmuş. Hatay meselesinde “Kırk asırlık Türk yurdu düşman eline bırakılamaz” demiş.  Dünyada felsefe ilk defa bu topraklarda başlamış. Çevreye ışık saçmış. Thales’in, Herakleitos’un, Anaksogaras’ın, Hektor’un, Homeros’un, Krezüs’ün, Aristonikos’un, Mitridates’in, Anna Kommena’nın, Çaka Bey’in, Kılıçaslan’ın, Kaygusuz Abdal’ın, Hacı Bektaş Veli’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Fatih Sultan Mehmet’in, Sarı Saltuk’un, Karesi Bey’in, Cennetoğlu’nun, Börklüce Mustafa’nın, Torlak Kemal’in, Kurtdereli Mehmet Pehlivan’ın, Köprülü Hamdi Bey’in, Akça Efe’nin, Mehmet Necati Bey’in, Sabahattin Ali’nin, Mustafa Kemal’in, Mustafa Seyit Sütüven’in ve çok daha fazlasının yaşadığı topraklarda yaşamaktan ve onların hemşehrisi olmaktan gurur duyuyorum. Bu ülke uygarlıklar beşiği. Dünya uygarlığının başladığı yer. Ot kökenine döner. Uygarlığın kökleri burada ve yine fabrika ayarlarına da burada dönecek.

Edremit Körfezi denince şair Mustafa Seyit Sutüven unutulur mu? “Öyle füsunludur bu yer / Şi’rine borçludur Homer / Çünkü senindir İlyada” diyor Körfez’in müstesna edebiyat insanı ve şairi Mustafa Seyit Sütüven. Bu ekolün fertlerinden birisi olarak Kahyaoğlu’nun da Kaz Dağı, Edremit Körfezi ve tarihi içinde yetişen ve büyüyen edebiyat için sözlerini merak ediyorum elbette.

Edremit özellikle 1985 yılından sonra büyük bir nüfus patlamasına tanık oldu. Yazları yöremiz çeşitli sanatçıların ve bilim adamlarının toplandığı bir yer haline geldi. Gelen bu sanatçı ve bilim adamları, edebiyatçılar yöremizle ilgili çeşitli romanlar ve kitaplar yazmaya başladılar. Bu tür kitapların yöremizi tanıtmada çok etkileri olmaktadır. Yine yazın yöremizde çeşitli bilimsel toplantılar yapılmaktadır. Bu tür yazılar ve etkinlikler ileriki günlerde daha da artacaktır. Bu ise yöremiz için büyük bir kazanç ama aynı zamanda büyük bir tehlikedir. Kazançtır, çünkü yöremiz hem daha iyi tanınacak ve bilinecektir. Tehlikedir “Güzelin düşmanı çoktur” atasözü gereği güzel tanıtılan yöremize akın daha da artacaktır. Bu ise yozlaşmayı ve kirlenmeyi arttıracaktır. Fakirin bu  kitabı çalışmayı tamamladığı çalıştığı 1999 yılı içinde Edremit daha bakirdi.

Zeytin Hasadı | Fotoğraf: Julia Sakelli (Pexels.com)

Yazarın bakışlarından bu doyumsuz sohbetinin burada şimdilik sonlandığını anlamaya başlıyorum. Acelesi de var aynı zamanda. Çünkü Edremit Körfezi’nde zeytin hasadı, yani binlerce yıllık bu düğün, bu insan-doğa şenliği çoktan başladı soğuyan havalarla birlikte. Bir bayır köyü de olan Tahtakuşlar’da hatırı sayılır zeytinci bir ailenin son çiftçi fertlerinden olan Sinan Kahyaoğlu hoca, eski ama çalışkan açık kasa pikabına doğru aceleci adımlar giderken bırakıyorum. İçimden “İyi hasatlar, bolluk bereket olsun Hocam” derken aklıma şu sözleri takılıyor, mikrofonik olarak kaydetmediğim, ama hiç aklımdan çıkaramayacağım:

“Toplum olarak yazalım. Çünkü yazmadığımız için kendimizi başkalarının yazdıklarında arıyoruz. Yazdıklarımız bugün için hiçbir şey ifade etmiyor olabilir, ama gelecek kuşaklara altın bilgidir onlar. Keşke 1700’lü yıllarda yaşamış atamdan bir günlük kalmış olsaydı. Onların bir gün içinde neler yaptığını öğrenir ve daha mutlu olurdum. Ama atamın o yıllarda nasıl yaşadığını yabancı bir gezginin yazdığı anılardan öğrenmekteyim. Bu bizim ayıbımızdır. Bugün yazılan bir bilgi değersiz olsa da yarınlarda çok daha değerli olacaktır. Bunun bilincinde olalım. Bir tanıdığım bana söylediklerimi yazmamı söyledi. Fakir de söylediklerimin daha tamamlanmadığını söyleyince “Sen yaz sana eksik gelen bir bilgi başkasında daha ileri bir bilgiyi tetikleyebilir” dedi. Çok haklıydı. Fakir de karınca kararınca bir şeyler yazmaya çalışıyor. Eli kalem tutanların da bilgilerini kâğıt üzerine dökmelerinin ülkemiz kültürü açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.”

Kapak Fotoğrafı: Surja Sen (Pexels.com), Mockup: İrem Çakır

İlginizi çekebilir: Halil Gökhan’dan Feridun Andaç ile Söyleşi