12 dalda Oscar adaylığı bulunan etkileyici yapım The Revenant, hayatta kalma ve intikam temalarını Amerikan tarihiyle bütünleştiriyor oluşuyla takdire şayan.

The Revenant
The Revenant

Leonardo DiCaprio’nun başrolde olduğu The Revenant (Diriliş), Hugh Glass’ın etkiliyici hayatta kalma mücadelesini konu alıyor. Punke’nin The Revenant (2002) adlı romanından da yararlanan film, Glass’ın hayatta kalma mücadelesindeki intikam isteğini ön plana çıkarıyor.

Hugh Glass’ın hikayesi 1820’ler Amerikası’nda geçiyor. Komutan Henry’nin ekibindeki kürk avcılarından biri olan Glass’ın, bir boz ayının saldırısı sonrası yaralanmasıyla başlayan hikaye, Glass’ın arkadaşları tarafından ölüme terk edilmesi ve ölümle burun buruna gelmişken hayata tutunmadaki başarısıyla devam ediyor. Hugh Glass’ın hikayesi bu hayatta kalma mücadelesini anlatsa da The Revenant filmi (ve romanı) kurguyu biraz değiştirip intikam konusuna yoğunlaşıyor. Bu uğurda ana karakterde de küçük oynamalar yapan yönetmen Iñárittu, Glass’ı Avrupa kökenli bir Amerikalı değil, “gri bölgede” yaşayan bir frontier olarak betimliyor. Sınırda yaşayan bir yarı-yerli olarak Glass hem yerlilerle hem de Amerikalılarla olan ilişkilerini sürdürerek iki tarafa da yakın duruyor. Ancak bu değişiklik Glass’ın hayatta kalma mücadelesini olumsuz etkiliyor.

The Revenant
The Revenant

Film her ne kadar Glass ve onun intikam dolu mücadelesi üzerine kurulmuş gibi de görünse, özünde bir Western olarak yerliler ile yerli-olmayanların ilişkisi üzerine eğiliyor. Yüzlerce yıllık etkileşimin iki tarafta da yozlaşmalara sebep olduğunu gösterirken Avrupalı’nın manipülatif etkisini de, gücün silah değil paradan geldiği farkındalığının yerleşmişliğini de gözler önüne seriyor. 1500’lerdeki soykırımın, yerini ticarete ve “devşirmeye” bıraktığını kelimelerle olmasa bile görsellerle anlatıyor. Ancak bu objektif bakış açısı bir survivor’ın içe dönük yolculuğunu göz ardı etmiş oluyor. Film maalesef dinin aşıladığı ahlaki değerlerin anlamını yavaş yavaş yitirdiği kurtuluş sürecinde insanın doğayla baş başa kalışını ve düşünsel gelişimini yeterince aktaramıyor. İçinde bulunduğu zorlu şartlarda insanlığını yitiren, egosundan dine dönen bir kişinin insanla yeniden karşılaştığı o anı anlatamıyor.

The Revenant özellikle de Emmanuel Lubezki sayesinde izleyiciyi görsel bir şölene davet ediyor. Iñárittu’nun kamerayı olağanüstü kullandığı filmin tartışmaya açık bir diğer yanı ise DiCaprio’nun performansı. Oyunculuğu ile DiCaprio Oscar’a aday olmayı başardı, ancak bir “ekstrası” olmayan bu rolün adaylığı hak ettiği söylenemez. Burada asıl takdiri hak eden yalnızca makyajla harikalar yaratan ekip olabilir. Yoksa göze batmayan oyunculuğuna rağmen sırf çiğ et yiyor, at kesiyor diye DiCaprio’ya ödül vermezler. Verirlerse de önceki performanslarından dolayıdır. Mad Max dururken The Revenant’ın En İyi Film Oscar’ı alabileceğini de zannetmiyorum.

youtube play youtube play

IMDb Puanı: 8.0/10

İlginizi çekebilir: İzlemeniz Gereken Leonardo DiCaprio Filmleri

İlginizi çekebilir #2: Bülent Tunga Yılmaz’ın filme dair incelemesi