Koronavirüs; hepimize -veya umarsızca sosyalleşenleri düşünürsek birçoğumuza- bir şeyler düşündürdü, öğretti. İçsel aydınlanmalar, dönüşümler yaşattı; toplumsal, çevresel, iklimsel farkındalığımızı arttırdı. Bununla birlikte hepimiz anksiyete, yakınlarımızı kaybetme korkusu, eser miktar paranoya, okb, germafobi, klostrofobi geliştirdik. Birbirini takip eden rüyalarımda bile kalabalıklarda olduğumu, uzun süre elimi yıkamadığımı, elimi yüzüme sürdüğümü görüp uykumda stres yaşıyorum. Ama benim bugün asıl bahsetmek istediğim kendimde fark ettiğim ve bir anksiyete türü: zamanımı verimli geçirememe, en çok hedefe ulaşamama korkusu! Sonrasındaysa size, karantina dönemiyle birlikte trend olan bir konseptten söz edeceğim: JOLGO (Joy of Letting Go).

Minicik veya genişçe zamanlarda yaptığımız sıradan, çabasız, olağan aktivitelerin veya zorunlulukların ne kadar olağanüstü olduğunu anlayıp şükrediyorum ve her şey normale döndüğünde bu anları keyifle karşılamaya söz veriyorum. Bir yerde kahve içmek, markette oyalanmak, kot giymek (?) , plan yapabilmek, komşunun kapısını çalabilmek, yorulduğunda bir banka oturabilmek, rüzgarla gözüne gelen saçı düzeltebilmek… Herkesin vaktin ve hayatın uçuculuğu karşısında istekleri ertelememenin farkındalığı ile krizi fırsata çevirerek yeni hobiler edinmeye başladığı, online eğitimlere katıldığı, bir türlü izleyemediği filmleri izlediği, dünya mutfaklarından cesurca tarifler denediği, saatlerce kitap okuduğu, evini baştan yarattığı, potansiyelini açığa çıkararak yaratıcılığının doruklarında olduğunu gördüğü bu dönemi yani kuşağımızın Rönesans’ını yaşamak elbetteki beni mutlu ediyor.

Bir yandan da sosyal medyada maruz kaldıklarım; bana ”yeteri kadar şey” yapmadığımı ve bu dönemi ”en verimli ” şekilde geçirmediğimi hissettirerek üzerimde baskı kuruyor. Hiç kitap okumadığımı düşünüyorsam, evi süpürürken bir yandan sesli kitap dinliyorum, orada sadece bir gürültü oluyor. 

Ben de sürecin başında film ve kitap listesi yaptım. Her gün mutfakta zaman geçirdim, 15 dakika da olsa egzersiz yapmaya çalıştım, online bir kursa katıldım ama henüz listelerimi tamamlamadım, her şey hazır olmasına rağmen herhangi bir sanatla uğraşmadım ve bazen bu boşlukta bana zaman kalmıyor. Bu düşünceler ve başkaları ile kıyas halinde olma durumu kendimi suçlu hissettirirken yalnız olmadığımı, pek çok insanın üretken olmamaktan şikayet ettiğini ve halihazırda stresli olan bu dönemde bir de bu hisle başa çıkmaya çalıştıklarını, insanların da arka planda bu huzursuzluğu yaşadıklarını ama adını koyamadıklarını bir arkadaşımla konuşurken fark ettim.

JOLGO
JOLGO | Fotoğraf: The New York Times

Bu konuda düşünür ve gözlem yaparken The New York Times’da bu perspektiften insanların deneyimini ele alan ve JOLGO (Joy of Letting Go) yani “hayatı akışa bırakmanın sevinci” adlı konseptten söz eden bir yazı yayınlandı. Ben bu yazıyı hazırlama sürecimi uzatırken, evde kaldığımız ilk haftalarda dört koldan zamanı dolduracak şeylere sarılan insanlar da yavaş yavaş sürecin uzaması, endişeler ve belki de yapılan şeylerin yüzeyselliği karşısında demoralize olup aynı soruları sormaya başladı. Karşıma vermek istediğim mesajı en yalın haliyle anlatan şöyle bir cümle çıktı: ”Kendimizi  bir proje haline getirme zorunluluğu hissetmeden iyileştirmemiz gerekiyor.” 

Hepimiz aynı anda her şeyi yapmak, pek de özgün olmayan listeleri takip etmek zorunda değiliz. Tek ama bize en iyi gelen şeyle ilgilenebilir, bambaşka bir şekilde huzurlu hissedebiliriz. Bir süre hiçbir şey yapmayarak yorgun zihin ve bedenlerimizi dinlendirebilir, kendimizi dinleyip gerçekten ne istediğimizi bulabiliriz. JOLGO da bunu söylüyor: “Her şey biraz bekleyebilir.”

İtalyanlar ”dolce far niente” diyerek hiçbir şey yapmamanın tatlılığından bahsederken Dalai Lama, uykunun en iyi meditasyon olduğunu ifade ediyor. Yapmadıklarımız için kendimizi suçlu hissetmediğimiz, yapacaklarımız için huzuru ve enerjiyi bulduğumuz, küçük anların ve basit şeylerin tadını çıkardığımız boş zamanlarımızın şerefine! 

Kapak fotoğrafı: Career Advice

İlginizi çekebilir: İrem Bali’den Koronavirüs’ü Anlamak