İtalya, tanrının alabildiğine cömert davrandığı bir iklimde insanoğlun da yaratıcılığının doruğuna ulaştığı, ustalığın en incelikli ve gösterişli şeklini aldığı bir hayal-ülkedir. Bir de başka bir İtalya vardır: Karanlık bir İtalya…

La Grande Bellazza
La Grande Bellazza | Fotoğraf: Viste La Calle

‘‘(…) Benim kaderim duyarlılıktı… Kaderim yazar olmaktı… Kaderim Jep Gambardella olmaktı…’’

Son yıllarda kendi kuşağı içinde en sevdiğim birkaç yönetmenden biri olan Paolo Sorrentino Oscar Ödüllü muhteşem La Grande Bellazza filminin başında böyle tanımlatır kendi ağzından başkarakteri Jep Gambardella’yı. Kurmaca bir karakter de olsa günümüz İtalyası’nın bir çocuğu olan Gambardella gibi İtalya’nın da bir kaderi vardı: Onun kaderi ise güzel ülke olmaktı. Güzelliğin başa bela olduğu bir kadere sahip olmaktı. Tüm güzelliğinin arkasında bir karanlık yürek taşımasıydı. Kısacası kaderi İtalya olmaktı… 

İtalya, dünyanın en müzikal en melodik dili olan kendi dilinde adlandırıldığı gibi Bel Paesa, yani güzel ülke, aralarında benim de bulunduğum pek çok kişi için de dünyanın en güzel ülkesi. Dünya üzerinde en çok ziyaret ettiğim, en çok şehrini gördüğüm, en güzel günlerimi geçirdiğim bir hayalin gerçeğe dönüşmesi. Sanat, kültür, tarih, yemek, moda ile örülmüş bir muhteşem güzellikler diyarı… İtalyanca’daki en güzel deyimlerden biri olan ‘bella figura’nın sokaklarda, restoranlarda, mağazalarda ete kemiğe bürünmesi. Hayatın güzel ve yaşanılası olduğunun en iyi hissedildiği bir yeryüzü mucizesi. Yeryüzünde başka bir yerde iyi yaşamanın şehveti İtalya’da olduğu kadar yoğun hissedilmez. Yaşam İtalya’da adeta insan derisinin altına sızar ve orada, her bir damarda ayrı bir kalp olup atar.

Venedik
Venedik | Fotoğraf: Unsplash / @canmandawe

İtalya güzel yemektir, pizza ve makarna dışında dünyanın en güzel peynirlerinin, ekmeklerinin yapıldığı, en taze ve lezzetli deniz ürünlerinin yendiği bir gastronomi cennetidir. Dünyanın en muhteşem en görkemli mimari hazineleri ile süslenmiş mücevher gibi şehirlerdir; Roma’dır, Floransa’dır, Siena’dır, Venedik’tir, Cenova’dir, Ferrara’dır, Lecce’dir… En güzel sahillere, cennetten kopuk gelmiş sahil kasabalarına sahip bir Akdeniz diyarıdır; Polignano’dur, Cefalu’dur, Positano’dur, Taormina’dır. İtalya Rönesans’tır; Da Vinci’dir, Michenangelo’dur, Raphael’dir, Donatello’dir, Giotto’dur.

İtalya sanattır; Caravaggio, Botticeli, Arcimboldo, Messina, Lippi’dir, Morandi’dir, Titian’dır. İtalya müziktir operadır; Monteverdi’dir, Scarlatti’dir, Vivaldi’dir, Pergolesi’dir, Paganini’dir, Verdi’dir, Puccini’dir, Rossini’dir, Cavaliara Rusticana’dır, Respighi’dir, Berio’dur. İtalya edebiyattır; Dante’dir, Petrarca’dır, Boccaccio’dur, Leopardi’dir, Carducci’dir, D’Annunzio’dur, Deledda’dır, Pirandello’dur, Ungaretti’dir, Quasimodo’dur, Montale’dir, Bassani’dir, Calvino’dur, Pavese’dir, Moravia’dır.  Toplam 6 italyan şair-yazar Nobel Edebiyat Ödülü’ne uygun görülmüştür.

 Sophia Loren (1961)
Sophia Loren (1961) | Fotoğraf: Pinterest

İtalya sinemadır; Fellini’dir, de Sica’dır, Visconti’dir, Antonioni’dir, Pasolini’dir, Leone’dir, Mastroianni’dir, Sophia Loren’dir, Açık Şehir Roma’dır, Bisiklet Hırsızları’dır. İtalya felsefedir-düşüncedir; Machiavelli’dir, Gramsci’dir, Vattimo’dur, Agamben’dir, Eco’dur. İtalya bilimdir-teknolojidir; Marconi’dir, Fermi’dir, Natta’dır, Rubbia’dır,.. Toplam 14 İtalyan bilim adamı Tıp, Fizik ve Kimya alanlarında Nobel Edebiyat Ödülü’ne uygun görülmüştür. İtalya modadır, tasarımdır; çoraptan çantaya, ayakkabıdan gömleğe, dünya üzerindeki en kaliteli ürünler İtalyan ustaların ellerinden çıkar.

İtalya, tanrının alabildiğine cömert davrandığı bir iklimde insanoğlun da yaratıcılığının doruğuna ulaştığı, ustalığın en incelikli ve gösterişli şeklini aldığı bir hayal-ülkedir. Bir de başka bir İtalya vardır: Karanlık bir İtalya…

İtalya’nın Karanlık Yüzü

 İtalya ve Covid-19
İtalya ve Covid-19 | Fotoğraf: Unsplash / Sergi Brylev

Rönenans’ın tüm hümanist ve aydınlık fikirlerinin, tüm tanrı ve insan yapımı güzelliklerin bir kasırgayla savrulduğu; altın yaldızların bir bir dökülüp tüm o görkemin bir anda paslı bir demir yığınına dönüştüğü bir İtalya… Mimarlık şaheseri şehirlerinin tarihi sokakları yanındaki ara sokaklardan; Napoli’nin, Palermo’nun arka sokaklarından yüreğinin karanlık dehlizlerinde de ulaşılabilecek bir İtalya.

Bu karanlık İtalya’nın bize dönük bir yüzü mafyadır: Sicilya’da La Cosa Nostra, Napoli’de Gomorra, Calabria’da Ndrangheta… Amalfi sahilleri, Sicilya ve Napoli’nin doğal ve tarihi güzellikleri ile pizza, spagetti otantizminin yanında İtalya’nın bir başka karanlık yüzüdür Güney İtalya. Peter Sarstedt’in 1969 tarihli hit şarkısı ‘Where do you go to my lovely?’ de dediği gibi eskimiş kıyafetleriyle dilenen çocuklarıyla Napoli’dir.  

1954 tarihli Roberto Rosellini filmi Viaggio in Italia’da Napoli ve Napolililer hakkında George Sanders’in canlandırdığı arogan-snob İngiliz zengin Alexander Joyce şöyle der:

 ‘‘Ne kadar gürültücü insanlar. Gürültü ve sıkıntının bu kadar iyi bir arada gittiğini hiç görmemiştim.’’  

O Napoli ki 1980lerden 2011’e kadar şehirdeki çöpleri toplanamayan, büyük bir çevre felaketine sahne olmuştur: Şehirde Triangolo della morte (Ölüm Üçgeni) olarak anılan bölge Avrupa’nın en büyük illegal çöp toplama ve yok etme aktivitesinin, başka bir deyişle eko-mafyanın merkezidir.  

Batı Avrupa’nın en fazla yolsuzluğa batmış ülkesidir İtalya. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkenin aksak bir terazi üzerinde duran demokrasisinde politika-iş dünyası-mafya üçgeni tarafından kurulmuş Tangentopoli (rüşvet ülkesi) sisteminin Mani Pulite (temiz eller) hareketi tarafından önemli ölçüde yıkılmasına rağmen günümüz Avrupası’nın hala politik ve ekonomik olarak hasta adamıdır İtalya. İtalya Berlusconi’dir, Bunga Bunga’dır…

İngiliz gazeteci ve yazar Tobias Jones, 1999’da ailesi ile birlikte taşındığı Parma’dan İngiltere’ye 2004’de geri döner. İtalya’da geçirdiği 4 yılın sonucunda 2003’de uluslararası bir çoksatan olan The Dark Heart of Italy kitabını yazar. 2005 yılı baskısının kapağında da yazıldığı gibi kitap ‘Avrupa’nın en güzel ama aynı zamanda düzeni en bozuk ülkesinin keskin bir portresini’ ortaya koymaktadır. Jones bu kitabında İtalya’nın sadece sanat, mimari, romans, güzel doğa ve mutfaktan ibaret olmadığını; çok daha canlı ve garip yanları olduğunu yazar: Katoliklik, politika, televizyon, terörizm. Niçin insanların kendi ülkelerini bir ‘kerhane’ olarak tanımladıklarını ve bir an önce geri dönmesini öğütlediklerini araştırır. Jones’un portresini çizdiği İtalya sadece görüntüden ibarettir, etik değil estetiktir. Suç çok ender cezalandırılır. İllüzyon her yerdedir: fantezi ve kurmaca ile gerçeklik birbirinden ayrılmaz. Eski bir porno oyuncusu (İlona Staller-sektördeki bilinen adıyla Cicciolina) milletvekili olur ve parlamentonun açılışına iç çamaşırsız gelir.

Jones, İtalya’nın portresini çıkarmaya çalışırken dünyanın en melodik ve güzel dillerinden biri olan İtalyanca’nın da ülkenin bir aynası olduğunu ortaya koyar. Bu dilin inceliklerinin ülkenin kültürel, toplumsal ve politik ortamını nasıl yansıttığına odaklanır ve özellikle de bir kelime dikkatini çeker: spregiudicatezza. Berlusconi tarafından sık sık kullanılan ve diğer dillere çevrilmesi imkânsız olan; İtalya’nın da ruhuna uygun bir şekilde aynı anda birbirinin zıddı olabilecek farklı anlamları içeren bu sözcük kelime anlamı ile hem acımasızlık hem de kuşkuya-tereddüte düşmeden kişinin kendi yolunda, kendi bildiği gibi hareket etmesi demektir. Kelime yerine göre ‘açık görüşlülük’ olarak da kullanılabilmektedir.

Öte yandan Olivia Cole, GQ British Edition Eylül 2012 sayısında yazdığı ‘Dante’nin Reviri’ başlıklı yazısında bu sözcüğün ‘hiçbir etik-ahlaki sınıra sahip olmama’ (pervasızlık) olarak da yorumlanabileceğini yazar. Cole edebiyat tarihinden İtalya ile bağlantılı karakterleri sıralar: Robert Browning’in şık katilleri, gösterişli hırsızları, dolandırıcıları, İtalya’ya gidince spregiudicatezza büyüsüne kapılık onu kendince uyarlayan Amerikaları Patricia Highsmith’in Mr. Ripley’si (sinemada Matt Daemon canlandırmıştı) ve Henry James’in Gilbert Osmond’u (sinemada John Malkovich oynamıştı)… Paolo Sorrentino’nun ilk romanı 2011 tarihli Hanno tutti ragione (Herkes İyi) de bir spregiudicatezza meraklısının, gözden düşmüş, etik değerleri olmayan eski bir yıldızı, Tony Pagoda’nın hikâyesini anlatır. Sorrentio, başyapıtı Il Divo’da da iktidarda kalabilmek ve İtalya’nın kaderinde sürekli söz sahibi olmak için büyük bir spregiudicatezza ustasına dönüşen İtalya tarihinin en çok başbakanlık yapmış politikacısı Gulio Andreotti’nin olağanüstü ve ürpertici yaşamını anlatır.

Berlusconi ise spregiudicatezza kavramını bambaşka bir hale sokar: Dünya üzerinde hangi başbakan yüz gerdirme operasyonu için görevinden bir süre ayrılır? Sorrentino’nun 2018 tarihli Berlusconi biyografisi ‘Loro’  filminin bir sahnesinde Berlusconi şöyle sorar: Parti vereceğim, elinde kaç kız var? ’28’ cevabını alınca şöyle der: ‘Yetmez’… O Berlusconi ki politikaya girmeden önce İtalyan televizyon sektörünü sınırsız-aşırı bir eğlence aracına, bitmeyen bir parti havasına sokmuştur. Aşırı kısa mini etekli sunucuların futbol programı sunması en az Dante’nin İlahi Komedyası, Bassani’nin Finzi-Continiler’in Bahçesi, Fellini’nin La Dolce Vita’sı, bir Morandi tablosu, Giorgio Agamben’in post-yapısalcı siyaset felsefesi, Prada, Caraceni takım elbise, Rubinacci pantolon, Luigi Borelli gömlek, Persol gözlük kadar İtalyandır.  Politikaya atılınca eski mankenleri, İtalyan televizyon sektörünün dünyaya armağan ettiği ‘şov kızları’nı özel kontenjandan meclise sokar. Milletvekili olamayacak kadar genç olanları (Sektöre yeni girmiş spiker adayları, hava durumu sunucuları, eğlence programı dansçıları ile birlikte) Bunga Bunga partilerinin revaçta üyeleri olabilirler.

İtalya ve Koronavirüs

İtalya Korona’dan en ağır etkilenen Avrupa ülkesi oldu. Bu duruma demografik yapı ve bazı şansızlıklar da etki etmiş olsa da özellikle krizin başlangıcında her biri birer spregiudicatezza örneği olan olaylar da İtalya’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı en derin krizin içine sürüklenmesine yol açmıştır.

Şubat sonu ve Mart başında İtalya’da vakalar çıkmaya ve sayıları artmaya başladığında Kuzeydeki birkaç küçük kasaba karantinaya alınmıştı ama salgının daha da büyüyeceği ve özellikle de büyük şehirlerde yayılması halinde büyük bir sağlık krizine dönüşeceği uyarılarına çoğu kimse, başta da politikacılar olmak üzere aldırış etmedi. Hatta bu uyarılara mükemmel spregiudicatezza örnekleriyle cevap verdiler: İktidar ortağı Demokratik Parti’nin Genel Sekreteri ve Lazio Bölgesi Başkanı Nicola Zingaretti, bir grup öğrenciyle beraber Milano’da bir barda aperativo kadehini kaldırırken şunları söylüyordu: ‘Dışarı çıkın, bir aperativo, bir kahve veya bir pizza için… Alışkanlıklarımızı kaybetmeyelim’. 9 gün sonra Zingaretti Korono pozitif çıktığını ve karantinaya girdiğini açıkladı.

youtube play youtube play

Milano Belediye Başkanı Guiseppe Sala 27 Şubat’ta ‘Milano non si ferma’ (Milano durmaz) video yayınlandığında ilk desteği veren kişi oldu. Bu video insanları dışarıya çıkmaya teşvik ediyordu.

Sala İtalyanlar’ın krizini önemsememe eğilimlerine ve şaşırtıcı derecedeki pozitif algılarına da güvenerek bu kampanyayı ısrarla sürdürdü. Bu politikanın kritik bir hata olduğunu kabul ettiğinde ise çok geç olmuştu. İtalya o dönemde dünyada korona virüsünden en çok ölüme sahne olan ülke konumuna gelmişti.

Ülkenin tamamının karantina altına alındığı ilk günlerde 40 binden fazla kişi karantina kurallarını ihlal etmişti. Bundan normal ne olabilirdi ki. Burası bir spregiudicatezza ülkesiydi ve İtalya’da kurallar sadece giyim-kuşam ve akşam yemeklerinde bir zorunluluktu. Diğer tüm alanlarda ise basit birer öneriden ibarettiler.

Gomorra kitabını yazdıktan ve kitaptan uyarlanan film de Cannes’te ödül aldıktan sonra mafyanın ölüm emri verdiği ve bu yüzden 2006’dan beri polis korumasında gizlilik protokolü altında yaşayan gazeteci Roberto Saviano ‘Beaty and Inferno’ başlıklı deneme kitabında şöyle yazar:

‘(…) Kontrolün olmadığı ülkemde dikkate almama, lakaytlık hâkim oluyor.  Arka plan sesleri gerçek medyanın gücünü boğuyor(…)’ İtalya’da gerçek yoktur, onun nasıl sunulduğu ve nasıl algılandığı vardır.

youtube play youtube play

Michael Cimino’nun Mario Puzzo’nun aynı romanından 1987 tarihinde uyarladığı Sicilyalı filmindeki bir sahnede Guliano, sağ kolu Pisciotta ve yüklü bir fidye için kaçırdıkları Sicilya’nın en büyük toprak sahibi Prens Borsa arasında şu diyalog geçer:

Prens Borsa: Niçin insanların seni sevmesi için bu kadar heveslisin?Giuliano: Sen de niçin insanların senden bu kadar nefret etmesi için heveslisin?
Prens Borsa: Benden nefret etmiyorlar. Benden nefret edemezler. Ben prensim. Afrika’dan gelen güney rüzgârları gibiyim. Hep buradaydım. Sen değildin.
Pisciotta: Yakında fidyeyi almazsak burada olamayacaksın.
Prens Borsa: O zaman oğlum prens olacak ve Güney Rüzgârları esmeye devam edecek.

Sicilya’da Prens Borsa’nın dediği gibi Afrika’dan Güney Rüzgârları esmeye devam edecek, İtalya’da politik ve toplumsal yaşamda spregiudicatezza etkin olmaya devam edecek, biz de Avrupa’nın bu en güzel ülkesine gitmeye, onun güzelliklerine hayran olmaya devam edeceğiz ve karanlık yüreğine giden yollara sapmamaya çalışacağız. İtalya, bizi efsunlu çekiciliğiyle büyülemeye devam edecek…

Kapak fotoğrafı: romecentral.com/
(İlona Staller (Cicciolina) Başbakan Gulio Andreotti ile İtalya Parlamentosu’nda)

İlginizi çekebilir: Gamze Ay Akkuş’tan Almanya’da Koronavirüs