Öncelikle bu bir “Lezzet Durakları Listesi” değil. Gerçekten bir yere gitmeden önce araştırmaya nerede ne yenir sorusunun cevabı ile başlayan birinin yaptığı listenin, seyahat dönüşü transkripti diyebiliriz.  Tabii sadece gidebildiklerimin… Şunu söylemeden geçemeyeceğim ki Londra genel olarak porsiyon bakımından eli cömert bir şehir ya da bu bakımdan çoğu zaman doğru tercih yaptık. Masalardan genellikle çok tok kalktık. Mekanlar hakkında tek sorun: Kesinlikle çoğu yere önceden rezervasyon gerekli. Bazı yerlerde kapıda sıra sistemi var ama en büyük tavsiyem gitmeden önce rezervasyon ihtiyacını kontrol etmeniz. Özellikle hafta sonu, yol üstünde herhangi bir yerde bile kahvaltı etmek için yer bulamayıp pazar gününün iki saatini her mekanın arama listesine adınızı ekleyerek boşa harcayabilirsiniz. 😊 Hadi başlayalım…

img_5039-1
Fotoğraf Altyazısı | Fotoğraf Kaynağı

A bu sokak da çok güzelmiş, ileride şu da var onu da görelim.” diyerek Londra sokaklarında 28000 adımınızı mı attınız? Şekeriniz düştü değil mi? İşte size anında etkisini göreceğiniz bir ilaç: Dışı kıtır,içi yumuşacık, ağızda dağılıyor. Çikolatalı, beyaz çikolatalı,kırmızı meyveli,fıstık ezmeli, bademli… Her daim sıra var ama kurabiye dışında bir şey satılmadığı için çok çok hızlı akıyor. Zaten hangisinden almalıyım diye düşünürken sırayı fark etmiyorsunuz bile. Yanına da hemen bir süt alıyorsunuz ve Londra turunuza kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Kurabiye deyip geçmeyin bütün beş çaylarını geçer bu lezzet. Hatta son günümüzde 10’lu paketini alıp Türkiye’de arkadaşlarımıza tattırdık, taze olmamasına rağmen onlardan da tam not aldı. Birden çok şubesi var şehirde. (Bir şubesi de Dubai’de varmış o da aklınızda bulunsun.)

ben-6
Ben’s Cookie | Fotoğraf: Selinay Öztan

The Breakfast Club

Pazar saat 10’da gidildiğinde bile sadece 20 dk sıra bekledik ki bu süreyi artık İstanbul’da herhangi bir kahvaltıcıda bile bulamazsınız yani bence sabredilebilecek bir süre. Öncelikle ağır bir kahvaltı yapmaya hazır olun. Karşınıza bir Ege kahvaltısı, fresh bir açık sandviç gibi kahvaltı seçenekleri çıkmayacak ki ben avokadolu bir sandviç söyledim yoğun bir kahvaltı olmasın diye o bile yağlıydı. Baconınızı, sosisinizi, yağınızı yiyeceksiniz (merak etmeyin bunların veganları da mevcut!); bunu kabullenerek gidin ki seçmeniz kolay olsun. Favorimiz The full monty (nam-ı diğer English breakfast) oldu. Kesinlikle Londra’da yediğim en güzel İngiliz kahvaltısıydı. (Terry’s Cafe’de çok sıra vardı gidemedik o yüzden karşılaştıramıyoruz.) Tabaktaki ‘black pudding’e mesafeli yaklaşabilirsiniz içeriğinden dolayı çok da haklı bir yaklaşım olur ama başka yerlerde de denemiş biri olarak tatmak isterseniz kesinlikle buradakini deneyin çünkü gerçekten tabaktaki en lezzetli şeylerden biriydi. Tatlı/Tuzlu pancakeli kahvaltı seçenekleri de çok fazla ve lezzetli duruyordu, kahvaltıda tavuk yerim derseniz ‘fried chicken french toast’ da pişman etmeyecek bir seçenek olabilir. Naçizane önerim oraya kadar gitmişken sandviç yemeyin, başkasının hatalarından ders alın. 

breakfast
The Breakfast Club | Fotoğraf: Selinay Öztan

Poppie’s Fish & Chips

Londra’nın en geleneksel yemeği: FISH&CHIPS. Aslında bir çok yer karşınıza çıkıyor bu yemeği araştırırken. Biz en meşhur ve eskilerinden  olan Poppies’ı tercih ettik. Dekorasyon çok güzel, nostaljik bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyorsunuz içeri girince. Biz Morino balığından olanı söyledik. Çıtırlığı çok iyi, balık aşırı lezzetliydi. Çalışanlar çok ilgililer ve onlardan öğrendiğimiz kadarıyla balığı dondurucudan kullanmadıkları,her sabah gelen taze balıkları kullandıkları için diğer yerlere göre daha lezzetli oluyormuş. Biz ikna olduk. Sadece çok çabuk doyduğumuz için, yeme süresini uzatıp soğumaya başladığında yerken ufaktan bir yağ tadı ağır gelmeye başlıyor biz o yüzden bitiremedik ama fish&chips yiyeceksem tekrardan gideceğim bir yer olacak şekilde listeme giriş yaptı kendisi.

fish
Poppie’s Fish & Chips | Fotoğraf: Selinay Öztan

Paul 

Her yerde olan zincir bir bakery shop. Beklentiyi yüksek tutmadan giderseniz gayet güzel bir mola yeri ya da sabah hızlı bir kahvaltı olabilir. Hem tuzlu tem tatlı bir sürü çeşit ‘bakery’leri mevcut. Biz tatlıdan yana oyumuzu kullandık. Elmalı tart ve puffy içi dolgulu küçük donatlardan aldık. Favorimiz kesinlikle donat oldu. Bu arada bu tatlının tanesi 2 pound gibi bir rakamdı ama 5 tanesi 3.5 pound’a denk geliyordu. Hiç yok ya yiyemem o kadar demeyin, kahveyle beraber kaçıncıyı yediğinizi hatırlamıyorsunuz bile.

paul
Paul | Fotoğraf: Selinay Öztan

Burger&Lobster

Bütün Londra yemek bloglarında karşıma çıktığından beri lobster sandviçleri gözümün önünden gitmiyordu o yüzden ilk akşamdan rezervasyonumuzu buraya yaptırdık. Birçok şubesi var biz cuma akşamı olduğu için ilk gecemizi Soho’da geçirmek istedik ve buradaki şubesine rezervasyon yaptırdık. Kokteyleri de güzel. Gitmişken sadece yemek ile kalmayın öncesinde bir koktely ile başlangıç yapın derim. Biz imza koktelylerinden Lobster Martini, Apple Garden ve Pistol Punch’ı deneyebildik. Pistol punch çok şekerli bir koktelydi, Apple Garden da lezzetli, fresh olsa da ortak karar olarak daha orjinal bir lezzeti olan Lobstar Martini kesinlikle favorimiz oldu. Yanında shot şeklinde prosecco ile servis ediliyor.

Burger&Lobster
Burger&Lobster | Fotoğraf: Selinay Öztan

Yemek olarak yine mekanın en çok tercih edilenleri olan “Lobster Roll” ve “Beast Burger” denedik. Lobster roll maalesef hayallerimde büyüttüğüm gibi çıkmadı ya da öğle yemeği için daha uygun bir tercih olabilirdi bilmiyorum. Görüntü itibariyle güzel dursa da soğuk sandviç imajından kurtulamamıştı. Ama hamburgeri için aynı şeyi söylemeyeceğim etin tadı, soslarla ve lobsterla uyumu çok başarılıydı. Kesinlikle tekrar yemek isteyeceğim bir hamburgerdi. Bu arada combo menüler de mevcut ikisini de denemek isterseniz veya çok aç gidiyorsanız Burger, lobster roll, fries ve salatadan oluşturulmuş bu combo menüleri de tercih edebilirsiniz.

Burger&Lobster
Burger&Lobster | Fotoğraf: Selinay Öztan

Öğrendiğimize göre hafta içi happy hour saatlerinde yarı-yarıya düşüyormuş fiyatlar biz sadece hafta sonu için londradaydık ama sizin aklınızda bulunsun çünkü akşam yemeği için gidildiğinde fiyat/performans bir yer değil bence. Ben bir daha gider miyim? Sanmıyorum… 

Royal Artisan

Metrodan inip Buckingham Sarayı’na giderken tesadüfen karşımıza çıkan bir ‘bakery’ burası. Koştura koştura geç kaldığımız seramoniye giderken vitrini bizi aniden durdurdu ve seramoniyi unutup hemen içeri girdik. Ben bir tuzlu sevdalısı olarak sandviçlerine, poğaçamsı ürünlerine ve pizzalarına hayran kaldım. Pizzaları pizza hamurundan değil, bizim ramazan pidesinin üstüne pizza yapılmış gibi düşünebilirsiniz.  Kahvaltı etmeye fırsat bulamamıştık ama iyi ki bulamadık dedik burayı görünce. Alıp orada da yiyebiliyorsunuz, ‘take away’ seçeneği de var ikisi arasında ufak bir fiyat farkı mevcut.

img_4253
Royal Artisan | Fotoğraf: Selinay Öztan

Flat Iron

Londra’nın meşhur uygun fiyatlı bir steakhouse restaurantı. Yine şehrin bir çok yerinde şubesi var. Menu çok net: Steak ya da burger. Bunların yanında da seçebileceğiniz ‘side dish’ler mevcut. Biz ikisini de denedik, side olarak da chips ve cremaed spinah söyledik. Ana yemeklerin ikisi de lezzetliydi ama sıradandı bize göre ve maalesef porsiyon olarak da tatmin etmedi. 

img_4514-2
Flat Iron | Fotoğraf: Selinay Öztan

Kapak Fotoğrafı: Selinay Öztan

İlginizi çekebilir: Ece Yazıcı’dan Londra’nın Sağlıklı ve Lezzetli Durakları