Son zamanlarda Netflix yapımı diziler hep kendini tekrarlayan formüllerden oluşmaya başlamıştı. Maid, tam da bu formüllerden sıkıldığımız anda karşımıza çıktı. Uzun bir süredir konuşulan bu mini diziyi çok zaman geçmeden izledim. Maid’i tek bir cümle ile anlatmam gerekirse; bir çırpıda izlenecek ancak uzun süre etkisinden kurtulamayacağınız türden bir yapım olduğunu söyleyebilirim.

Maid | Fotoğraf: Netflix

Editör Notu: Yazının devamında bu sezona dair spoiler bulunabilir. Dilerseniz dizinin tamamını izledikten sonra bu yazıya dönebilirsiniz.

Başrolde izlediğimiz Alex(Margaret Qualley), yazmak eylemini “bazen ne hissettiğimi anlamamın tek yolu oluyor” diye tanımlıyor. Aslında bu cümle ile zamanda geriye gidip, neden yazmaya başladım diye sordum kendi kendime. Yayınlamak için miydi, ya da insanlar beğensin ve bu işten para kazanayım diye mi? Hayır, aslında ilk olarak kendimi yazarak keşfettiğimi anladığımda, yazmaya başladım. Nefretimi kusabildiğim, çözemediğim duygu değişimlerini cümlelerin arasında keşfettiğim, tüm o inişli çıkışlı aşklarım, hırslarım, pişmanlıklarım… Bu yazıların hepsi kendimeydi, ne hissettiğimi kelimelerim sayfaya döküldükçe anladım. Daha çok yazdım ve daha derine daldım belki, ama hep buldum çıkışı. Yazarak öğrendim, yazarak kendimi tanıdım. Kendi kendime yaptığım tüm itiraflar beyaz sayfa üzerine yazılmış siyah puntolarda saklı hep.

İşte tam burada, Alex’in hikâyesini izlerken duyduğum bu cümleyle yazmaya neden ara verdiğimi sorgulamaya başladım. Ama düşünceler bir türlü oturmadı kafamın içinde. Ve ben de her zaman yaptığımı ve en iyi bildiğim şeyi yaptım; boş bir sayfa açtım ve yazmaya başladım.

Maid | Fotoğraf: Netflix

Maid tam olarak Netflix’ten ümidi kestiğim anda karşıma çıktı. Maid, cesur ve etkileyici bir dramı, ajitasyona başvurmadan nasıl en derinlerde hissettirebileceğine örnek bir mini dizi. Doğal ve etkileyici oyunculuklar, dizi bittikten sonra kendimi soundtrack listesinde bulmama neden olan müzikler, Alex’in ruh halini iliklerimize kadar hissetmemizi sağlayan sahnelerdeki görsel efektler… Tüm bunlar gerçek hayattan fazlasıyla aşikar olduğumuz bir kadın hikayesiyle birleşince Maid, izleyiciyi adeta içine çeken bir yapım olarak imzasını atıyor.

Maid | Fotoğraf: Netflix

Her gün internette, haberlerde, sokakta duyduğumuz kadın hikâyelerinden sadece bir tanesi Alex’in hikayesi. Alex’in hikâyesi aslında çocukken babasının annesine uyguladığı şiddetten ve evdeki korku havasından kaçarak saklandığı o karanlık mutfak dolabında başlıyor. Annesiyle kurduğu hayat, göçebe ve kaçak belki; çocukluğunda yaşadığı bu travmatik olayları bastırmasına sebep olmuş, ancak tarihin tekerrüründen kaçamamış. Maid, babasına benzer bir alkolik adamdan çok güzel bir kız çocuğuna sahip olan, hayatını ve hayallerini hapsettiği o karavanda sadece kızı için yaşamaya çalışan Alex’in hikâyesini, o kadar duru ve gerçek anlatıyor ki; Alex’in hiâyesini izlerken, düşünmeden duramıyorum. Acaba dışarıda kaç kadın daha bu şekilde bunu yaşamak zorunda bırakılıyor?

Maid | Fotoğraf: Netflix

Diziyi bitireli birkaç günden fazla oluyor. Ama o kadar çok etkilendim ki, gözümü kapattığımda Alex’in içinden çıkamadığı o kuyunun derinliklerini görüyor, o karavanın daracık odalarında hapsolmuş gibi hissediyorum. O nedenle dizinin konusundan ziyade, hissettiklerimi anlatmak istedim. Hayal bile edemediğim bir istismara doğmak nasıl bir his acaba? Kabul bile edemediğin bu istismarla yaşamı sürdürürken, hayatının aslında tamamıyla bir erkeğe bağlı olması, onun esiri olmak nasıl?

Maid, kadın cinayetlerinin, cinsel ve şiddet istismara maruz kalan kadınların ve çocukların ne yazık ki fazla olduğu ülkemizde ve bu zamanda; cesur olmayı, korkuların üzerine gitmeyi, bir kadının bekar bir anne olarak hayatını idame ettirebileceğini gösterdiği ve umut vaat ettiği için bile önerebileceğim bir seyirlik.

Maid | Fotoğraf: Netflix

“Hayatınızda mutlu olduğunuz bir günü tarif edin. Gerçekten yaşanmış bir gün olabilir ya da olmasını istediğiniz hayali bir gün olabilir.” Maid’i izlemek için tek sebep elbette ki bu değil. Alex’e hayat veren Margaret Qualley, onun gerçekte de annesi olan ve dizide de annesi olarak izlediğimiz Andie MacDowell (Paula), “shoop shoop” diye söylediği şarkıyla ve sevimliliğiyle olduğu kadar oyunculuğu ile de kalbimizi fetheden Rylea Nevaeh Whittet (Maddy) ve nicesi… Oyuncu kadrosu o kadar yerinde seçilmiş ki, bu karakterleri canlandırabilecek başka oyuncular akıllara dahi gelmiyor. Tüm karakterler geçmiş hikayeleri ve ruhsal durumlarıyla Alex’in hikâyesine çok yerinde dahil oluyorlar; bize keşke dediğimiz tek bir nokta bile bırakmıyorlar. Bir kadının elinden, bir kadın hikâyesini izlediğimiz için belki de, hissettirdikleri çok gerçek. Mekan kullanımı, flashback görüntüleri, soyut anlatımlar tek tek ele alınabilecek ince detaylara sahip, hepsi için ayrı ayrı bir analiz yapılabilir. Özellikle karakterleri kullanılan eşyalarla imgeleştiren anlatım, Alex’in kaleminden çıkan hikâyelerin bölüm isimleri gibi pek çok detay zihnimize çoktan kodlandı bile…

Gerçek hayatta karşılarına çıkan tüm olumsuzluklara, tüm engellere rağmen; henüz yaşamadığı mutlu günlerin peşinden koşan tüm kadınlara sevgiyle.

Kapak Fotoğrafı: Netflix

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Netflix’te Bu Ay Neler Var