Biri var ki uzak diyarlardan sessiz sedasız aramıza katılarak Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık etmiş, ülkenin çeşitli yerlerinde belki de her gün önünden geçtiğimiz, bazen de severek ziyaret ettiğimiz tarihi binalarda eserlerini bırakmış, Anadolu’nun bir köyünde askerlik yaparken bile elinde eskiz defteri, köylüleri çizmiş, sonunda içimizden biri olup çıkmış ve ilginç yaşantısı kadar esrarengiz ölümüyle de erkenden aramızdan yine sessizce ayrılmış bir ressam. Kim bilir, belki İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da siz de karşılaştınız onun izlerine o tarihi binaların güzel duvar resimlerinde. Ama adını duydunuz mu acaba? Bu yazımda üstün yeteneğine rağmen, nedendir bilinmez, adı pek bilinmeyen, sanat dünyasının hak ettiği değeri görememiş ressamı ve ölümüyle arkasında spekülasyonlar bırakmış Naci Kalmukoğlu’nun izini sürmek istiyorum sizlerle.

Ben de tesadüf eseri karşılaştım kendisiyle. Aslında o benim çocukluğumdan beri yanı başımdaymış, sadece keşfetmem daha yeni oldu. Çocukluğumu geçirdiğim eski bir Rum semti olan Feriköy’ün, küçüklüğümden beri ziyaret edip içindeki ikonalara hayranlıkla baktığım tarihi 12 Apostol Rum Ortodoks Kilisesi’nin yağlı boya resimlerine onun da elinin değmiş olduğunu semtin eski, Rum bir yerlisinin ağzından şans eseri duydum.  Ancak bu konuyla ilgili herhangi bir kayıt bulamadığımdan, kendisi gibi az bilinen bu tarihi kilisenin resimlerindeki katkısının ne kadar olduğuyla ilgili (zira kilisedeki ikonaları sadece restore mi etti yoksa bunları sıfırdan mı yaptı gibi) detay veremesem de bu ilginç sanatçının hayatıyla ilgili bir şeyleri eşeledikçe onu hem daha çok tanımak hem de başkalarına tanıtmak için büyük bir istek duymaya başladım.

Nicolai Kalmikoff ya da Türkiye’ye göç ettikten sonra aldığı ismiyle Naci Kalmukoğlu; 1896 Harkov doğumlu; ticaret eğitiminin yanı sıra Harkov Güzel Sanatlar Akademisinde resim eğitimi alıyor. Soyadının da açık ettiği üzere Kalmuk Türklerinden. Kendisi kadar içinde yaşadığı dönem de ilginç Kalmukoğlu’nun. Bir yanda 1917 Bolşevik Devriminin etkisiyle Rus topraklarından dünyanın dört bir yanına dalga dalga göç eden kitleler bir yanda 1. Dünya Savaşı ile değişen dengeler… İşte böyle bir ortam içerisinde pek çok Beyaz Rus gibi 1920 yılında ailesiyle İstanbul’a ulaşıyor genç Nicolai. Osmanlının son demlerini yaşadığı o dönemde her ne kadar esaret altında olsa da yüzbinlerce mülteciye kollarını açıyor İstanbul. Bunların arasında kimler yok ki? Yüksek rütbeli askerler, aristokratlar, sanatçılar…. Savaştan çıkmış genç Türkiye’nin güzel sanatlar, dans, gastronomi gibi her tür kültür-sanat sermayesinin tohumları da böylece ekiliyor. Geldiklerinde unvanları, yetenekleri ve görgülerinden başka her şeyi geride bırakmış olan bu insanlar başta yiyecek bulabilmek için önce mücevherlerini satıyor, sonra da ayakkabıcılık, nakış, marangozluk, şapkacılık gibi meslekleri öğrenip geçinmeye çalışıyorlar. Bu arada eğlence sektöründe, özellikle Beyoğlu’nda mekan, dans, restoran alanında etkili oluyorlar. Resim, bale, heykeltıraş, müzik, opera, edebiyat ve benzeri konularda İstanbul’a renk getiriyorlar. (İlginizi çekerse bu konuda TRT2’nin Tarihin Ruhu | İstanbul’a Göç Eden Ruslar belgeselini izlemenizi öneririm; izlerken gözlerimin dolduğunu söylemeden edemeyeceğim.)

Beyaz Rus Göçüyle birlikte İstanbul’a gelenlerin arasında azımsanmayacak kadar da ressam var. Öyle ki bu ressamlar kendi aralarında örgütleniyor, önce Beyoğlu’nda Elhamra Sinemasının yanında bir dükkânda resimlerini satıyorlar. Hatta 1922’de İstanbul Rus Ressamlar Birliğini kurarak sergiler düzenliyorlar. Kalmikoff da bu sergilere katılıyor.

Her ne kadar savaşın bitimiyle göç edenlerin büyük bir çoğunluğu İstanbul üzerinden başka ülkelere gitse de Cumhuriyetin kuruluşuyla beraber buraya entegre olan bir kısmı için Türkiye ikinci bir vatan haline geliyor. Pek çok sanatçı vatandaşlığa geçerek Türkçe isimler alıyor. İşte Nicolai Kalmikoff da böylece yakın arkadaşı ressam Rahman Safiev ya da en bilinen adıyla İbrahim Safi gibi Naci Kalmukoğlu ismini alıyor ve Türk resim sanatının gelişmesinde kendi rolünü sessizce ama başarıyla oynuyor.

Kalmukoğlu’nu diğerlerinden ayıran belki de kendine çizdiği kariyer yolu oluyor. Aldığı sanat eğitiminde dekoratörlüğün önemli bir payı olan ressam para sıkıntısı çektiği dönemlerde işe tiyatro dekoru yaparak başlıyor, zaten Rusya’da okuduğu dönemde ülkenin önemli isimlerinden dekoratörlük eğitimi almış. Böylece uzun zaman ressam kimliğinden çok dekoratör kimliğiyle tanınıyor. Sipariş üzerine çok resim yapıyor. Beyoğlu Sinemalarında afiş resimleri, apartman girişleri ve işyerleri gibi iç mekân duvar resimleri işleri alıyor. 

Marmara ve Sümer Apartman girişlerinden bir detay
Marmara ve Sümer Apartman Girişlerinden Bir Detay| Fotoğraf: Amber EROYAN

Ayrıca 1936-1949 yılları arası İzmir Fuar Pavyonlarında yaptığı duvar resimleri onu aristokrasiyle yakınlaştırıyor. Ne var ki tüm bunlar onu patlak veren II. Dünya Savaşının etkisiyle Nisan 1941’den Temmuz 1942’ye kadar Yirmi Kur’a Nafia Askerleri olarak anılan ve Türkiye’de yaşayan 1894-1913 yılları arasında doğmuş gayrimüslimlere uygulanan zorunlu askerlik uygulamasının haricinde tutmaya yetmiyor. Kariyerinin parladığı ve çeşitli çevrelerce yeteneğiyle görünürlük kazandığı bu dönemde amele taburunda askerlik yapması gereken Kalmukoğlu’nun yol, tünel, köprü vb. yapımında ne şartlarda çalıştırıldığını bilemesek de çizimlerini toplayan koleksiyonerlerin elinde bulunan ve 1941 Balıkesir, Sındırgı, Tepecik notu düşülmüş eskizleri bize onun hiçbir şartta resimden ayrı kalamadığını gösteriyor. 

Süreyya Operası
Süreyya Operası | Fotoğraf: istanbulgezginleri.com

Kalmukoğlu’nun tarihi binaların iç mekânlarına yaptığı resimlerine sizin de rast gelmiş olma ihtimaliniz yüksek: Ankara, İzmir ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli anıt binalar ve tarihi yapılara, önemli apartman duvarlarına hep fırçası değmiş ressamın. Bunların hepsi günümüze kadar korunamasa da ve rol aldığı her iş yazılı olarak kayıt altına alınamasa da en bilinenleri sıralamak isterim: Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi ve Ankara Halkevinin sahne dekorları, Nişantaşı’ndaki Sümer ve Marmara Apartmanları girişindeki duvar resimleri, Kadıköy’deki meşhur Süreyya Operası (ya da diğer adıyla Süreyya Sineması), İzmir’de İpek Sineması ve Atatürk’ün de üç defa gidip film izlediği Elhamra Sineması fresk ve tavan resimleri hep onun elinden çıkma. (Kim bilir, belki de yazımın başında belirttiğim kilise de bunlardan biridir.)

Elhamra Sineması
Elhamra Sineması | Fotoğraf: Seda Özen Bilgili

Naci Kalmukoğlu kısa ömründe Rus Ortodoks klasik akademik eğitiminin Türk motifleri ve İstanbul manzaralarıyla birleştirdiği sayısız resme ve eskize imza atıyor. Adalar, Boğaz ve plajlar, Eyüp, Haliç, Sultanahmet, Rumeli Hisarı hep çalışmalarına konu olan yerler oluyor. Yaptığı sokak, eski semt ve cami resimleri, portreler, çingene resimleri adeta o dönemin İstanbul’unun ve insanlarının görsel birer tanığı. Resimleri, onun da bu şehrin güzelliğinden ve masalsı havasından etkilendiğini kanıtlar nitelikte. Döneminin giyim tarzını, iç mekân anlayışını çok iyi şekilde çözümleyen Kalmukoğlu’nun eserleri bu açıdan insanı zaman yolculuğuna çıkarabilecek birer belge niteliğinde. Hem iç mekân hem peyzaj hem natürmort hem nü hem de portrede başarılı olan ressam tüm bunları bazen tek bir tabloda bir arada ustalıkla ve büyük bir yaratıcılıkla kullanıyor. Kalmukoğlu’nun işlerinde benim en çok hoşuma giden, gerek portreleri ve nüleri gerek açık alan ve natürmortlarında adeta insanın gözünü okşarcasına yumuşak bir üslupla renkleri ve ışığı dans ettirmesi, çizgilerindeki ve fırça darbelerindeki kendinden emin rahatlık olsa gerek.

Şubat 1951 tarihinde Beyoğlu Bekar Sokak’taki Vitalis Apartmanının, atölyesinin bulunduğu 5 numaralı dairesinin camından düşerek 55 yaşında aramızdan ayrılıyor ressam. Ardında da birçok soru ve iddia bırakıyor. Kimilerine göre bunun nedeni siyasi; Rus ajanı olduğu için ya da tam tersi Rus ajanlığını reddettiği için cinayete kurban gittiği düşünülüyor. Kimilerine göre intihar, kimilerine göre kaza sonucu.  Kimilerine göreyse nü çalışmalarında kullandığı modellerin eşleri, sevgilileri veya erkek kardeşlerinin kıskançlığının kurbanı olmuş. Ziyaret etmek isteyenler için Aya Lefter Kurtuluş Rum Ortodoks Mezarlığına defnedildiğini belirtelim.

Sonuç olarak, İ. Halilhan Dostal’ın da dediği gibi; “Kalmukoğlu ülkesinde kalsaydı ya da yapılan önerileri kabul ederek Avrupa’nın herhangi bir ülkesine diğer Rus sanatçılar gibi göçseydi, belki de eserlerini bugün Batı müzelerinde hayranlıkla seyrediyor/izliyor olacaktık. O, uluslararası bir sanatçı olmak yerine, ülkemizde kaldı ve eserlerini burada üretti. Ne yazık ki, çok sevilen ve eserleri aranılan bir sanatçı olmasına karşın, yaşamı ve önemi Kaya Özsezgin’in de ifade ettiği gibi ‘sis perdesi’ ile örtülü kaldı.

Umarız bu kıymetli ressamın bize kattığı değeri gün geçtikçe daha çok kişi görür ve günün birinde önce ülkemizde sonra dünya çapında hak ettiği tanınırlığa kavuşur.

Kapak Fotoğrafı: Naci Kalmukoğlu

İlginizi çekebilir: Artst Magger’dan Tanımanız Gereken Türk Ressamlar