Değişimler de hayata dahil. Kimimizin direndiği, kimimizinse çok kolay teslim olduğu değişimler… Şayet yürekli bir bilincimiz yoksa, elimizde binbir çabayla oluşturduğumuz konfor alanımız varken yeni bir macereya girip bilmediğimiz yollarda kaybolma, hayat dizginlerini elimizden kayma fikri gözümüzü korkutabiliyor. İşte, merkezinde tam da bu “değişim” konusunun yer aldığı bir kitaptan söz edeceğim bugün: Spencer Johnson’ın “Peynirimi Kim Kaptı?” adlı kitabı.

Değişim | Fotoğraf: Unsplash / Ross Findon

Hep yüzdüğümüz koylarda yüzmenin, kıyılardan bir adım bile uzaklaşıp risk alamamanın, süreç değil sonuç odaklı olduğumuz için her gün aynı hayata uyanmanın bize daha kolay geldiği şüphesiz. Evet, yeni bir başlangıç için adım atmak, kabuk değiştirmek, dengeyi bozmak, yeni yollar keşfetmek, değişim rüzgarına kapılıp ona teslim olmak ve kaybolma riskini göze almak… Mevcut hayat şartlarımızı düşündüğümüzde bunların bizi strese sokması çok normal. Hele birde sürekli  “en kestirme yol bildiğin yoldur”, “bilmediğin yola girme”, ”macera mı arıyorsun?”  benzeri cesaret kıran lafları etrafımızda çokca duyuyorsak çemberimizin dışına çıkıp, sıkı sıkıya bağlı olduğumuz düşünce kalıplarımızı bırakmak, dümeni kırıp hayat akışımızı başka yöne çevirmek için hareket etmek çokca düşünmemizi gerektirebiliyor.

Belki de biz fark etmeden etrafımızı çevrelemiş olan bu subliminal mesajlar bizim çekirdek inançlarımızı oluşturuyor ve bizler de tıpkı çoğunluk gibi her gün aynı yolu yürüyen, sevmediği işlerde çalışan, huzuru olmasa da evliliğini, ilişkisini devam ettiren, toplum onayına ve elalem ne der kaygısına kendi seçimlerinden daha çok değer veren, sosyal etiketlerini bırakamayan yani konfor alanından çıkamayan kanaatkar insanlardan olduk. Peki değişmek, rutinimizi bozmak bizi neden ürkütüyor? Neden korkularımıza bu kadar tutsak bir şekilde yaşayıp; değişimlerin, yeniliklerin kötü olacağını düşünüp, bakış açımızı değiştiremiyoruz? Korkularımızın ötesiden bir hayatın var olduğu gerçeğini kabul etmek neden bu kadar zor geliyor bize?

Çok kolay hayatlar yaşamıyoruz bunu kabul ediyorum. Ülkeler savaş cephelerini, nükleer silahlarını düşünürken bir anda hiç beklemediğimiz bir yerden “sağlımızla” sınandığımız şu olağanüstü günlerde, hayatın bize anlatmak istediği şeyi, daha doğrusu benim duyduğum cümleleri size bir kitap önerisiyle paylaşmak istiyorum.

Dr. Spencer Johnson’ın değişime uyum sağlamanın en etkili yolunu  anlattığı “Peynirimi Kim Kaptı?” adlı kitabı, ilk olarak 2011’de yayımlanmış. Kitap çok ince, çok kolay okunabiliyor ama okurken çokca düşündürtüyor da. Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, uzun zaman sonra bir araya gelen eski sınıf arkadaşlarının hayatlarında meydana gelen değişimler anlatılıyor. İkinci bölümde kahramanlarımız tüm zamanlarını mutlu olmak için peynir arayarak labirentte koşturuyorlar, üçüncü bölümde ise birinci bölümde buluşan eski sınıf arkadaşları öyküden ne çıkardıklarını tartışıyorlar.

Kitapta anlatılan öyküde dört karakter var: Koklarca ve Koşarca adlı iki fare, Mırın ve Kırın adında insancıklar. Kahramanların yaşı, ırkı, cinsiyetiyle ilgili bir bilgi verilmiyor kitapta. Konuya gelirsek, bir labirentte peynir arayan dört karakterin yaşadığı değişime tanık oluyoruz kitap boyunca. Peynir, hayatta sahip olmak istediklerimizi; labirent ise hayatta arzuladığımız şeyleri aradığımız yeri simgeliyor. Hikayede farelerle insancıkların “peynir”i arayıp bulduktan sonra, belli bir düzene oturttukları hayatlarının beklenmedik olaylar karşısında değiştiğini görüyoruz. Karakterlerin rutinlerini değiştirmek zorunda kalmalarına ve bu değişimlere karakterlerin gösterdikleri tutumlara,,farklı yaklaşımlara tanık oluyoruz.

Fareler olayları daha basit tutup hayatın sunduklarını daha kolay kabul ederek hareket etme bilincindeyken, insancıklar korku dolu inançlarıyla olayları daha karmaşık hale getirip biten şeylerin yasını tutyor, geçmişe takılı kalma eğilimi gösteriyorlar. Hepimizin kendimizden bir şey bulabileceği, okurken “ben de böyleyim”  ya da “eşim, kardeşim, arkadaşım da böyle” diyebileceği bir kitap “Peynirimi Kim Kaptı?”. Kitabın ikinci bölümünde yer alan duvar yazıları da oldukça etkileyici ve düşündürücü bence. Beni en çok etkileyenler se şunlar oldu:

  • “Korkmasaydın ne yapardın?”
  • “Korkularının ötesinde hareket edersen, kendini özgür hissedersin.”
  • ”Eski peyniri ne kadar çabuk unutursan yeni peyniri o kadar çabuk bulursun.”
  • “Eski inançlar sizi yeni peynire götürmez.”
  • “Peyniri kapın ve tadını çıkarın”.

Üçüncü bölümdeyse eski okul arkadaşları hikaye üstünde tartışıp kendi korkularıyla yüzleşip kendilerine pay çıkarıyorlar.

Hepimiz hem fikiriz ki değişim hepimizi korkutuyor. Kitap ise bu korkunun yersiz olduğunu, değişime karşı koymanın gereksiz olduğunu, aksine hayat akışında kaçınılmaz olduğunu, bize daha güzel kapılar açıp hayata karşı daha güçlü durmamız için karşımıza çıkan fırsatlar olduğunu söylüyor. Bizi az biraz değişime iten olayların beraberinde getirdiği güzelliklere dikkat çekiyor.

Doğada da durum farklı değil bakıldığında. Doğa içinde bulunan milyonlarca canlı da sürekli değişim gösteriyor ve bu değişime uyum sağlayanlar soyunu devam ettirebiliyor. Değişime karşı koyanlar ise neslini devam ettiremeyip yok oluyorlar.

youtube play youtube play

Istakozların hikayesini duydunuz mu? Onların hikayesini Amerikalı psikiyatrist Abraham Twerski’den dinlediğimde çok etkilenmiştim. Hikaye şöyle: Istakozlar sert kabuk içinde yaşayan hassas ve yumuşak canlılar. Büyüdükçe bulundukları sert kabuk genişlemediği için kabuğuna sığamamaya başlıyorlar. Bu sebeple onlar büyüdükçe kabuk tarafından sıkıştırılmaya devam ediyorlar. Büyüyorlar ama kendilerini baskı altında ve sıkışmış hissediyorlar. Peki, kabukları onlara dar gelirken nasıl büyüyebilirler?

İşte bu anda, ıstakozlar direnmeyi bırakıyorlar ve avcı balıklardan korumak için kendilerini güvenli hissettikleri bir kaya oluşumunun altına girip değişime teslim oluyorlar; onlara dar gelen kabuğu çıkarıp atıp daha geniş bir kabuk üretmeye başlıyorlar. Zamanla ıstakozlar büyüdükçe kabuğu her dar gelip sıkıştığında tekrar kendine güvenli bir kaya oluşumu bulup yeni bir kabuk üretiyorlar. Istakozlar bunu birkaç kez tekrarlıyorlar. Kabuklarını değiştirmeselerdi hayatta kalamayacaklardı belki.

Doğada da değişim kaçnılmazsa seni, beni, bizi hareket etmekten alıkoyan şey ne? Korkmasaydın şayet ne yapardın? Eski düşünce kalıplarına neden bu kadar bağlısın? Şu an dünya bir değişim sürecinde. Evlerimize kapandık, kendimizle vakit geçirmeyi öğreniyor, yaşam koşturmasından unuttuğumuz değerleri sorguluyoruz. Küçük değişimlerden başlayarak asla yemem dediğin o meyveyi, asla takmam dediğin o küpeyi, asla öğrenemem dediğin o dili, edemem dediğin o dansı, çalamam dediğin enstrümanı öğrenmek için kolları sıvayıp katı fikirleri esnetme zamanı. Daha sonra belki de sevmeyerek yaptığın işini, mutlu olmadığın şehrini, rengi solmuş ilişkini ya da kendini alıştırdığıntekil yaşamı bırakıp çift olma fikrini tekrar gözden geçirme dönemi. Yeni bir yaşam biçimi edinmemizin vakti geldi artık. Bize ayrılan sürenin çok da uzun olmayabileceğini fark etme ve korkularımıza boyun eğip yapmaya cesaret edemediğimiz, yarına sakladığımız aktiviteleri yapma vakti. Emin olun “Peynirimi Kim Kaptı?” kitabı okuduktan sonra daha da cesaretleneceksiniz. E, şimdi değilse ne zaman? Umarım hepimiz geçtiğimiz olağanüstü süreci doğru okuyup sağlıkla daha güzel günlere uyanırız.

“’Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” – Şems-i Tebrizi

Kitabı satın almak için tıklayın.

Kapak fotoğrafı: Instagram / @kitapobur

İlginizi çekebilir: BiblioMagger’dan Kitap Önerileri