Unuttuğumuz veya varlığından bihaber olduğumuz birçok şey bugün popüler kültürün bir parçası haline geldi. Bazen popüler kültür bir sanatçının herkes tarafından tanınmasını sağlarken; bazen o şöhretin içinde sanatçı, asıl değerini kaybetmeye yüz tutuyor. Bunlardan birisi de Vincent van Gogh.

Vincent Van Gogh|Fotoğraf: Pinterest

Van Gogh Eserleri ve Ruh Sağlığı İlişkisi

Yaşadığı yıllarda, 2000’li yıllarda popüler olduğu kadar değildi ve bu durumu sanırım şöyle özetleyebilirim. Van Gogh hayattayken sadece bir tablosu satıldı. Birçok sanatçı gibi yaşarken değil; öldükten sonra ünlendi. Van Gogh‘un dillerden dillere gezen şöhreti sadece eserleriyle ilgili değil aynı zamanda ruh sağlığıyla da ilgiliydi. Öyle ki, ölümünden 126 yıl sonra açılan “Deliliğin Kıyısında“ isimli sergi Vincent’in ruh sağlığına değiniyordu. Kimisine göre deliliğin eşiğindeki ressam, kimisine göre öylesine yapayalnızdı ki bunun sonucu buhranlar yaşıyordu.

Fotoğraf Altyazısı | Ståle Grut (unsplash.com)
Fotoğraf Altyazısı | Ståle Grut (unsplash.com)

Van Gogh’un Aile İlişkileri ve Ruh Sağlığına Etkisi

Vincent van Gogh’un hikayesinde kendinizden izler bulmanız mümkün . “Ne gibi?” diye soracak olursanız; Vincent van Gogh, ömrünü kendini keşfetmek ile toplum ve ailesi tarafından kabul edilmek arasında kalarak geçirdi.

Sanatçılar; yaşadıklarını, ruh hallerini eserlerine yansıtır mı? Vincent van Gogh’un eserlerinde yaşadığı bunalımı görebiliyoruz. Vincent, ailesiyle mücadele vermeye doğduğu anda başladı; kendisinden önce ölü doğan abisinin adını, kaderini yaşamak ve yaşatmak zorunda bırakıldı. Küçük bir çocuk düşünün, abisinin mezarını görüyor. Mezar taşında ise kendi adını..

11 yaşına geldiğinde, yatılı okula gönderilip evden uzaklaştırılınca ailesiyle arasındaki bağ iyice zayıfladı. Yatılı okulda ailesinden ayrı geçen zamanlarını daha sonra kasvetli,soğuk ve sıkıcı” olarak tanımladı. Babasıyla yıldızı hiçbir zaman barışmıyordu ve ailesi onu desteklemek yerine yok saymayı tercih etti.

Hayatı boyunca onu destekleyen tek kişi küçük kardeşi Theo’ydu. Theo, abisi için endişeleniyor; sağlığıyla ilgileniyordu. Hatta resim yeteneğini fark edip destekledi. Sanki babalarının yapmadığı her şeyi yapmaya, babalarının açtığı her yarayı kapatmaya çalışıyordu.

Van Gogh’un Yaşamı ve Buhranları

Vincent ne yazık ki tek sıkıntıyı ailesiyle yaşamadı. Çalıştığı, yaşadığı yerlerde de tuhaf bulunuyor, aynı ailesinin yaptığı gibi kabul edilmiyordu. Evlenme teklifi ettiği kadınlar ya kabul etmediler ya da o kadınların aileleri izin vermedi. Vincent, uyum sağlayamadıkça benliğinin uçlarına savruldu. Kim olduğunu ve hayatının tutkusunu keşfetmeye çalıştı.

Yalnızlığıyla beraber sorularına cevap bulmaya çalışırken; dünyanın farklı yerlerinde yaşam kurmayı denedi. Vincent, hayatının bir döneminde madende çalışan işçilere ve hamile bir hayat kadınına yardım etmeye çalıştı. Bunlar ailesinin ve toplumun hoş karşılamadığı durumlardan oldu. Düşünüyorum da Vincent’in uzattığı bu yardım eli belki de ona hiçbir zaman destek vermeyen ailesine tepkiydi. Öz ailesinin ona yapmadığını, o hiç tanımadığı ama ihtiyacı olan insanlara yapma ihtiyacı duydu.

Bilinen ilk bunalımını Londra’da çalıştığı dönemde, kiracısı olduğu evin kızıyla evlenmek isteyip reddedildiğinde yaşadı, bunun üzerine Londra’da çok fazla kalmadan yer değiştirdi. Vincent’in hayatı böyle geçti aslında. Yaşadığı yerlerde kabul göremediğinde, yalnızlığıyla karşı karşıya gelip içinde gizlenen bunalımla karşılaşıyordu. Kız kardeşine yazdığı bir mektupta yalnızlık hislerini şöyle tanımlayacaktı: “Kırlardayken korkunç derece yalnızlık hissine kapılıyorum öyle ki dışarıya çıkmaktan çekiniyorum.

Bildiğimiz diğer bunalım anı ise; Vincent’i ziyarete gelen Gaugin ile yaşadığı bir tartışmanın ardından gerçekleşti. Bu tartışmadan sonra kulağını kesip bir hayat kadınına verdi. Yaşadığı bu olayın üzerine bir akıl hastanede yaklaşık bir yıl kadar kaldı ve resim yapabilmesi için kendisine bir oda ayarlandı. Vincent’in ‘Yıldızlı Gece’ tablosunu hepimiz biliriz. O tabloyu hastanede yattığı dönemde yaptı.

Van Gogh’a Veda

Vincent, hastanede aldığı bir yılın ardından doktorlarının durumunu iyi görmesiyle taburcu olup, Theo’nun yakınına taşındı. İlk başlarda kendini iyi hissetse de bunalımları, sinir krizleri giderek arttı ve iki yıl içinde 37 yaşında intihar etti. İntihar ettiğinde her anında olduğu gibi yanına gelen kardeşi Theo, Vincent’i  bu durumdan kurtarmak isteyerek bunu atlatıp ,tüm sorunlarını beraber çözeceklerini söylediğinde Vincent, yaşamının son anlarını yaşamanın hem huzuru hem hüznüyle: “Keder sonsuza dek sürecek.” dedi. Vincent van Gogh, kurtulamadı. Bilinmezlikleriyle beraber 37 yaşında vefat etti.

Vincent’in bugüne ulaşan mektuplarına, söylemlerine ve tablolarına baktığımda en az çavdar tarlasındaki bir korkuluk kadar ıssız kalan ve hayatı boyunca kendine direnmeye çalışan birini görüyorum. Ne kadar tanıdık hikayeler; aileleri tarafından desteklenmeyen, sevgisiz bir çocukluk geçiren, yaşadıkları toplumun sosyal normlarına uymayan, ötekileştirilen ve yıllar sonra değeri bilinen sanatçılar… Sosyal kabul görmek mi yoksa tutku dolu bir hayat yaşayabilmek mi? Vincent van Gogh’un cevabı sanıyorum ki çok net…

Kapak Fotoğrafı: Van Gogh Museum

İlginizi çekebilir: Esra Esma Hamurcu’dan Yalnızlık Sanatının Ressamı