Mitoloji, içinde sayılamayacak kadar çok karakter ve hikaye bulunduran bir tür. Benim için mitolojide karşıma çıkan her figür ve her hikaye birbirinden çok farklı ve duyulmaya değer. Uçsuz bucaksız ve her noktasında keşfedilmeyi bekleyen karakterler bulundurması mitolojiyi okunması keyifli kılıyor. Yakın zamanda bir solukta okuyup bitirdiğim kitap “Akhilleus’un Şarkısı” da alışagelmedik bir hikayeyi destansı bir dille anlatıyor. Yunan mitolojisindeki önemli figürlerden olan Akhilleus ve Patroklous’un ilişkisine, yaptıkları fedakarlıklara ve Truva Savaşı’ndaki rollerine yazar Madeline Miller’in kaleminden tanıklık ediyoruz. 

Akhilleus’un Şarkısı, farklı geçmişlerden gelmiş olsalar bile yolları bir noktada kesişecek ve Truva Savaşı’nda önemli rol oynayacak iki genci, Akhilleus ve Patroklos’u anlatıyor. Kitapta da gerçekleşen olaylar Patroklos’un bakış açısıyla yazılmış. Buna rağmen, kitabın ana noktasının Akhilleus olması kitabı ilginç yapan sebeplerden biri oldu benim için. Patroklos ve Akhilleus’un fazlasıyla zıt karakterlerde olması fakat yine de birbirleriyle güçlü bir bağ kurabilmeleri de hikayeyi sevmemdeki bir diğer sebeplerden. Akhilleus, bir tanrıçanın oğlu olarak küçüklüğünden beri güçlü, ihtişamlı, cesur bir karakter olarak yetiştirilmişken Patroklos ise çelimsiz, silik ve başkaları tarafından hep küçümsenen bir karakter. Bu iki zıt kişiliğin yolları, bir gün Patroklos’un çocukken birini öldürerek Akhilleus’un bulunduğu adaya gelmesiyle birlikte kesişiyor. Birbirlerinin yoldaşı olan bu ikilinin hayatları, kaçırılan Sparta Kraliçesi’ni Akhilleus’un kurtarması için Truva’ya yola çıkmalarıyla birlikte farklı bir yola sapıyor. Akhilleus’un kendi yazgısını gerçekleştirmesi için bir fırsat olan Truva, inanca göre Akhilleus’un asla kaçamayacağı kaderi. 

Onu yalnızca dokunarak, yalnızca koklayarak bile tanırdım; kör olsam bile nefeslerinden, ayaklarının yere vuruşundan tanırdım. Ölmüş olsam bile, dünyanın sonu gelmiş olsa bile tanırdım onu.

Kitabın yazarı Madeline Miller, kitapta oldukça yalın bir dil kullanmasına rağmen olayları sanki yaşıyormuşsunuz gibi hissetmenizi sağlıyor. Akhilleus ve Patroklos’un birbirine karşı olan hislerinin yanı sıra Truva Savaşı esnasındaki olayları, Akhilleus’un görkemini ve gücünü gayet başarılı bir şekilde okuyucuya aktarıyor. Çok iyi karakter değişimlerine, savaş tasvirlerine ve duygu aktarımına sahip bir kitap olduğu kanaatindeyim. Patroklos ve Akhilleus ne kadar farklı kişilerin ve durumların etkisinde kalsalar da aslında attıkları her adımda birbirlerini düşünüyorlar. Akhilleus’un kaderine giden yolda birbirlerine duydukları sevgi sayesinde her zorluğu aşabileceklerine inanıyorlar. Bununla bağlantılı olarak sonlara doğru kitabın duygusal yönü giderek artığından istemsiz bir şekilde kendinizi hüzünlenmiş hissedebilirsiniz. Ben kitabın son sayfasından sonra üstümde bir etki bırakacak kitaplardan olduğunu fark etmiştim açıkçası. 

Akıcı bir anlatıma sahip olması ve her okunan sayfanın bir sonrakini merak ettirmesi sayesinde son noktaya kadar kendini okutturacak bir kitap. Belli bir Yunan mitolojisi bilgisi gerektirmediğine inandığım Akhilleus’un Şarkısı, mitolojiye yeni başlamayı düşünen okurların ilgisini de muhakkak çekebilir nitelikte.

Kapak fotoğrafı: @redqueenreads

İlginizi çekebilir: Kübra Ketenci’den Ben Kirke