Bahriye Çeri özverili, çalışkan ve bir o kadar da mütevazı –yani isme değil cisme çalışan- bir akademisyen, eleştirmen ve editör. Cumhuriyet dönemi edebiyatı, bu dönemin ışık tutulmamış, ama çok saygın yazarlarının, edebiyat kişiliklerinin A’dan Z’ye tüm şeceresi dünyada ondan soruluyor Fransa’dan Japonya’ya kadar.

orik
Nahid Sırrı Örik Portreleri ve Kitapları | Görsel: H.G.

Sevgili Bahriye merhaba. Nerede kalmıştık diyemiyorum, zira en az 20 sene demek sanırım bu. “Resmi” olarak senin de Türkiye’de olmadığın -sanıyorum Fransa ve Japonya’daydın. Öncelikle Fransa’ya seni kaptırmamıza kadar olan dönemde seni hatırlayalım mı?

Kaptırmak kelimesini pozitif olarak algılıyorum bu nedenle teşekkür ediyorum. En son Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi idim. Doçent unvanını aldım en son ama ayrıldım ve Paris’e yerleştim bildiğin gibi. Türk Edebiyatı çalışmalarıma “Türk Romanında Kadın” adlı kitabımla (yüksek lisans tezimdi) başlamıştım. Simurg yayınevinden çıkmıştı. Kadın yazarlar ve Türk romanında kadına bakış çalışmalarıma devam ettim yazı düzeyinde. Tanpınar’da kadın veya Orhan Pamuk’un kadına bakışını yazdığım gibi Emine Semiye üzerinde de çalışmalar yaptım. Bu konu benim hep ilgi alanımda oldu.

Türk romanı ve tarih üzerinde de durdum. Nedim Gürsel özelinden yola çıkarak Türk romanının tarihe yer verişi ya da tarihten etkilenişi tarih -roman ilişkisi üzerinde de çalıştım. Edebiyatçı olmasam herhalde tarihçi olurdum. Çok sevdiğim bir alan. Zaten doktora tezim Ahmed Vefik Paşa üzerine idi. Molière çevirileri, tarih kitapları, hakkında anlatılan fıkralar vs. çok severek çalıştığım bir konuydu. Tezimi hâlâ yayınlamadım çünkü sürekli bir şeyler ekliyorum. İnşallah bir gün yayınlayacağım. Nahid Sırrı Örik çalışma konularımdan biri. Bir Cihan Kaynanası Nahid Sırrı Örik kitabımı 2007’de yayınladım. Sonrasında Nahid Sırrı’nın gazete ve dergilerde kalmış yazılarını toparladım. Konu konu bunları yayınlıyorum. Örneğin İstanbul hakkında yazıları, tarih üzerine yazıları, şimdi çok yeni resim üzerine yazıları çıktı. 

Aynı düzlemde başka çalışmaların vardı sanırım…

Ali Birinci ile birlikte Ressam İzzet Ziya kitabı Kapı yayınlarından çıkmıştı. İzzet Ziya çok önemli bir ressam. Gazete ve dergilerdeki hikâye ve roman tefrikalarını da resimliyor aynı zamanda. Kitapta ressamın bu gazete ve dergilerdeki bütün resimlerini derleyip bir araya getirdik. Ali Birinci ressamın biyografisini yazdı. 
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun başında iken Uğur İbrahimHakkıoğlu benden 2010 İstanbul Kültür başkenti yılı olması sebebiyle İstanbul’da yazarların yaşadıkları mekânlarla ilgili bir kitap yapmamı teklif etti. Uğur Bey çok zarif, edebiyatı çok seven Türk edebiyatını iyi bilen bir insan. Ben de Paris için hazırlanmış benzeri kitaplardan yola çıkarak İstanbul Edebiyat Haritası adlı kitabı hazırladım. Kitap akademik bir kitap değil, edebiyat izinde İstanbul’u gezmek isteyenlere rehberlik edecek bir kitap. Çok sayıda hatıralar, günlük, mektup okuyarak yazarların İstanbul’daki izlerini keşfetmeye çalıştım. Çok ilgi gördü çok kısa sürede bitti. Ben hâlâ bu konuda not alıyor, okuduklarımdan eklemeler yapıyorum kitaba ama Turing bir daha basmadı bu kitabı. 
Şimdi Everest yayınları ile çalışıyorum. Daha doğrusu Everest Yayınevi Nahid Sırrı Örik’in telif hakkını aldı. Ben de Everest yayınevine Nahid Sırrı Örik kitaplarını hazırlıyorum. Basılan veya hiç basılmamış kitaplar, gazete ve dergilerde kalmış yazılar her şeyi basmak üzere plan yaptık. 

En göz alıcı eserlerinden başlanılmıştı öyle hatırlıyorum.

Evet Sultan Abdülhamid Düşerken romanı basıldı mesela. Daha önce çok basılmış neredeyse en çok basılmış Nahid Sırrı Örik romanı. Roman tefrika edildikten 10 yıl sonra kitap olarak basılmış. Yazarın ölümünden de üç yıl önce. Fakat tefrika ile kitap arasında büyük farklılıklar var. Bazı farklılıkları yazarın yaptığı çok bariz ancak bazı yerler var ki baskı hatası olduğunu düşünmekteyim. Bölüm atlanmış neredeyse ve bu Everest Yayınevi’ndeki baskıya kadar hiç dikkat edilmemiş, tartışılmamış bile. Bunun üstüne bu kadar yıl yapılan baskılarda bazen kelime bazen cümle düzeyinde atlamalar da eklenmiş. Osmanlıca kelimeler yanlış yazılmış anlam tamamen değişmiş. Bütün bunlar düzeltilerek tefrika, ilk baskı karşılaştırılarak çok temiz bir baskısı yapıldı romanın. Yani demem o ki görünüşte Nahid Sırrı’nın çok bilinen çok baskısı yapılmış bir romanı yeniden basılmış gibi dursa da tamamen yeni bir baskı bence ve ben bu baskıya çok büyük emek verdim.

efb776ce407df61cf5ea19dc9976f2ab
Paris 2012, Yazarın Kedisiyle Portresi | Fotoğraf Kaynağı: Bahriye Çeri

Ve Fransa? Nasıl oldu nasıl “kapıldın” Fransa’ya?

Kapılmak demeyeyim. Biraz zor bir karardı aslında. Fransa ile hep ilişkilerim vardı biliyorsun. Fransalı Türkologlar ile çok çalıştım. İnalco, Strasbourg. Ortak toplantılar, ortak yazılar, ortak kitaplar… Bu çalışmalar sırasında eşimle tanıştım, Louvre Müzesi’nde çalışıyor. Paris İstanbul arasında bir kültür köprüsü kurmuş yaşıyordum. Türk edebiyatını orada tanıtmak adına çok verimli işler yaptığımı düşünüyorum. 

Şimdi başka pek çok kurumda liyakat yok, bozulma var diye eleştiriliyor ya bana göre bu aslında önce üniversitelerde yaşanmaya başlandı. Ben öğrenciyken sağ sol gruplaşması hep vardı. Yanıt kelimesini mi kullandın yoksa cevap mı dedin ona göre bir kesime dahil edilirsin ve ona göre muamele görürdün. O kadar keskin bir çizgiydi ama bence siyasi de olsa bu da bir “fikrin” arkasından gelen kamplaşmaydı. Ancak daha sonra fikir bile olmadan kamplaşmalar gruplaşmalar yaşanmaya başlandı akademik çevrelerde. Mesela bir bürokratın arkasına sığınan kişi üniversitede ekol olduğunu iddia edebiliyordu üretmeden. Bir sene boyunca hiç derse girmeden derslerini boş geçirerek devam eden hocalar gördüm. Tezler, makalelerde intihal olağan hale geldi. Anlattıkça içim kararıyor. Bu ortam beni çok incitmeye başladı. Hem de ne incitme… Paris seçeneği de hep yanımda elimin altındaydı. Psikolojik olarak yıpranmaktan yoruldum ve Paris’e yerleşme kararı verdim.

Bu noktada aklıma Abidin Dino’nun çok değerli eşi ve yaşam arkadaşı Güzin Dino ile yakınlığınız geliyor.

Onu da atlamayayım tabii. Güzin Dino ile çok yakın bir dostluğumuz vardı. İlk tanıştığım günlerden kendisini kaybedene kadar her Paris’e gidişim Güzin Dino ile yapılan saatler boyu sohbetler demekti. Bu söyleşiler şimdi Yapı Kredi Yayınlarından çıkacak. Güzin Hanım ile yaşadıklarımı konuşurdum o da bana her seferinde bırak gel Paris’e derdi. Eşimin işi gereği bulunduğu çevre zaten sanat ortamı. Güzin Hanım Paris sana çok şey katacak, çok zenginleşeceksin, çok daha iyi üreteceksin müzeler, sergiler, kütüphaneler, kitapçılar seni besleyecek ve Türk Edebiyatına daha çok katkı sağlayacaksın derdi. Onun söylediklerinden de etkilenmedim desem yalan olur. 

Ve Japonya’ya gelelim? Haliyle, ben bir Bahriye Çeri genel kültürüyle sorular soruyorum sana, fakat girişte de yazacağım (yazdığım gibi) akademi ve edebiyat ortamı arasındaki nadir ve gözü pek sanat elçilerinden birisi olmaya devam edeceğini sanıyordum senin. Ya akademi ya da bir Fransız girdabı seni çekip aldı diyesim geldi hep…

Çok teşekkür ediyorum. Evet Türk edebiyatına ilgim sevgim tutku düzeyinde… Bu tutku ile çok çalışıyor çok üretiyordum. Neler yapmadım ki. Mesela Yakup Kadri Arşivi’ni düzenledim. Bilmem kaç cilt Yakup Kadri ile eşi Leman Hanım arasındaki mektupları yayına hazırladım teslim ettim ama basılmadı. Edebiyat eleştirisine katkı sağlamak için de çok çalıştım. Dergilerde yazılar, yarışmalar, seminerler, sempozyumlar bunların yanında da akademik faaliyetler. Japonya’da Fransa’ya yerleşmeden epey önce iki yıl yaşadım ve ders verdim. Tokyo Yabancı Diller Üniversitesi’nde çalıştım. Orada Türkoloji Bölümü var. Harika insanlar tanıdım, harika dostluklar edindim. Çok çalışkan, çok ünlü Türkologlar var, biliniyor zaten, ben çoğunu tanıdım bazıları ile birlikte çalıştım, mesela Kayoko Hayashi ve Tooru Hayashi. Etsuko Shindo adlı bir Japon kadın yazar ile dost oldum. Bir kitabı da Can Yayınları’ndan çıktı. Kapodakya’da Çatra Patralar. Çok satan , çok okuna bir yazar Etsuko Shindo ve kitaplarının konuları, kişileri, bazen yerler hep Türkiye’den. Türkiye’nin tanıtımına edebiyat aracılığı ile katkı sağlayan bir yazar. Bizim kültür elçiliğimizi yapıyor adeta. Japonya’da çok başarılı öğrencilerim oldu. Ben de orada Türk edebiyatını tanıtmak için çabaladım. Mesela Türkiye ile ilgili çalışmış, ya da çalışmaya devam eden herkesi bir araya getiren üç günlük bir toplantı düzenledik Kayoko Hayashi ile birikte. Hilmi Yavuz, Latife Tekin ve Oya Baydar da çağdaş Türk edebiyatını temsilen katıldılar bu toplantıya. Bu toplantı metinleri kitap olarak da basıldı Japonya’da. Ben Japonya’daki iki yılımın hem çok başarılı olduğunu düşünüyorum hem de çok mutlu çok güzel iki yıl olduğunu. Bana çok şey kattı. 

Aslında bu araştırmayı yapıtların düzeyinden bundan 1-2 sene önce yapmış ve bir dosya oluşturmuştum aynı zamanda bir yayıncı olarak da: Bahriye Çeri Kitapları. Sanıyorum mevcutlarına zorlukla ya da sahhafiyelerden kolayca ulaşılacak kitapların olduğunu görmüştüm. Bu biraz beni üzdü desem yalan olmayacak. Gerçi öncelik olarak genelde bağımsız akademisyenler -kadrosuzlar- yayınevlerini önemserler bildiğim kadarıyla. Sende bunun böyle olmamasının farkına varmadığımız nedenleri var mı acaba?

Aslında pek çok sebebi var. Simurg yayınevinin bastığı ilk kitabım mesela… Ben şimdi bu kitabın aynı şekilde basılmasını istemem. Çok geliştirdim, çok ekleme yaptım. Ama öte yandan İstanbul Edebiyat Haritası’nı da Turing basmıyor. Pek çok yayınevi ile çalıştım ama şunu da kabul etmek lazım ki her kitabı istediğiniz zamanda istediğiniz yayınevine bastırmak da mümkün olmuyor. Biraz önce söylediğim gibi Yakup Kadri ile Leman Hanım mektuplarını yayına hazırladım (Osmanlıca mektuplar) ama basılmadı. Telif yasası gereği her yerde bastıramazsınız da. Nahid Sırrı üzerine çalıştım orada da hep yayınevi ve telif sorunu vs. vardı. 

b-4
Bahriye Çeri’in 20 Türk Kadın Yazar Maddesini Kaleme Aldığı Sözlük Çalışması | Görsel: H.G.

Başka ülkelerde ve Türkiye’de yaşar ve çalışırken, günümüz Türk kadın edebiyatını yakından takip edebilmişsindir mutlaka ve neler söyleyebilirsin?

Takibi hiç bırakmadım. Ben çok umutluyum edebiyatımızdan ve kadın yazarlardan. Bunu içtenlikle söylüyorum. O kadar iyi yazarlarımız var ki elime aldığımda bunu şimdiye kadar neden okumadım, kaçırmışım dediğim. Kadın yazarlar için de aynı durum söz konusu. Çok isim var aslında takip edebildiğim kadarı ile kimseye haksızlık etmek istemem ama hemen aklıma gelen birkaç isim sayayım. Ayfer Tunç mesela. Çok sevdiğim bir yazar. Mine Söğüt, diline ironi anlayışına hayranım. Sema Kaygusuz, Müge İplikçi, Semra Topal, Şükran Yiğit, Seray Şahiner aklıma ilk gelen yazarlar. Fransa’da yayımlanan “Le Dictionnaire universel des créatrices des femmes” adlı bir ansiklopedi var. Bu ansiklopediyi çok önemsiyorum. Müthiş bir çalışma. Ben oraya yirmi Türk kadın yazarını yazdım. Halide Edip Adıvar’dan Oya Baydar’a kadar epey isim yer alıyor bu ansiklopedide. Sürekli de güncelleniyor. Günümüz yazarlarını da yeni baskılarda yazmaya devam ederim inşallah.

Peki Türk edebiyatından dünyada umut var mı? 

Bence Türk edebiyatı çok iyi bir yerde. Çok umut var. İnanılmaz bir zenginlik ve renklilik görüyorum ben. Şunun üzerinde durmak isterim: Bu “dünya edebiyatı” kavramı tartışmaya açık. Dünya edebiyatı derken Avrupa ve Amerika mı kastediliyor? Yoksa dünyada edebiyatı olmayan halk var mı ki? Ne kadar dil varsa o kadar edebiyat var. En fazla yazıya geçirilmemiş edebiyatlar olduğunu söyleyebiliriz. Bir Batı diline çevrilmek mi dünya edebiyatı arasına girmek yoksa mesela İran’da Türk edebiyatı epey ilgi görüyor bildiğim kadar ile bu da bizim edebiyatımızın dünyadaki yerini belirleyen bir durum mu? Özetle şunu demek istiyorum, uluslararası edebiyat piyasasına girmenin/çıkmanın belirleyicisi olan çok koşul, çok etken var. Siyasi sebeplerden tutun da reklama kadar pek çok etken… Orhan Pamuk keşfedilmedi kendisi, stratejileri bu keşfedilmeyi sağladı bence. Türk edebiyatının çok değerli isimleri var çok iyi eserler var. Dünyada tanınmıyor olmaları bu “değer” için bir ölçüt değildir. Tıpkı dünyada az çok tanınan bir eserin de iyi olamayabileceği gibi. Mesela Elif Şafak’ın Aşk romanı bence çok kötü bir roman ama dünyada epey biliniyor. Yurt dışında kitapçılarda karşınıza çıkabiliyor/çıkıyor.

Son olarak sormayı unuttuğum ama senin söylemek istediğin şeyler var mı?

Öğrencilik yıllarımızdan beri edebiyatımızı hep “Batı” edebiyatı ile karşılaştırdık. Bir eseri iyi olarak niteleyebilmek için yazar “Batılı” eserlerin biçimsel özelliklerini kullanmış mı diye baktık mesela. Şimdi geldiğim noktada bunun ne kadar yanlış olduğunu görebiliyorum. Her kültür kendi edebi eserini yaratır, tür olarak, biçim olarak teknik olarak. Ne yazarlarımız bu noktada “benzemek” için uğraşmalı ne de okur” benzerlikler” arayarak okumalı. Küresel kültür pazarının beğeni ölçüleri sorgulanmalı. Özgünlük çok önemli. Kuramsal tartışmalar yaparken bunu ifade ediyoruz artık, tartışılıyor bu konular. Ancak yine dönüp dolaşıp dünya edebiyatında “Türk edebiyatı” diyerek x yazarla y yazarı karşılaştırmalarından kendimizi alamıyoruz. Ben bu coğrafyaya ve yazarlarımıza- geçmiş ve şimdiki yazarlarımıza- haksızlık olarak görüyorum bunu. 

Kapak Fotoğrafı: Bahriye Çeri

İlginizi çekebilir: Halil Gökhan’dan Semra Topal ile Söyleşi