Aşk, hayatın bu karmaşıklığı içinde çoğu zaman karşımıza çıkar; okuduğumuz kitaplarda, dinlediğimiz müziklerde, izlediğimiz dizilerde, filmlerde… O kadar çok, o kadar farklı aşk hikayeleri vardır ki etrafımızda, çoğu zaman düşündürür bizi: “Acaba aşk nedir?” diye. Ben de çoğu kez bunu düşünmüş, cevabını bulduğum anda da yanıtımın yeterli olmadığını fark etmişimdir. Asla yeterli değildir, asla kelimelere sığdırılamaz. Herkese göre farklı bir gerçekliği vardır aşkın. Stefan Zweig’ın “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” adlı kitabında, ‘platonik’ bir aşkın gerçekliğine tanık oluyoruz.

“Sadece yalnızlık çeken çocuklar tutkularını bütünüyle,dağılmaksızın koruyabilirler. Ötekiler,duygularını başkalarıyla beraberlik atmosferinde gevezelikle harcarlar, yakınlıklarla köreltirler, aşk hakkında çok şey okumuşlardır, duymuşlardır ve aşkın ortak bir kader olduğunu bilirler. Onunla bir oyuncakmış gibi oynarlar, tıpkı ilk sigaralarını içen erkek çocukarı gibi, onunla böbürlenirler.”

Saat 02.00. Uyumakta zorlanıyorum. İnce bir kitap olduğu için “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nu elime alıyorum. Gecenin sessizliğinde okunabilcek güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum. Soluksuz bitiriyorum! Beni birçok açıdan -betimlemeleriyle, konusuyla, karakterleriyle- çok etkiliyor ve kendimi tekrar aşk üzerinde düşünürken buluyorum.

Önce biraz yazarımız Stefan Zweig‘dan bahsetmek istiyorum. Hayatının kitabı yorumlamamızda yol gösterici olacağına inanıyorum. Zweig, 20 Ekim 1881’de Viyana’da doğmuş. Yazarın uzun öykü, şiir, deneme ve daha birçok farklı türde eserleri var. Dünyada İkinci Dünya Savaşı’nın hakim olduğu zamanlarda yaşamış olan Yahudi asıllı Zweig, 1942 yılında intihar ederek hayatına son vermiş. 

İlginizi çekebilir: Biblio Magger’dan Stefan Zweig Kitapları

Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi öykümüz, kahramanımız R’ye gelen bir mektupla başlar. Mektubun kimden geldiği belli değildir: “Sana, beni asla tanımamış olan sana” sözleriyle açılır mektubumuz. Bu mektup kadının aşkının bir ifadesidir aslında. R’nin kendisine ulaşamayacağından emin olduktan sonra gönderilen bir mektup… Mektubun yazarı olan kadın, aşkını yıllarca kendine saklamış, platonik bir aşkın seven tarafıdır. Kadın asla kendini tanıtmak peşinde değildir. Sadece aşkını dile getirmek ister; tanınmış bir roman yazarı olan R’yi çok iyi tanıyan, aşkını kendi içinde fırtınalar kopartarak yaşayan biridir. Bu mektupta aşkın bileşenlerini görüyoruz aslında: masumiyet, merak, sabır, şefkat, tutku, fedakarlık… Kitapta kadının duyguları öyle iyi ve benzersiz tasvir edilmiş ki okurken hissetiği tüm duyguları ben de hissediyorum. Cümleleri iyice hazmetmek için birkaç kez okuyorum.

“Kimdim ki ben senin gözünde? Yüzlercesi arasında sadece birisi, sonrasız sürüp giden bir zincirde tek bir serüven halkası.”

“Ve sanırım beni ölüm döşeğimden çağırsan, birden ayağa kalkıp sana gelecek gücü bulurdum.”

“Sabret sevgilim, sana her şeyi, hepsini en baştan anlattığım için, anlatacağım için, senden rica ediyorum, beni dinleyeceğin bu çeyrek saat için yorulma, çünü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım.”

Bu aşkın sahibinden öğrenebileceğimiz çok şey var. Aşkı, sevgiyi anlamlandırmaya çalışırken kendinizi kaybediyorsanız bu kitabın size çok şey katacağına yürekten inanıyorum. 

Kitabı incelemek için tıklayın.

Kapak fotoğrafı: Instagram / @heartedlibrary