Sanatı ve sanatçıyı döneminden bağımsız değerlendirmek pek mümkün olmadığı düşünüldüğünde dışavurumculuk da bulunduğu dönemden oldukça fazla etkilenmiş bir akım olarak çıkıyor karşımıza. Hemen hemen her sanat alanında olduğu gibi dönemin savaşlarından, politikalarından, hayat koşullarından, ekonomik problemlerinden, toplumsal gelişmelerinden etkilenen sanatçıları tarafından yaratılan ekspresyonizm yani dışavurumculuk; sanatçıların iç dünyasının, duygularının, düşüncelerinin olduğu haliyle öznellikle tasvir edilmesine dayanan 20. yüzyılın sanat akımıdır. Empresyonizme tepki bir akım olarak ortaya çıkmıştır hatta empresyonizmle taban tabana zıt bir akım olduğunu söylemek mümkün.

Edvard Munch, Melancholy
Edvard Munch, Melancholy | Fotoğraf: artschaft.com

Dışavurumculuk: Ortaya Çıkışı ve Dışavurumcu Sanatçılar

Biz dışavurumculuğa Edvard Munch, Kandinsky, Vincent Van Gogh gibi büyük isimlerle aşina olsak da aslında dışavurumculuk yalnızca resimde değil mimaride, tiyatroda, edebiyatta, sinemada hatta müzikte bile kendine yer edinmiş durumdadır. Sanatçılar arasında ortak bir tarz bulmak oldukça zordur ve tamamen öznelliğe dayanan bir tutum benimsenmiştir. Dahası bu akıma ait birçok sanatçı birbirini tanımadığı gibi böyle bir akım etiketini de kabul etmiyordu. 

Paul Klee, Actor's Mask
Paul Klee, Actor’s Mask| Fotoğraf: moma.org

Uluslararası bir akım olmasına rağmen Almanya’nın çeşitli şehirlerinde toplumun dünyaya yönelik hissettiği endişeleri, rahatsızlıkları, kaygıları teknik becerileri ve uyumu göz ardı ederek yalnızca güçlü duyguları yansıtmak amaçlı ortaya çıkmıştır. Yani aslında bu dönemin sanatçıları, önceki dönemlerdeki gibi  fotoğraf makinesi veya kamera gibi eserlerini olduğu gibi ortaya koymak yerine bir manzaraya baktıklarında ne gördüklerine değil de ne hissettiklerine odaklanmışlardır. Çıkış noktası olarak Almanya’yı göstermek mümkün olsa da çoğu dışavurumcunun Alman olmadığını da söylemek gerekir.

Karl Schmidt-Rottluff, Houses At Night
Karl Schmidt-Rottluff, Houses At Night| Fotoğraf: wikiart.org

Die Brücke (Köprü) ve Der Blaue Reiter (Mavi Binici veya Mavi Süvari)

Almanya merkezli olarak başlayan dışavurumculuk akımı, 1905 yılında Dresden’da Die Brücke ve 1911 yılında Münih’te Der Blaue Reiter isimli olmak üzere iki ayrı akım daha ortaya çıkardı.

Die Brücke, Ernst Ludwig Kirchner | Fotoğraf: theartstory.org

Die Brücke sanatçılarının manifestosu, geçmiş dönem ve modern sanat arasında bir köprü kurmaktı. O dönemin dünyasına süregelen bir savaş atmosferi hakim olduğu için Die Brücke sanatçıları, toplumun bu acımasız ve bencil yönünü gözler önüne sererek bir farkındalık oluşturup olumlu gelişmelerin yaşanmasını hedeflemişlerdi. Bu akıma dahil olan birçok sanatçı, eserlerini kasten basit bir biçimde yapıyorlardı, nesneleri bozuyorlar ve kaba şekilde bırakıyorlardı.

Wassily Kandinsky, Der Blau Reiter
Wassily Kandinsky, Der Blaue Reiter | Fotoğraf: Pinterest

Der Blau Reiter ise, 1911 yılında Auguste Macke, Wassily Kandinsky ve Franz Marc gibi isimlerin de dahil olduğu belli bir manifestosu bulunmayan hatta Die Brücke kadar etkin olmayan lakin sanat ile insanların hayatlarına dokunabileceğine inanan bir topluluktu. Bu bağlamda son derece renkli, enerjik ve hayat dolu birçok eser ürettiler. İsmin kaynağı ise Kandinsky’nin Mavi Süvari isimli tablosundan gelmektedir.

Dışavurumculuk akımına damga vurmuş oldukça fazla sayıda eser ve sanatçı bulunsa bile sanırım birçoğumuzun aklına gelen isimler belli. Yazımın devamında bu akımın çarpıcı eserlerinden ve sanatçılarından biraz daha detaylı bahsetmek istiyorum.

Edvard Munch – Çığlık

Orijinal adı Doğanın Çığlığı (The Scream of Nature) olan bu resim, söylenenlere göre Mona Lisa’dan sonra dünyanın en bilinen ve en popüler tabloları arasında sayılmakta. Eserde vurgulanmak istenen; korku, dehşet, endişe gibi duygulardır. Arka tarafta belli belirsiz şekilde yürümekte bulunan iki kişinin ise sebebi belli olmayan bir tehlikeyi belirttiği söylenir.

Munch, bu eserin ilham kaynağını, iki arkadaşıyla birlikte gün batımına karşı yürüdüğü bir sırada gökyüzünün aldığı kızıl rengin kendisinde yarattığı korkudan ve doğanın çığlığını hissetmesinden aldığını açıklamıştır. Munch’un Çığlık ile aynı temada yaptığı, bozulmuş çizgiler ve baskın renklerden oluşan başka eserleri de bulunmaktadır. Ayrıca Çığlık tablosunun yine Munch tarafından suluboya ve pastel boya gibi farklı tekniklerle yapılan 5 farklı versiyonu daha olduğu bilinmektedir. Eser, 1994 yılına kadar Oslo National Gallery’de sergileniyordu ancak yaşanan hırsızlık olayı sonucunda resim aylar geçtikten sonra bulunarak Munch Müzesi’nde yerini tekrardan almıştır.

Ernst Ludwig Kirchner – Street With Red Streetwalker

Ernst Ludwig Kirchner, Alman dışavurumculuğunun en çarpıcı ve en etkin isimlerinden biriydi. O da akımın diğer üyeleri gibi eserlerinde dünyanın durumuna ilişkin kaygılarına yer veriyordu. İnsan figürlerine, insanın sahteliğine, ikiyüzlülüğüne eserlerinde ağırlık vermiştir. Bu ünlü tablosunda vurgulamak istediği ana temanın yozlaşma ve ahlakın çöküşü olduğu söylenmektedir. Eserde ön planda görünen kadının bir hayat kadını olduğu ve modern şehri temsil ettiği yorumları yapılmaktadır. Ernst Ludwig Kirchner, Berlin’e yönelik eserlerinde şehre dair hissettiği huzursuzluğu birçok kez ele almıştır. Street with Red Streetwalker eseri ise Thyssen-Bornemisza Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kapak Fotoğrafı: galleryintell.com

İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan Bir Otto Dix Tablosu