1860’larda İngiliz düşünür John Stuart Mill tarafından kaleme alınan “Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine” adlı yapıt, herhangi bir fikri özgürce tartışmanın -yanlışlığından emin olunsa bile- toplumsal açıdan gerekliliğini ortaya koyuyor. Dünyanın her yerinde patlak veren düşünce özgürlüğü tartışmalarına bakılırsa, aradan geçen 160 yıla rağmen hala güncelliğini koruduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır.

İfade özgürlüğü, tarihin her evresinde gündemde olan ve yara alan tartışmalardan biri. Sadece ahlak, etik, din gibi hassas konularda değil, gündelik hayatın her alanında savunulması gerekirken çıkar çatışmalarının ortasında kalıp hor görülmesi insanlık adına büyük bir kayıp ne yazık ki. John Stuart da 60 sayfalık metninde neden her fikrin tartışmaya açık olması gerektiğini açıklıyor ve bunu çok sağlam nedenlere dayandırıyor.

“Bir kişi hariç bütün insanlık aynı görüşte olsa, tek bir kişi karşıt görüşte olsa, insanlığın o kişiyi susturma hakkı, o kişinin gücü yetse insanlığı susturma hakkından fazla değildir.”

Kitabı okurken belki de en çok ilgimi çeken cümlelerden biriydi bu. İnsanlık tarihi, genel kabul görmüş ilkelerin topluma dayatılması ve karşı çıkanların cezalandırılması örnekleriyle dolu: öğretileri hala insanlığa yol gösteren Socrates’ın ahlaksızlıktan suçlu bulunarak cezalandırılması gibi. Üstelik ceza verenin kendi halkı olması, toplumsal tabanda kabul görmemiş bir ifade özgürlüğünün ne denli kötü sonuçları olacağının kanıtı niteliğinde.  

“Tartışma olmadığında, yalnızca o görüşün temelleri değil, bizzat görüşün anlamı da unutuluyor. Onu aktaran sözcükler artık bir fikir uyandırmıyor insanda ya da yalnızca ilk başta iletmeleri istenen anlamın çok küçük bir bölümünü uyandırıyolar.”

John Stuart Mill
John Stuart Mill | Fotoğraf: Andrew Lynn

İfade özgürlüğünün sadece toplumun muhalif tarafı için değil, inandığı şeyin güncelliğini korumak isteyen herkes için gerekli olduğunu vurguluyor John Stuart. Bu, benim de daha önce üzerinde hiç düşünmediğim ama son derece mantıklı bulduğum bir söylem. Toplumun geri kalanıyla tartışılmadan nesilden nesile aktarıldığı şekliyle kalan bir inancın/fikrin, uzun vadede anlamını kaybedeceğini ve sadece bir kabuk haline geleceğini söyleyen yazar; belli bir noktada bu inancın/fikrin kişinin iç dünyasıyla bağlantı kuramaz hale geleceğini belirtiyor. Bu söylemini, var olma savaşı veren bir fikrin ilk dönemde destekçilerinin zihnini ve kalbini hızla ele geçirdiğini ve son derece hızla yayılabildiğini örnekleyerek destekliyor.

60 sayfalık bu kısacık kitap bu ve bunun gibi çok değerli söylemlerle dolu. Kitabı okuyan herkes kendisine bir pay çıkaracak ve ifade özgürlüğününün önemini başka insanlara anlatırken tartışmayı çok daha sağlam temellere oturtacaktır.

Kitabı incelemek için tıklayın.

Kapak fotoğrafı: Instagram / @okuyucutoplayici

İlginizi çekebilir: BiblioMagger’dan Kitap Önerileri